• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • Lefkoşa 19 °C
  • Mağusa 18 °C
  • Girne 20 °C
  • Güzelyurt 18 °C
  • İskele 18 °C
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 17 °C

Kızılyürek’in anıları: Kuzey Kıbrıs’ta ‘hain’, Güney Kıbrıs’ta ‘ajan’ muamelesi görmek

Kızılyürek’in anıları: Kuzey Kıbrıs’ta ‘hain’, Güney Kıbrıs’ta ‘ajan’ muamelesi görmek
Kızılyürek’in anıları: Kuzey Kıbrıs’ta ‘hain’, Güney Kıbrıs’ta ‘ajan’ muamelesi görmek

Niyazi Kızılyürek’in Ulus Kaçağı adlı anıları geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Geçen yıla kadar Güney Kıbrıs’taki Kıbrıs Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olarak görev yapan ve Mayıs 2019’da yapılan seçimlerde Kıbrıs Komünist Partisi (AKEL) listesinden Avrupa Parlamentosu’na milletvekili seçilen Niyazi Kızılyürek’in anıları Türkiyeli okurlar ve özellikle benim gibi otobiyografi meraklıları açısından çok önemli bir metin. 

Yazarın bir sosyal bilimci olması anıları son derece ilginç kılıyor. Niyazi Kızılyürek Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde yaşamayı ve akademik kariyerini sürdürmeyi seçmiş birisi olarak başından geçen acı-tatlı olayları bir sosyal bilimci süzgecinden geçiriyor. Kızılyürek, hayat hikayesini anlatırken milliyetçilikle ilgili yazına sık sık göndermelerde bulunuyor. Dolayısıyla karşımıza çıkan metin basit bir hayat hikayesi değil, başına gelenleri genel Türk ve Helen milliyetçiliği eksenine yerleştiren, çevresinde olup bitenleri anlatırken Kıbrıslı Türklerin neden belli bir biçimde davrandığını veya Kıbrıslı Rumların kendilerini nerede gördüğünü bize ayrıntılı olarak anlatan bir tanıklıkla karşı karşıyayız. 

Niyazi Kızılyürek’in anılarını diğer bir Kıbrıs kökenli sosyolog Prof. Niyazi Berkes’in Unutulan Yıllar (İletişim Yayınları, 2011) başlıklı anılarıyla karşılaştırabiliriz. Kıbrıs doğumlu olup önce Türkiye’de yaşamayı seçmiş ve daha sonra İnönü’nün ‘Milli Şef Rejimi’nin gazabını üzerinde hissetmiş merhum Niyazi Berkes (1908-1988) de Ankara Üniversitesi, DTCF’deki görevinden uzaklaştırıldığı için Türkiye’yi terk etmiş ve kariyerini Kanada’da McGill Üniversitesi’nde sürdürmek zorunda kalmıştı. Emeklilik yıllarında tanımak imkanını bulduğum Niyazi Hoca’nın anıları günümüzde bir kesim tarafından ‘kaybolmuş cennet’ olarak anlatılan ‘Milli Şef Rejimi’nin nasıl karanlık bir dönem olduğunu bir sosyolog hassasiyetiyle anlatır. Berkes’in anıları, Türkiye’de tek parti rejimini çözümlemek ve gündelik hayatta Kemalizm’in nasıl şekillendiğini anlamak için temel metinlerden biridir.

Niyazi Kızılyürek 1959 yılında Kıbrıs’ın orta kesimlerinde Bodamya köyünde doğar. Köyün karışık, çok kültürlü bir yapısı vardır. Rumlar ve Türkler birlikte yaşamakta, karışık evlilikler yapılmaktadır. Modernite ve milliyetçiliğin Kıbrıs kırsalına nüfuz etmesinden önceki bir moment’te doğmuştur. Örneğin, köyün Savas isimli çobanının iki eşi vardır. Biri Türk, diğeri Rum’dur. İki eşinden doğan kızları evlendiğinde damatları sırasıyla Rum ve Türk milliyetçi hareketine katılır. İkisi de çatışmalarda ölür. Böylece, çoban Savas’ın damatlarından biri Türk şehidi, diğeri de Rum şehidi olmuştur.

