“Akdeniz’in Paylaşılamayan Adası”

Katar merkezli Al Jazeera Network'ün Türkçe yayın yapan üyesi olan AlJazeera Turk, Kıbrıs’ı konu alan haber dosyaları ile AlJazeera Turk Dergi’yi yayınladı. Dergi tam 11 dosya ile adaya ışık tutuyor.

ADAYA IŞIK TUTTU: Türkiye’de uzunca bir süredir televizyon altyapısını geliştiren ve özellikle internet yayınları ile dikkatleri üzerine çeken Al Jazeera Turk, seçimlerden müzakerelere, kumarhanelerden Türkiye’den ülkemize gelecek suya kadar birçok farklı konuyu bir araya getirdiği Kıbrıs Dosyaları oluşturdu. AlJazeera Turk Dergi’de yayınlanan haber dosyalarında istatistikler, röportajlar, izlenimler ve detaylar kamuoyuna çok geniş bir perspektifte sunuldu. Al Jazeera Turk’un bu dosya haberleri Detay’da.

AL JAZEERA TURK DERGİ’NİN KIBRIS DOSYALARI

  • Kıbrıs’ın kayıpları
  • Çözümsüzlüğün gölgesinde seçimler
  • Adaylar ne vaat ediyor?
  • Ortak acılara paralel yolculuklar
  • Bölünmüş adanın para durumu
  • Akdeniz’in yüzen üniversitesi
  • Kasa her zaman kazanır
  • Doğu Akdeniz gazı: riskler fırsata çevrilebilir mi?
  • Zamanın durduğu yer
  • Kıbrıslı Türkler Türkiyelileri sevmez mi?
  • Kıbrıs suyla barışacak mı?

Olar bölünmüş Ada’nın ortak acısı. Kayboldular, kaybedildiler. Çoğu 50 yıldır bulunamadı.

KIBRIS’IN KAYIPLARI

Onur Erdoğan / Güray Ervin – www.aljazeera.com.tr

Beşparmak Dağları’nın eteğinde, dev Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağına bakan köyünde bulduk Suat Kafadar’ı. “Köye 50 kişi geldi. Okula götürdüler, bir gece kaldık. Sonra Limasol’a götürdüler. Dağın içinde bir yere. Adamlar önceden mi planladı, neydi, hiç sezdirmez sana. Çadırlar vardı işte der ki; ‘Çadırların içinde esirler kalır, oturun burada.’ Oturduk. ‘Battaniye, yemek hazırlayalım, çadırlara götüreceğiz’ dediler. O arada beş kişi taradılar. Biz o sırada 40-44 kişiydik. Hepsi gitti.”

Kafadar, Kıbrıs Harekâtı sırasındaki Taşkent (Dohni) katliamından kurtulan tek kişi. Rum gruplar 14 Ağustos 1974’te Taşkent, Terazi (Zygi) ve Tatlısu (Mari) köylerini basmış, erkekleri esir almıştı. “Silahsızdık. Olup olacağı dört piyade, 10 av tüfeği, birkaç el bombası… Teslim olduk. ‘Esir kampına gideceğiz. Türkiye verince bizim esirleri, biz de sizi vereceğiz.’ dediler.”

Öyle olmadı. Bir gün sonra kurşuna dizildiler. Taşkent katliamı kurbanları yıllarca ‘kayıp’ kaldı. Bugün 61 yaşındaki Kafadar olmasa belki durum hiç değişmeyecekti.

Ortak acı

Ada’da kayıpların tarihi 1960’lara dayanıyor. 1960’ta bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş, Ada’daki İngiliz yönetimi sona ermişti. Bundan sonra milliyetçi Rumlar Enosis[1] amacıyla Akritas isimli örgütü kurdu. Dönemin İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis[2] liderliğindeki örgüt, 1963’ten itibaren Taksim[3] yanlısı Türklerin TMT’si (Türk Mukavemet Teşkilatı) ile çatışmaya başladı. 1964’te Makarios hükümetinin Rumlardan oluşan düzenli ordusu Milli Muhafız da çatışmalara dâhil oldu. Şiddet sivillere sıçradı. Yüzlerce kişi öldü. Ölenlerin büyük çoğunluğunun cesedi bulunamadı.

