Beraber İçilecek Kahven var mı Rüştü?

Hare Ergen

Yağmurlu bir Mart gününden hepinize güzel bir haftasonu diliyorum.

İnsanların çoğu hayatlarını şartlı tahliye altındaki mahkumlar gibi yaşıyorlar.

Zincirlenmiş, prangalanmış...

Gerçekte; zincir falan yoktur. Sadece yoğun bir şekilde bastırılmış, ötelenmiş, ertelenmiş, ihmal edilmiş şekilde yaşayış ve düşünüş tarzı var. 

Bunu hiç biri farketmiyor, sorun değil zaten. Herkes istediği gibi yaşar...

Sorun şartlı tahliye altındaki insanların; hayatlarını öyle şekilde yaşamayan insanlarla karşılaştıklarında başlar.

Ve günü geldiğinde; gelinen tüm yol kavşakları gibi; insanlar yollarına devam ederler ama yalnız ama beraber...

Biliyorum...Öğrendim...

Hayat sırf birileri incinmesin,

Kırılmasın,

Ayıp olmasın,

Elalem ne der, diyecek kadar uzun olmayabilir...

Vakit varken zincirlerinizden,

Henüz geç olmadan prangalarınızdan,

Kurtulmayı deneyebilirsiniz...

Zincirlerinizden kurtulma düşüncesi size ürkütücü gelse bile, ondan daha da beter olan birşey var; o da ileride yaşayacağınız pişmanlık duygusu olabilir...

Yine de bunu yapacak gücünüz yoksa eyvallah...Bunu itiraf etmek veya kabullenmek te bir farkındalık, uyanıştır...

Bugün size bu yazıyı yazarken, burnuma masamın üstünde yeni yapılmış taze kahvenin dayanılmaz kokusu geldi...Yudumlamadan önce, bir güzel kokusunu içime çektim, ardından aklıma gelenleri sizlerle paylaşmak istedim.

“Biliyor musun Rüştü, seni hep bu varsayımların mahvetti, birinin havası değil. Kahve var mı içeyim? Çok konuşma sabah sabah, kahve koy içelim şöyle karşılıklı  ...Yaşlandım be Rüştü, konuşamadık kahve tadında hala, farkında mısın?

Rüştü doğuştan zincirli...Eşi onu çok sevmesine rağmen, birlikte yürüyemediklerinden ayrılmışlardı. Gel zaman git zaman, arasıra da olsa cinayet mahaline giden kadın, her defasında Rüştü’nün  hala daha bu zinciri kıramadığını gördükçe üzülür... Zincirler sizin fazla uzağa gitmenize izin vermez. Ancak asi ruhlar zincirlerini kırar...

Ve ne ilginçtir ki asi ruhlar genelde tek başlarına yaşarlar...Yalnız olarak yaşamazlar...Sadece tek olarak hayata devam ederler...Sevmek onlar için ciddi bir eylemdir...Çevrelerinde dostları, besledikleri kedi, köpek, kuş gibi hayvanları vardır. Çoğu insandan daha huzurlu, mutlu ve farkındalık içerisinde yaşarlar. Elbette yeri geldiğinde gülmeyi, yeri geldiğinde ağlamayı bilirler...Seçimlerini kendileri yaptıklarından pek şikayet etmezler. 

Charles Bukowski ne demiş; “seçilmiş bir yalnızlık, insanın sahip olabileceği en büyük lükstür”...