1963 yılında Kıbrıs’ta etnik çatışmaların başlamasıyla birlikte Niyazi’nin ilk sürgünü başlar. 5 kilometre ötedeki Türk köyü Luricina’ya yürüyerek sığınırlar. Geride bıraktıkları evlerindeki eşyaları yağmalanır. Luricina, Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) tarafından ‘Türk gettosu’ olarak tanımlanmıştır. Aslında Luricina da karışık bir köydür. Görüntüde İslâmiyeti kabul etmiş, fakat gündelik hayatta Rumca konuşan köylülerden oluşan bir nüfus vardır. 1968 yılına kadar köyden dışarı çıkmak yasaktır. Gettoda hayat TMT’nin mücahit komutanlarının denetimi altında yaşanmaktadır. Bunlara ‘Paşa’ denmektedir. İlk önce ‘Vatandaş Türkçe konuş!’ siyaseti hayata geçer. Köylüler Rumca konuştukları zaman ceza ödemek zorunda kalırlar. Tavla oynarken Rumca küfür etmek adetten olduğu için artık kimse tavla oynamak istemez. Niyazi, ilkokula bu köyde başlar

1968 yılında toplumlar arası görüşmeler başlar ve gettonun kapıları ilk kez açılır. Kağıt üzerinde bir ada çocuğu olan Niyazi Kızılyürek ilk kez denizi 1968 yılında Larnaka’da görür. ‘Mavi bir balonu andıran sonsuz su kütlesine ilk defa ayakları’nı sokar. Gettoların dışına çıkan Türk nüfus artık Rumların çiftliklerinde çalışmakta, ticaretle uğraşmaktadır. Refah artmıştır. Türkiye’ye okumaya giden öğrenciler sayesinde Luricina’ya Ruhi Su türküleri, Nazım Hikmet’in şiirleri ve Cem Karaca şarkıları girmeye başlar. Yılmaz Güney filmleri ve uzun saçlı ağabeyler sayesinde Niyazi’nin solculuk dönemi başlar. 

20 Temmuz 1974’te başlayan çıkartma ve askeri harekat köydekileri heyecanlandırır, ama Türk ordusu köye ulaşamaz. Mücahitlerin açtığı bir koridorla Luricina köylüleri kurtarılır. Niyazi ilk kez Türk askerlerini görür ve onlarla konuşmaya başlar. Fakat bazı erler hiç konuşmamaktadır. Komutan meseleye açıklık getirir: “Onlar Kürt’tür, anlamazlar.”

Niyazi ortaokulu bitirmiş ve artık Lefkoşa Lisesi’ne kaydolmuştur. Yurtta kalacaktır. Annesinden aldığı mektupta ailenin Kuzey Kıbrıs’taki adresi belli olmuştur: Omorfo’ya yakın Argaca köyü. Aynen bir zamanlar Türkiye’de olduğu gibi, Kıbrıs’ta da Türkleştirme hareketi son hızla devam etmektedir: Omorfo, Güzelyurt; Argaca köyü ise Akçay oluvermiştir. Adanın kuzeyinde Rumlardan kalan izler silinmektedir. Eh, kolay değil. Rauf Denktaş rejimi memleketi ‘vatan’ haline getirmektedir.

Niyazi ilk kez yeni köyüne gittiği zaman annesi ‘yeni evimiz’ dedikleri villayı gezdirir. Ev kendilerine ganimet olarak verilmiştir. Duvarlarda hâlâ evin eski sahibi Rum ailenin fotoğrafları asılıdır. Evlerin dağıtımı kura çekilerek yapılmıştır, ama TMT komutanları ve yerel liderler önce en güzel evleri aralarında paylaşmış, sadece geri kalanlar arasında kura çekilmiştir.

Gariban Luricinalı köylülerin artık sırtlarında Rumlardan kalma ganimet ceket ve paltolar vardır. Sadece buğday, patates ve pamuk tarımından anlayan Luricina köylüleri birden portakal bahçesi sahibi olmuştur. Denktaş rejimi dağıttığı ganimet mallara karşılık güneyden gelenlerden geçmişi, doğdukları yerleri, Rum komşuları unutmalarını ve ‘gavurlar’dan nefret etmeleri istemektedir.