1967 sonlarında çatışmalar durdu, barış görüşmeleri başladı. Ama çözüm sağlanamadı. 1971’de sahneye Enosis yanlısı bir diğer örgüt EOKA-B[4] çıktı. Yunanistan’daki Yuannidis Cuntası, 15 Temmuz 1974’te Milli Muhafız aracılığıyla Makarios’u devirince EOKA-B darbecilerin safına katıldı. Darbeciler ve EOKA-B, darbe karşıtı komünist parti AKEL ve Makarios yanlılarıyla çatıştı. 20 Temmuz’dan itibaren çatışmalar şiddetlendi. Milli Muhafız, EOKA-B, Türk ordusu ve TMT’nin dâhil olduğu çatışmalar geride yüzlerce kayıp bıraktı.

Simos Dimitriadis’in babası da o kayıplardandı: “Beş buçuk yaşındaydım. Net hatırlayamıyorum. Lefkoşa’da yaşıyorduk. Olaylar tırmanınca babam anneme ‘Çocukları al, köye git.’ dedi. O da hafta sonu geldi. Türk askerleri, ilk işgal (Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 20 Temmuz 1974’te yaptığı çıkarma) başladığında babamla birlikte köydeki diğer erkekleri alıp götürdü.”

Dimitridis Dimitriadis köyünden alınıp götürüldüğünde 56 yaşındaydı. Bir süre sonra bırakıldı, köyüne döndü. Oğlu, götürenlerin ‘Yaşlılara dokunmayacağız.’ diyerek serbest bıraktığını, o sırada köyden kaçıp Lefkoşa’ya gitmeyi düşündüklerini ama araçları olmadığı için dönemediklerini söylüyor.

“21 Ağustos’ta yine geldiler. Köyden birinin Türk kadın ve çocukları öldürdüğünü öğrenmişler. Babamı arabaya bindirdiler. ‘Nereye götürüyorsunuz, daha yeni bıraktılar?’ diye ağlıyordum. Annem kucağında sekiz aylık kardeşimle askerlere ‘Para, altın ne isterseniz veririm, bırakın.’ diye ağlıyordu. Askerler ‘Geri getireceğiz.’ deyip gitti.”

Dimitriadis hiçbir zaman geri dönmedi.

Dimitris Dimitriadis Lefkoşa’nın tanınmış pastanelerinden birine sahipti. Ailesi öldürüldüğünü ancak 40 yıl sonra öğrenebildi. [GÜRAY ERVİN/AL JAZERA]

“Esirler getirilmeye başladığında her gün annemle Ledra Palace’a giderdik. Bir gün dayımla kuzenim döndü. Sorduk, görmemişler. Bir gün bir taksici elinde bir banknotla geldi, üzerinde ‘İyiyim, yakında dönüyorum.’ yazıyordu. ‘Bunu Dimitridis verdi.’ dedi. Sonra anladık ki para almak için yalan söylemiş.”

Dimitridis Dimitriadis, Asha’da (Paşaköy) öldürülenlerden biriydi. Ailesi bundan emin olabilmek için 40 yıl bekledi.

Leyla Kıralp’in hikâyesi de benzer: “EOKA-B arabası kapının önünde durdu. Kayınpederime seslendi, gitti, yüzü kıpkırmızı geri geldi. ‘Ahmet, Ekrem, Muharrem gelin oğlum!’ diye çağırdı oğlunu ve damatlarını. Gelenler çevre köylerdendi. Giderken Ahmet’e dediler ki ‘Yüzüğü ve saati çıkar, karına ver!’ ‘Niçin?’ dedim ben. ‘Hırsızlık falan olmasın’ dediler.”

Kıralp bir yıllık eşi Ahmet Mustafa’nın peşine düşmüş. Önce işçi olduğu Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü’ne sormuş. BM Taşkent’teki okulda tutulduklarını tespit etmiş. Esirler daha sonra otobüslerle Limasol’a doğru yola çıkmış, gerisini Leyla Kıralp anlatıyor: “Otobüslerin arkasında Barış Gücü. Sonra Barış Gücü kaybolmuş. Otobüsler Limasol’a bağlı Pareklişa köyüne sapmış. Orada katletmişler. Bu katliamdan bir çocuk kurtuldu ve o anlattı olayı.”

O çocuk Taşkent köyünde konuştuğumuz Suat Kafadar’dı. O zaman 19 yaşındaydı: “Tarama başlayınca üzerime düştü birileri, beş yerimden yaralandım. Öldüm sandılar. Sonra gittiler, dozer getirip gömmek için. O ara kaçtım. Sekiz gün sekiz gece dağda kaldım. Hiç bilmediğim bir yer. Gidersin bir köy görürsün, Rum. Yakalanma korkun var, her tarafın kan. Ahım şahım Rumca da bilmezsin. Anlar seni, savaş anı, vuracak.”

Kafadar sekiz günün sonunda Mutluyaka köyüne sığınmış. Kızılhaç aracılığıyla İngiliz askeri üssünün olduğu Dikelya’ya götürülmüş. Orada Türk yetkililerle buluşmuş.

Kafadar’ın tanıklığı Taşkent katliamı kurbanlarının bulunmasını sağladı. Ama bu süreç hiç de kolay olmadı. Leyla Kıralp ilk eşi Ahmet’i ve katliamda kaybettiği yakınlarını bulmak için, Dimitriadis ailesi gibi, 40 yıl bekledi.

Kayıp Şahıslar Komitesi

Ateşkesten sonra, taraflar kayıpları bulmak için 1981’de komite kurdu. Ortak kayıp listesi için soruşturmalar yürütüldü. İleride kullanmak üzere kayıp yakınlarından kan örnekleri alındı. Ama liste üzerinde anlaşmak yıllar aldı. Her iki taraf birbirini sayıları abartmakla suçladı. Kayıp Şahıslar Komitesi (CMP) kazı çalışmalarına ancak 2006’da başlayabildi.

Komite bir Rum, bir Türk ve bir BM yetkilisinden oluşuyor. Sorumluluğu gömü yerinde bulunanların çıkarılması, kimlik tespiti, iadesi. Ölümlerden kimin sorumlu olduğuyla ilgili soruşturma yürütmüyor.

Listede 1508 Rum, 493 Türk kayıp var. Komite bugüne kadarki kazılarda 949 kişinin cesedine ulaştı. Şubat 2015 itibarıyla 430 Rum ve 138 Türk’ün kimlikleri saptandı ve ailelerine iade edildi. Kalanların kimlik tespit çalışması sürüyor.

CMP kazıları, tesadüfen bulunan kalıntılara ya da tanık ifadelerine göre yapıyor. Gazimağusa’ya bağlı Çamlıca’da 1 Şubat’ta başlayan kazının lideri arkeolog Gülseren Baranhan çıkış noktalarının tanık ifadesi olduğunu söylüyor: “Şahidi getirdiklerinde bu iki çam ağacının ortasındaki yamacı gösterdi. Yamacın başında durup attıklarını, sonra gömdüklerini söyledi.”

Burada 1974’te öldürülen iki Rum’un cenazesi aranıyor. Kazı uzun, zahmetli iş. Önce büyük iş araçları ana kaya, yani toprağın dokunulmamış tabakasına kadar kazıyor. Bu süreçte arkeologlar topraktan çıkan parçaları inceliyor. Bulguya rastlanırsa makineyle yapılan iş son buluyor ve ellerle kazılmaya başlanıyor.

Kalıntılar doğal nedenlerle dağılabiliyor. Bu, süreci uzatıyor. Kimi zaman bir haftada sonuç alınıyor, kimi zaman aylar sürüyor.

Babasını Kasım 2014’te toprağa veren Simos Dimitriadis siyasilerin konuyu sıcak tutmak için süreci askıda bıraktığını düşünüyor. “Bence çok önceden bildiklerini söylemediler. Art arda kayıplar bulunmaya başladı. Niye daha önce bulmadılar? Niye DNA tespitini önceden yapmadılar?”

Siyasilerin süreci istismar ettiği suçlamaları iki tarafta da duyuluyor. Kuzey’de Rumların çatışmalarda ölenlerin sorumluluğunu Türklere attığı söyleniyor.

Güney ise Türk tarafının askeri bölgelerdeki kazıları sınırlandırmasından rahatsız. Askeri bölgelerde kazı yapılıyor ama Rumlar yetersiz buluyor. Avrupa Parlamentosu Şubat’ta “Askeri bölgelerin tamamını kazıya açın.” çağrısı yaptı.

Kayıp şahıslar Ada’daki çözüm müzakerelerinde çok gündeme gelen bir konu değildi. Müzakere heyetleri liderlerin CMP’yi ziyaret etmesi durumunda vereceği güven yaratıcı mesajların çerçevesini çizmekle yetindi.

Konu Annan Planı’nda oluşturulacak uzlaşı komisyonuna bırakılıyordu. 2004’te referanduma götürülen plana Türk tarafı “Evet”, Rum tarafı “Hayır” demişti.

İlk iade

CMP verilerine göre, ilk kayıp iadesi 2007’de yapıldı. O yıl 37 Rum, 19 Türk’ün cenazeleri ailelerine verildi. 2008’de 46, 2009’da 59, 2010’da 63, 2011’de 38, 2012’de 21, 2013’te 124 kayıp iadesi oldu. 2014’te sayı 157’ye çıktı.

Komitenin BM yetkilisi Paul-Henri Arni, “Son iki yıldaki artışın nedeni teknik.” diyor. “Laboratuvar kapasitesini iki katına çıkardık. Daha çok kişi çalışmaya başladı. Mali durumumuz da iyileşti.”

Komitenin finansmanı büyük oranda bağışlarla karşılanıyor.[5] En büyük bağışçı Avrupa Birliği. Komite 2014’te 4,1 milyon dolar bağış aldı. Kazıların başladığı 2006’dan bu yana yapılan bağışların toplamı 24 milyon dolar.

CMP’nin laboratuvarı Lefkoşa’daki Yeşil Hat’ta. Arkeolojik safha olarak tanımlanan kazı işi tamamlandıktan sonra antropolojik safha denilen laboratuvar süreci başlıyor. Bu süreç de kazı gibi zahmetli. “Bazen kemikleri artiküle (bütün, eklemli) şekilde buluruz, bu durumda eminiz bütün kemiklerin bir kişiye ait olduğundan. Kıyafetleri de üzerlerindeyse ayırmak kolay. Ama genellikle karışık buluyoruz, önce ayırmamız gerekiyor. Sonra yapabildiğimiz kadar vücut bölümleri yapmaya çalışırız. Çünkü aileler mümkün olduğu kadar tam ister.”

CMP Antropoloji Laboratuvarı’nın takım lideri İstenç Engin bir sonraki sürecin ‘genetik safha’ olarak tanımlanan DNA analizleri olduğunu söylüyor. Kimlik tespitini zorlaştıran etkenleri anlatıyor: “DNA analizi yeterli olmayabiliyor. Çoğu mezarda kardeşler var. DNA testleri en fazla ‘İki kardeşten biri.’ diyebilir ama hangisi söyleyemez. O zaman yeniden antropolojik safha buluntuları devreye girer. Diş, boy özellikleri, kırık-çıkık… Bir vakada, iki erkek kardeşi, yakınları kıyafetlerinden çıkardı. Çocukları varsa kolay, onlardan alınan DNA örnekleri çözüyor ama çoğu genç yaşta öldü, hiç çocukları olmadı.”

CMP’nin projesinin son safhası kalıntıların iadesi. Bu, en hassas aşama.

“Ansızın telefon çalar, Kayıplar Komitesi arar, ‘Gelin, görüşmek istiyoruz’ der.” Leyla Kıralp Mart 2014’te defnettiği eşi Ahmet Mustafa’nın bulunduğunu duyduğu anı böyle anımsıyor: “Düşünme yetinizi kaybediyorsunuz. Bir korkudur, bir acıdır; onu tekrar nasıl yaşayacağım, nasıl karşılayacağım bunu? Nasıl öldürüldü, neler hissetti? Nasıl verecekler? Bulunduğu zaman mutluydum; en azından mezarı belli, su dökeriz, çiçek ekeriz, ama bir o kadar da üzüntülü. Genç bir insanın evden çıkıp, şu kadarcık tabut içinde gelmesi ne demektir?”

Simos Dimitriadis de benzer duygular yaşamış: “Çok daha iyi hissediyorum artık. Mum yakabileceğim, yasımı tutabileceğim bir yer var. Omzumdan büyük yük kalktı. Babam onca yıl havada asılı kaldı sanki. Annem her 21 Ağustos yas tutardı, hiç kabul etmedim. ‘Resmen bulunana kadar yapmayacağım.’ dedim.”

‘Barış böyle sağlanır’

Kayıplar Kıbrıs’ın ortak acısı. Yakınları, unutmasalar bile artık affetmek istiyor.

Dimitriadis, “Anneme, teyzeme tecavüz ettiler. Gözlerimin önünde! Bunu asla unutmam. Ama bu sadece onların suçu demiyorum. Bunun artık çözülmesi lazım. 40 yıldır çözülmüyor, bir 40 yıl daha mı bekleyeceğiz?” diyor.

Kıralp de başlangıçta öfke ve düşmanca duygular besliyormuş. Ama artık ‘Barış için affetmek şart.’ diyor: “Defin sırasında 50’ye yakın Rum arkadaşım geldi. İki tarafın acısını dile getiren, barışçıl bir konuşma yaptım. Barış böyle sağlanır. ‘Sen suçlusun, ben suçluyum’ diyerek olmaz.”

1]Yunanistan ile birleşme.

2]Yorgacis Kıbrıs’ı Yunanistan ile birleştirmeyi öngören Akritas Planı’nın da hazırlayıcılarından biriydi.

3] Kıbrıslı Türkleri Ada’daki Rumlardan siyasi ve coğrafi olarak ayırma fikri.

4] EOKA-B, kendisini 1950’li yıllarda İngiltere’den bağımsızlık ve Enosis amacıyla kurulan EOKA’nın (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston: Kıbrıslıların Millî Mücadele Örgütü) 1971’den sonraki devamı olarak nitelendiriyordu. EOKA Kıbrıs’ın bağımsızlığından sonra faaliyetlerini sınırlandırdı. Örgütün lideri General Yorgos Grivas, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Makarios’un Enosis’ten uzaklaştığı düşüncesiyle sürgünde olduğu Yunanistan’dan döndü, EOKA-B’yi kurdu. Amaç Makarios’u devirmek ve Enosis’ti.

5]http://www.cmp-cyprus.org/tr/donors/

(Grafikli anlatımlar ve interaktif sunumların da yer aldığı, Al Jazeera Türk dergi özel uygulamasını iPad ve iPhone’lardan, Android tabletlerden indirebilirsiniz.)

ALJAZEERA TURK’ÜN ONAYI İLE ALINMIŞ VE YAYINLANMIŞTIR