• BIST 9722.09
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • Lefkoşa 28 °C
  • Mağusa 26 °C
  • Girne 23 °C
  • Güzelyurt 30 °C
  • İskele 26 °C
  • İstanbul 20 °C
  • Ankara 22 °C

Şaka mısınız siz!!!

Ediz TUNCEL

Var olan çocuklarımızın canını, geleceğini koruyamıyorsunuz, doğmamış çocukların da canına kastetmeye kalkışıyorsunuz…

Siz şaka mısınız, nesiniz, aklınızı hangi tür peynir ekmekle yediniz!!!

Anne rahmindeki 14 haftalık bir bebeğin kürtajla alınmasını yasallaştırmak düpedüz bebek cinayetlerine çanak tutmaktır, cinayetlere ortak olmaktır…

Doğmuş olanları zaten koruyamıyorsunuz, doğmamış olanları da yasal zemin hazırlayarak katlettirmekle hangi akla hizmet edeceksiniz?

Daha doğrusu, hangi şerefsiz, onursuz mahlukatlara hizmet edeceksiniz?

Anne rahmindeki 14 haftalık bir bebek tüm temel gelişimini tamamlamıştır, tüm iç ve dış organları fonksiyonel olarak çalışmaya başlamıştır, sinir sistemi yeterince gelişmiştir, acı duyan, hisseden, tepki verebilecek duruma gelen bir canlıdır…

Ve siz hükümet olarak böyle bir canlının “istenmediği” durumlarda katledilmesini yasallaştıracaksınız, öyle mi!!!

Anladık, siz devlet filan değil, bir bakkalı bile yönetemezsiniz, elinize düştük diye canımız Allah’a emanet,  burası artık açık ve net!

Ama siz kimsiniz ki anası veya babası, veya ikisi birden istemiyor diye bir bebeğin canına kastedeceksiniz, kastedilmesi için yasal zemin hazırlayacaksınız!

Nasıl bir aklınız var, nasıl bir ruh haliniz var!

Bebek istemeyenler önce uçkurlarına sahip çıkmayı öğrensinler, uçkurlarına sahip çıkamazlarsa da “eşşek gibi” ana babalık yapmayı öğrensinler…

Ha, diyebilirsiniz ki gelişim bozuklukları olan ve tıbben doğumu sakıncalı olan bebeklerin doğmadan yaşamları sonlandırılabilir veya sonlandırılmalıdır.

Bu bile tartışılabilir, tıp ne kadar gelişmiş olursa olsun bir bebeğin doğum öncesi fiziksel ve zihinsel bozukluklarının derecesine tam olarak teşhis koyamaz,  karar veremez.

Tıbben bir hamilelik 6-10 hafta arasındaki süreçte sonlandırılabiliyor, bu süre içinde anne ruhsal durumu darmadağın olsa bile fiziksel anlamda fazla zarar görmüyor, bebek de öldürüldüğünü farkedecek, acı çekecek durumda sayılmıyor…

Ama bunu yapmak bile bir cinayettir.

Anne karnında bir canlı yaşamaya başlamış, bir hayat başlamış, sen o hayatı abuk subuk sebeplerle alıyorsun…

Bırakın insan yavrusunu, hayvan yavrusuna bile bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktur.

Bunları da kontrol altına almanın çarelerine bakın.

Şahsen tamamen karşı olmama rağmen istenmeyen hamilelikler oldukça kürtaj meselesini

tamamen sonlandırmak, yasal olarak bitirmek mümkün değil.

Bir tarafta, bu işi kaçak olarak yapan, istenmeyen hamilelikleri farklı dönemlerde sonlandıran,  sadece alacağı paraya odaklanan doktor kılıklı ahlaksızlık abideleri her zaman olacaktır…

Diğer tarafta, istemeden hamile oldum, ya gayrımeşrudur, ya da ekonomik olarak bu çocuğa bakamam diyecek ve öyle ya da böyle o çocuktan kurtulmak için farklı yollara başvuracak olanlar da hep olacaktır…

Ancak, temel gelişimini tamamlamış, henüz görmese de, duymasa da, kalbi atan, hisseden, temel yaşam fonksiyonlarının hepsini bir tamam yerine getiren, ancak hiçbir şekilde kendisini savunamayan bir canlının sırf istenmiyor diye öldürülmesine yasalarla izin vermek, çanak tutmak, sadece cinayete ortaklık etmek değil, düpedüz onursuzluk ve şerefsizliktir de…

Aklınızı başınıza toplayın, aksi takdirde bu memlekete dünyanın dört bir yanından çocuğundan kurtulmak isteyenler doluşur, memleketin her köşesini doğmamış bebek cesetleriyle doldurursunuz ve değil sadece bu dünyada, öteki dünyada da huzur bulamazsınız…

………………………………….

Belirli dönemlerde tekrar eden ve senaryosu hiç değişmeyen bir döngümüz var.