Rejim, eskinin silinmesini amaçlamaktadır. İnsanlar artık eski günlere ilişkin anılarını fısıldaşarak birbirine anlatır olmuştur. Bu arada, anavatana şükran duaları oyunun bir parçasıdır. Köyde, iki pırpırlı çavuşa general muamelesi yapılmaktadır. Sonra, Kıbrıslı Türklerin soyadı alması gerekli kılınır. Niyazi solcu olduğu için Kızılyürek soyadını almak üzere dedesini ikna eder. Buna TMT’li akrabaları çok gıcık olur, dede bu soyadını aldığı için onlar da bu solcu soyadını kullanmaya mecbur kalır.

Niyazi Kızılyürek’in anılarını ilk bakışta bir tür bireysel Kıbrıs tarihi olarak okuyabilirsiniz. Ama bu okuma bence üstünkörü bir okuma sayılabilir. Niyazi’nin anılarının en önemli tarafı, bize Kıbrıs Türk ve Rum milliyetçiliklerinin gündelik hayat içindeki performansını anlatıyor olması. Türkiye’de ulus devletin kurulma sürecinde uygulanan bütün milliyetçi politikalar yaklaşık 50 yıl sonra Kıbrıs’ta tekrar hayata geçirilmiştir. TMT, daha 1950’lerden itibaren ‘Vatandaş Türkçe konuş!’ ve ‘Rumlarla alışveriş etme’ politikalarını uygulamıştır.

1974 sonrasında 180 bin civarında Rum kuzeyden güneye kaçmıştır. Yaklaşık 60 bin Türk de güneyden kuzeye geçmiştir. Bu adı konmamış bir nüfus mübadelesidir. Bugün ‘Kıbrıs sorunu’ olarak bilinen ve diplomatlar arasında tartışılan mesele, birincil olarak mal-mülk meselesidir. Rum malları ganimet olarak kuzeyde nüfus arasında paylaştırılmıştır. Türkiye’de ise 1915’te sürülen Ermeni nüfusun malına, tarlasına komşuları konmuştur.

Niyazi Kızılyürek’in anlattığı hikaye, aslında bizim hikayemizin çok dar bir ada ölçeğinde yoğun olarak yaşanmasından ibaret. Yâni, çok tanıdık bir hikaye. Temel fark şu: Bizler, 1915’te Ermeni komşusunun malının üzerine çöken Anadolu köylüsünün neler hissetmiş olabileceğini bilemiyoruz. Bunun yazılı belgesi, bu işe katılmış olanların yazdığı günlükler ve anılar yok. Ama Niyazi Kızılyürek’in anılarında bu işin ‘hissiyat’ tarafı ayrıntılı olarak anlatılıyor. Türk okuyucusu için işin en önemli boyutu bu noktada yatmakta. Anlatılan, aslında bizim hikayemiz.

1977 yılında Niyazi, Almanya’ya okumaya gider. Önce Almanca öğrenir ve daha sonra yeni açılan Bremen Üniversitesi’ne kaydolur. Bremen Üniversitesi siyaset bilimi bölümü hocaları 68 hareketinde aktif olarak yer almış kişilerdir. Her konu hiçbir kısıtlama olmaksızın tartışılmaktadır. Alman faşizmi, İran devrimi ve feminizm artık derslerde işlenmektedir. Genç Niyazi, kültür şoku yaşamaktadır.

Sıkı Marksist hocası Holger Heider bir gün “Her şeyle ilgilisin, neden ülken Kıbrıs ile ilgilenmiyorsun? Neden Yunanca öğrenmiyorsun?” diye sorar. Niyazi Kızılyürek’in hayatı bu noktada değişmeye başlar. Aynı dönemde 1964’te Türkiye’den sınırdışı edilen bir İstanbullu Rum ailenin kızı Zoi ile tanışır. Birisi Rum milliyetçiliğinin, diğeri de Türk milliyetçiliğinin sürgün ettiği iki genç arasında aşk başlar. Bu arada Niyazi Yunanca öğrenmekte ve Helen kültürünün müzik ve şiiriyle haşır neşir olmaktadır. Zoi’den 6-7 Eylül olaylarını öğrenir. O günleri şöyle anlatır: “Ben de Zoi de milliyetçiliğin kurbanlarıydık ve ikimiz de milliyetçiliğin hakikat rejimleri içinde büyümüştük. Yaptıkları benzer kötülüklerden ötürü birinin ötekini suçladığı milliyetçiliklerin çocuklarıydık.”

Üniversiteyi bitirdikten  sonra doktora yapmaya karar verir. Zoi’nin önerisi üzerine Kıbrıs Rum Kesimi’ne gitmeye, Niyazi’nin doğduğu yerleri görmeye karar verirler. Bodamya’ya gittiklerinde doğduğu evi bulur, evde oturan Rumlar biraz rahatsız olur. Onlara, Almanya’da yaşadığını, bir hak talebinde bulunmayacağını anlatır, rahatlarlar. Ebesi yaşlı Liza’yı bulur ve onun eski defterinden kendisinin doğumuna ilişkin belgeyi alır. Artık Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almaya hak kazanmıştır.

Doktorayı bitirdikten sonra Denktaş rejimiyle bağdaşamayacağını, gönlündeki ‘Oliki Kipros / Bütün Kıbrıs’ idealiyle KKTC rejimi için makbul bir vatandaş olamayacağının farkındadır. Rum Kesimi’ndeki bir panele katılmış olması bile kuzeyde ‘hain’ olarak görülmesine yetmiştir. Güney Kıbrıs’ta iş aramaya karar verir. Eylül 1995’te Kıbrıs Üniversitesi’nde kadro açılır ve hocalığa başlar. Yunancayı en temiz Atina aksanıyla konuşuyor olması, Rum Kesimi’nde şüpheyle karşılanır. Kendisine, Türk istihbaratının eğitip adaya yolladığı bir ‘ajan’ muamelesi yapılmaya başlanır. Rum sevgilisine bir gün Yunanca aşk şiirleri okurken ondan da “Sen bir ajansın” sözünü duyunca sarsılır. Rum milliyetçilileri bir Türk’ün üniversitede hoca olmasını da kaldıramaz. Tehditler, protesto kampanyaları gırla gitmektedir.

Zamanla işler yatışır ve Niyazi Kızılyürek sürekli olarak gazetelerde yazılar yazan, Rum Kesimi’ndeki ahaliye adanın hınç ve şiddet tarihinin her zaman iki taraflı olduğunu, tek yönlü milliyetçi hakikat rejimlerinin mumlarının yatsıya kadar yanacağını anlatan bir siyasi pozisyonu benimser. Milliyetçiliğin hegemonik söylemleri ortalama insanların vicdanlarını ve zihniyetlerinin tam anlamıyla işgal edememiştir. Özellikle, çıktığı TV tartışma programlarında Rum milletçilerini rahatsız eden tespitler yapması, bazı vicdan sahibi ortalama Rum vatandaşlar arasında tabuların yıkılmasını sağlamıştır. Artık yolda yürürken kendisini durdurup “Helal olsun sana, doğruları söylüyorsun” diyenlerin sayısı az değildir. Güneyde Rumlara, kuzeyde ise Türk milliyetçilerine ayna tutan, onları kendileriyle yüzleşmeye ve birlikte yeni bir federal Kıbrıs rejimi inşa etmeye teşvik eden bir siyaseti benimser. 

Niyazi Kızılyürek’in anılarının belki de en hüzünlü bölümü annesi Halide hanımla ilişkisini anlattığı bölümler. Annelerin bir anlamda ‘ulusun gizli ajanı’ rolünü üstlenmesini nefis bir şekilde anlatır: “Uluslar en çok anneleri kendilerine bağlar. Onları ‘kutsal’ görevlerle donatırlar ve çocuklarını hizmetlerine alırlar. Anneler ‘kutsal varlıklar’ olduklarına inanarak kendi hayatlarını çocuklarının ulus nezdindeki başarıları ile anlamlandırırlar.”

Halide hanım için oğlunun Rum Kesimi’nde olması bir anlamda utanç kaynağıdır. Kıbrıs bölünmüş bir ada olduğu için Niyazi’nin kuş uçuşu 20 kilometrelik yolu geçip annesini ziyaret etmesi için Larnaka’dan Atina’ya, Atina’dan İstanbul’a, İstanbul’dan da Ercan’a uçması gerekmektedir. Kuzeye her gittiğinde peşine Denktaş’ın sivil polisleri takılmaktadır. Özellikle, annesinin kanser tedavisi olduğu günlerde bölünmüşlük hali trajik boyutlara ulaşır.

2004 yılında Annan Planı referandumu sırasında Kıbrıslı Türkler bir mucizeyi gerçekleştirdi. Benim bugüne kadar duyduğum en yaratıcı siyasi slogan olan “Yes be annem!” sloganı doğrultusunda yüzde 66 oyla Annan Planı’na ‘Evet’ diyerek Rum Kesimi’yle birlikte AB’ye girme tercihinde bulundular. Ama Güneyde iktidarda olan faşist Tassos Papadopoulos yönetimi AKEL ile birlikte davranarak yüzde 76 ‘Hayır’ çıkartmayı başardı. Gariptir, ama Rum seçmen kendi eliyle adayı yıllardır karşı olduğu ‘Taksim’ politikasına teslim ediverdi.

Referandum öncesinde Rauf Denktaş Annan Planı’nı kabul edilmez bulduğunu söylemişti. Kopenhag’daki AB zirvesine da gitmeyi reddetmişti. O dönem de Kopenhag’da Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil eden cumhurbaşkanı Glafkos Kleridis, Denktaş’ın zirveye katılmayışının Rum Kesimi’nin elini rahatlattığını ‘Kıbrıs’ın çözüm olamadan AB üyesi olmasından ötürü Kıbrıslı Rumların Rauf Denktaş’ın heykelini dikmesi gerektiğini’ söylemiştir. Doğru söze ne denir!

Referandum sonrasında Niyazi Kızılyürek, Yunanca ve Türkçe olarak yazdığı kitaplar ve TV programları sayesinde kamusal entelektüel olarak konumunu sağlamlaştırır. Denktaş rejimi yıkıldıktan sonra hem kuzeyde, hem de güneyde görüşlerine en çok müracaat edilen bir aydın olarak sivrilir. 2019 yılında AKEL’in kendisini Avrupa Parlamentosu’nda milletvekili adayı olmaya davet etmesinden sonra seçimlerde sınır kapılarında oy kullanma hakkı olan 5 bin 600 Kuzey Kıbrıslı Türk’ten 4 bin 200 seçmenin oyunu alarak seçilir. Bu büyük bir başarıdır. Niyazi’nin deyimi ile ‘yanılsamadan uyanıp etnik mağaralarından çıkma’ cesaretini gösteren Kıbrıslı Türkler kendisine oy vermiştir.

Niyazi Kızılyürek’in Bodamya köyünden Avrupa Parlamentosu’na uzanan hayat hikayesi ilk anda bir ‘başarı öyküsü’ olarak görülebilir. Ama bunun ağır bir fiyatı vardır. Kendi ifadesiyle, “Ne Kıbrıslı Rum milliyetçilerin ne de Kıbrıslı Türk milliyetçilerin ‘biz’ dediği gruplarda ben yoktum. İkisi için de ‘öteki’ydim. Gerçekten de öyleyim… Bu yüzden yıllarca ‘no man’s land’de yaşadım.” Evet, Niyazi Kızılyürek’in anıları sadece bir Kıbrıs hikayesi değil, vicdanlı ve namuslu bir aydının hayat mücadelesi olarak da her türlü övgüyü hak ediyor. Tavsiye ederim, okuyun. İçinde kendinizden bir şeyler bulabilirsiniz. 

Yayıncıya not: Türkiye’de yılda 40 binden fazla kitap yayımlanıyor. Niyazi Kızılyürek’in anılarını yayımlayan İletişim Yayınları keşke biraz daha özenli davranıp bu değerli eseri daha güzel bir kapakla ve daha kaliteli kağıda bassaydı, ne iyi olurdu! Kapaktaki ‘çamur gibi’ fotoğraf ve kullanılan ince kağıt metin içindeki fotoğrafların arka sayfaya yansımasına (sırt vermesine) neden oluyor. İşin sonunda kitap bir objedir ve muhakkak bir ‘albeni’si olmalıdır. Umarım, ikinci baskıda daha kaliteli bir iş çıkarırlar. 


* İstanbul Bilgi Üniversitesi, Lisansüstü Programlar Enstitüsü

 

PROF. AYHAN AKTAR (DİKEN)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler