Ahmet İnsel yazdı; Fransa'da sol sola karşı

Ahmet İnsel'in Fransa'da sol 'sol'a karşı başlığıyla yayınlanan (18 Haziran 2016) yazısı şöyle:

Ahmet İnsel'in Fransa'da sol 'sol'a karşı başlığıyla yayınlanan (18 Haziran 2016) yazısı şöyle:

Marjinelleştiği iddia edilen Fransa’nın en büyük işçi konfederasyonu CGT (Emek Genel Konfederasyonu), iki başka konfederasyonla birlikte, İş Kanunu’nda önemli değişiklikler yapan yasa tasarısına karşı ülkede son yıllarda yapılmış en büyük emekçi yürüyüşünü gerçekleştirdi. 

Sosyalist hükümet, basının önemli bir bölümü ve elbette sağ partilerle işveren çevreleri bu büyük protesto yürüyüşünü itibarsızlaştırmak için, sendikaların kortejlerine dahil olmayan ve toplamda sayıları birkaç yüz kişiyi geçmeyen grupların cam çerçeve indirmesini, polisle dalaşmasını fırsat bildiler.

Başbakan Walls, İslamcı terör saldırılarını ve cinayetleri, Euro-2016 gölgesinde yaşanan fanatik taraftarların şiddet eylemlerini bu gösterilerle aynı sepete koyup, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkının kısıtlanabileceği uyarısında bulundu. Böylece İş Kanunu reformu konusundaki ihtilaf, “sol”un solla mücadelesine dönüştü. 

Bu yeni bir durum değil. Esas olarak “aman Sarkozy gitsin” kaygısıyla cumhurbaşkanı seçilen Hollande, birkaç yıl içinde baş döndürücü biçimde popülerliğini yitirince, çareyi sağ seçmenden oy devşirmede aramaya başladı. Bu da Fransa sollarını daha fazla böldü. Önce Yeşiller koalisyonu terk etti. Başbakanlığa Manuel Walls’ın getirilmesiyle, güvenlik ve asayiş odaklı bir politika öne çıktı. 


Sosyalist Parti’nin sağ kanadında yer alan Ekonomi Bakanı Macron’un mimarı olduğu ve 2015’te zar zor parlamentodan geçen “İktisadi büyüme ve fırsat eşitliği” yasası, Fransa sol hareketleri ve sendikalar arasında çok acı bir tat bırakmıştı. Sol muhalefet yapılanı, esnek ve güvencesiz çalışmanın simgesi haline gelen internetten taksi çağırma şirketlerinin istihdam pratiklerini yaygınlaştırmak olarak tanımladı.

2016 Şubatı’nda açıklanan İş Kanunu reformu bunun üzerine tüy dikti. Sosyalliberalizmin dozu artık iyice neo-liberalizme dönüşmüştü. Sosyalist Partisi içinde bile büyük bir direniş ortaya çıktı. Walls tasarının bazı maddelerini geri çekti. Bu sefer buna işveren kesimi tepki gösterdi. Tasarının en tartışmalı bölümü olan yasal haftalık çalışma süresi olan 35 saatin esnetilmesi korundu. Bu nedenle mart ayından beri Fransa meydan eylemleri, protesto yürüyüşleri ve bazı işkollarında art arda tekrarlanan grevlerle yaşıyor. 

Değişiklik, fazla mesai süresi ve ücretlerinin tespit edilmesinde işkolu toplusözleşmelerini ikinci plana atarak, işletme seviyesinde yapılacak sözleşmelere üstünlük tanıyor. Bu ise giderek zayıflayan ulusal konfederasyonların gücünü iyice yitirmeleri ve sendikaların zayıf olduğu işletmelerde, emekçilerin daha da korunaksız hale gelmesi demek. 
Ne var ki bu konuda sendika cephesi de ikiye bölünmüş durumda. CGT ve başka birkaç konfederasyon yasaya şiddetle karşı çıkarken, Fransa’nın önemli diğer işçi konfederasyonu CFDT, bu değişikliği destekliyor. Gerekçesi, sendikal mücadelenin makro ölçekte ve ulusal seviyede sürdürülmesinin giderek sendikacılığı zayıflattığı iddiası. CFDT, sendikaların işletme ölçekli, yerel mücadelelere acil öncelik vermeleri gereğini dile getiriyor. 

Bugün Fransa’da, sendikal cephede, “reformistler”le “elde edilmiş haklarınsavunulması”nı öne çıkaranların ayrışması iyice su yüzüne çıktı. Sosyalist Parti de bölünmüş durumda. Elli civarında sosyalist milletvekili hayır oyu vereceğini açıklayınca, hükümet yasa tasarısını parlamentoda oylatmaktan korktu. Anayasanın tanıdığı bir olağanüstü imkânı kullanıp, yasa oylama yapılmaksızın kabul edilmiş sayıldı ve Senato’ya gitti. Hükümet Macron yasasını da aynı şekilde kabul ettirmişti!
Solun solla bu çatışması, aşırı sağdaki adayın kamuoyu yoklamalarında ilk sırada gözüktüğü bir ortamda, 2017 ilkbaharında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için sağın ılımlı adaylarının işini kolaylaştırıyor. Diğer yandan, “sosyalist” hükümetin, güvenlik devletini pekiştirmekten emek piyasasının esnekleştirilmesine kadar neo-liberal uygulamaları hayata geçirmekte sağ bir partiden farkı kalmadığına göre, “sol” etiketini taşıması da anlamını giderek yitiriyor. 

Başka birçok örneğin de gösterdiği gibi, kültürel planda, kimlik politikaları alanında özgürlükçü olmak, solda olmak için yeterli değil. Hele yaşanan kriz ortamında hiç değil!