Türkiye’deki iktidarın bir veya birden çok temsilcileri ya Kıbrıs’a gelerek, ya da Türkiye’den Kıbrıs konusunda çam üstüne çam devirme yarışına girerler,  ahkam keserler, Kıbrıslı Türklerin Rumlara karşı savunuculuğuna soyunurlar, bunu yaparken de kaş yapayım derken göz çıkarırlar,  bir taraftan Kıbrıslı Türk “vatan hainlerine” verip veriştirirler, Kıbrıs Türkünün kültürel yapısına, siyasi ve sosyal değerlerine, ve keza tüm maddi ve manevi boyuttaki toplumsal değerlerine yön vermeye çalışırlar, algı operasyonlarıyla gereksiz tartışma ortamları yaratırlar, satılık anketör müsveddeleriyle seçimlerine müdahale ederler,  diğer taraftan sanki Kıbrıs Türkünün de seçilmiş temsilcileriymiş gibi ahkam keserler, hal ve tavırlarındaki, söylemlerindeki tahrik had safhaya ulaşır, Türkiye içinde sebep oldukları sıkıntılardan hiç ders çıkarmazlar, aynı hataları Kıbrıs’ta da uygulamaya sokarlar,  sanki da kendilerine Kıbrıs Türk toplumu içinde kendilerine özellikle düşman yaratma gayreti içindedirler, sanki da kasten böl ve yönet politikasını uygulamaya çalışırlar…

Son marifetleri de Türkiye’de yaratılan dindar ama kindar toplumsal yapının tohumlarının da Kıbrıs’ta atılması için özel gayret sarfetmeleridir…

Buna karşılık, Kıbrıs Türkünün içinden bu tahriklere kapılanlar kontrolsüz tepkiler ortaya koyarlar, söylemlerinde ve itirazlarında esas ince noktayı kaçırırlar, işi gereksiz ağız dalaşına döndürürler, çekilmek istenen tuzağa tıpış tıpış düşerler.

Kıbrıs Türkünün içinden çıkarak, galeyana gelip de kontrolsüz tepkiler ortaya koyanlara karşı da memleketteki iğrenç statüko ve ganimet düzeninden beslenen hırsız, arsız, ganimetçi yüzsüzler tayfası göstermelik tepkiler ortaya koyar, böylece taraflar  arasında çatışma başlar,  böylece toplum tam anlamıyla ikiye bölünmüş olur, ve yine böylece, “benden olanlar ve olmayanlar” temelinde gelişen böl ve yönet politikası da kusursuzca devreye girer, daha doğrusu, var olan bu politikanın devamı sağlanır, kayedilen toplumsal barış asla geri gelmez, kaos ve sorunlar devam eder, sorunlardan beslenenlerin varlığı da aynen devam eder…

Böylece senaryo bir kez daha kusursuzca devreye girer, ya da kusursuzca devamı sağlanır, tarih tekerrür etmeye devam eder…

Oyuncuların tipi ve duruşu ise asla değişmez, en azından elli senedir hep aynı kılıktadırlar;

Memleketteki en sıkı milliyetçilere baktığınızda, hemen hepsi de statükodan beslenen, milletin ve devletin kanını emen, ganimette ve arsızlıkta sınır tanımayan, devleti ve milleti sömürülecek “mallar” olarak gören,  her dönemin adamı pozisyonundaki ahlaksız sürüsüdürler, ki devir değişse, tekerlek dönse, yarın bir anlaşma olsa, hepsi de bir numaralı Rum dostu olacak ve bugüne kadar bol bol yalakalık yaptıkları ve gelen giden iktidarlarından destek aldıkları  Türkiye’ye de anında arkalarını döneceklerdir…

Diğer taraftan, bunların karşısında olduğunu iddia eden ve “sözde ortak gaylesi Türkiye’nin emperyalist tavırlarına karşı çıkmak olan”, bir taraftan insan hakları havarisi geçinen diğer taraftan ise her iktidara geldiğinde insan haklarının anasını ağlatan solcu kesim vardır…

Bugüne kadar gündüz kavga ettikleriyle gece hırsızlığa beraber çıkan, muhalefetteyken eleştirdiklerini  iktidara geldiğinde yapmaktan hiç çekinmeyen, hem utanmaz, hem arlanmaz, hem yüzsüz, hem suçlu hem de güçlü olan, aynı zamanda ise kendi içinde tam anlamıyla çeteleşen, eleştirilere asla tahammülü olmayan, eline imkan geçtiğinde bile asla sorunlara çözüm üretmeyen, çözüm üretir gibi yapıp da sorunlara sorun katan, memleketteki sorunların gökten inecek vahiylerle çözümlenmesini bekleyen, hasbel kader biri memlekete bir iyilik yaparsa da o iyiliği sahiplenmekte hiçbir sakınca görmeyen, yüzüne tükürülse yağmur yağdı zanneden, Rumun insafa gelip de kendilerini adam yerine koymasını bekleyen kesimdir bu solcu kesim...

İşte manzara bu, senaryo bu, senaristler ve oyuncular bunlar…

Şaka gibiler…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları