Biz uyurken…

Ediz TUNCEL

Biz yok ilahiyat kolejiymiş, yok din dersiymiş, yok elektriğe zammış, yok benzine zammış, yok protokolmuş, yok belediyelerin iflasıymış, yok trafikmiş, yok hükümetin basiretsizliğiymiş (sanki önceki hükümetler çok basiretliydi da…), yok memleket satılıyormuş, yok ganimetçi tayfasının milliyetçilik tantanasıymış, yok Maraş'mış gibi ıvır zıvır işlerle uğraşaduralım, burnumuzun dibinde yeni bir dünya yönetim merkezi kuruluyor ve Kıbrıs da bundan nasibini fazlasıyla alacak…

Nasıl mı?

Anlatalım.

Amerikan emperyalizmi artık bölgemizde yeni ve köklü bir boyut kazanıyor…

Kuzey Irak'ta, Erbil'de dünyanın en büyük Amerikan elçiliği ve askeri üssü inşa ediliyor.

Hangi Kuzey Irak bu?

Fazla da uzak değil, fazla da ırak değil, hemen yanıbaşımızdaki Irak'ın kuzeyi işte…

Hani Türkiye her Amerika'ya diklendiğinde Türkiye'nin askerinin, diplomatının saldırıya uğradığı Kuzey Irak…

Abdullah Gül döneminde Güneydoğu Anadolu'dan bir Amerikan tümeniyle Irak'ın kuzeyinin işgal edilmesine izin verilmeyince Amerikan askerleri Türk askeri üssünü basıp, 11 askerin kafasına çuvalı geçirip tutukladı, çektiği fotoğrafı da dünyaya servis etti…

Arkasından Türkiye Kuzey Irak ve Suriye'nin kuzeyinde işlerin çığırından çıktığını görünce ve durumdan şikayetçi olmaya başlayınca, Amerikan emperyalizminin bir başka uşağı IŞİD Musul'daki Türkiye konsolosluğun saldırdı ve 49 kişiyi esir aldı…

Arkasından Türkiye Amerikan emperyalizmine savaş açtı, Rusya ile işbirliğine gitti, S-400'leri aldı, hava savunma sistemlerini oluşturmaya başladı,  yani uluslar arası ticari faaliyetlerinin 54%'ünü yürüttüğü komuşusu ile askeri bakımdan da yakın ilişkiler içine girmeye başladı, Amerikan emperyalizminin besleme katilleri Kuzey Irak'ta kendi halinde bir Türk diplomatını yemek yerken kurşuna dizdi…

Bizimkiler de fazla gecikmeden bu çapulcuları kurşuna dizdi, çok da iyi etti, çapulcu tayfası rüzgar ekerlerse fırtınada biçileceklerini bilsinler…

Neresi bu Kuzey Irak? Amerikan emperyalizminin ve uşaklarının cirit oynattığı yer mi?...Evet orası!

O bölgede Amerikan emperyalizminin haberi olmadan sivrisinekler bile uçamaz, kaldı ki Amerikan emperyalizminin kuklaları kafalarına göre suikast düzenleyecekler!

Yok öyle bir dünya!

Peki, Amerikalılar dünyanın en büyük elçiliğini ve askeri üssünü Kuzey Irak'ta niye inşa ediyorlar!

Esas soru bu…

Türkiye Afrin'e girerek Kuzey Irak'tan İskenderun körfezine kadar Suriye'nin kuzeyini de içine alacak şekilde bir hat oluşturulmasını ve burada Amerika'nın kuklası olan PKK/PYD kontrolünde özerk bir Kürt devleti kurulmasını kısmen engelledi.

Bu konu dünkü bugünkü mesele de değil, ta 1914 yılında Wilson Prensipleri'ne girmiş, sonrasında ise Sevr anlaşmasına da sokulmuş, en az 100 yıllık geçmişi olan bir konudur.

Sadece 100 yıl sonra hatlarının kesin olarak oluşturulması zamanı gelmiştir, bu da Büyük Ortadoğu Projesi denen rezillikler ve vahşet projesiyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Şimdi, bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin ABD'nin ebedi ve ezeli rakibi Rusya ile işbirliğine gitmesi demek, Amerikan emperyalizminin bölgede çok ciddi şekilde tökezlemesi demektir…

Ancak ABD bu hamleden korkup da daha yumuşak bir politika izler mi?

Asla izlemez, mümkün değil, 1945'den beri dünyayı dizayn etmeye odaklanmış bir süper güç Türkiye'nin hamlelerinden çekinmez, ancak daha da agresifleşir.

Peki ne yapar?

1963-1974 arasında yaptığını, sonrasında PKK ile yaptığını, sonrasında IŞİD ile ve dahası sayısını artık bilmediğimiz kadar yarattığı ve silahlandırdığı çapulcu terör örgütleriyle yaptığını yapar, bu çapulcu sürülerinin eliyle sürekli Türkiye'nin başına bela saracak terörist organizasyonlar yaratır…

Mesela bugün Türkiye'nin içinde kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan en az 4 milyon, hatta 5 milyon Suriyeli var, Türkiye'ye hem maddi hem de manevi yönden çok büyük külfet getiriyorlar, Türkiye'nin bunlara yaptığı harcama birkaç yıl içinde rahatlıkla 100 milyar dolara dayanmıştı,  bunların içinde Suriye'de Amerika'nın oluşturduğu terörist organizasyonlarda yer almış Allah bilir kaç tanesi var ve şu anda sinmiş, gelecek olan talimatı beklemededir.

Sadece bunları Türkiye'nin içinde harekete geçirseler, Türkiye'nin içinde birbiri ardına terör eylemleri başlayacak, arkasından da zaten son yıllarda fena halde darbelenmiş olan turizm faaliyetleri yine duracak, milyarlarca dolar zarar olacak, Türkiye ekonomisi daha bir-iki sene önce olduğu gibi yine resesyona girecek.

Çok mu zor? Hiç değil, dengeler o kadar kırılgan ki, hiç değil…

Hatırlayın, PKK geçmişte birkaç kez Antalya ve Ege bölgesinde turistlerin arasında bombalar patlatmıştı, turistleri öldürmüştü, bir anda otellerin yarısı boşalmıştı…

Taktikleri çok iyi tutmuştu ve bal gibi de yine tutabilir, dört dörtlük mevcut ortam var.

Gelelim enerji siyaseti hikayesine…

1974'de Yunanistan'daki Albaylar Cuntası ABD'nin Yunanistan'daki, özellikle de Mora'daki askeri üslerini kapatmıştı, Rusya ile yakınlaşma sinyallerini açık açık vermişti…

Cunta'nın cezası çok hızlı ve feci oldu, önce Türkiye eliyle Kıbrıs'ta dayak yediler, sonra da devrildiler.

Şimdi ise Kıbrıs Türkiye'yi cezalandırmak için kullanılıyor, 1974 tersine döndürülüyor.

Denktaş'ın bütün itirazlarına rağmen (kendisini haklı bulduğum tek noktadır) İsmet İnönü'nün eliyle 4 Mart 1964'de 186 sayılı BM kararına imza atılarak Kıbrıs Cumhuriyeti Rumlara resmen teslim edilmişti, hayatında tek bir siyasi başarısı olmayan, Atatürk olmasaydı siyasi ve askeri hayatı daha başlamadan bitecek olan İnönü'nün aklı ancak o kadarını kesebilmişti, çünkü İngiltere ve ABD İnönü'ye öyle birşey olmayacağına dair "sözlü garanti" vermişti ama "yazılı" olarak kendi eliyle hem Türkiye'ye hem de bize okkalı bir kazık atması sağlanmıştı, bugün bile çıkaramadık…

Şimdi ABD Rumları ve AB'yi kullanarak enerji siyaseti yoluyla Türkiye'yi bir taraftan Rumlara ve AB'ye dövdürüyor, diğer taraftan PKK/PYD eliyle terör yoluyla sürekli taciz ediyor.

Türkiye'yi sistematik bir şekilde bir darboğaza soktular.

Elbette bu gidişatta Türkiye'nin önünü göremeyen, çevresinde dönen dolapları algılayamayan, zaman zaman çok ciddi akıl tutulmasına uğrayan ve sadece gündelik siyasetle ülke yönetmeye çalışan yöneticilerinin ve muhalefetinin de payı büyük.

Üstelik bu "pay" ve durum, bölgede her türlü emperyalist emeller için bulunmaz bir nimet!

Amma ve lakin, şu anda Doğu Akdeniz coğrafyasında tarihin en büyük güç çatışmalarından biri yaşansa da, Türkiye'nin kilit bir rolü de var.

Doğu Akdeniz'deki enerji temelli çıkar çatışmasında Türkiye'yi yanına alan Türkiye'nin jeopolitik konumu nedeniyle  kesinlikle karlı çıkan taraf olacaktır.

Amerika'nın ve NATO üyesi ülkelerin ayak oyunlarından usanan Türkiye Rusya'ya yanaştı, ve Rusya'nın en azından son yüz yıldır arayıp da bulamadığı fırsatı Rusya'ya verdi…

Artık Rusya sadece Suriye üzerinden değil, Türkiye üzerinden de Doğu Akdeniz'e inmiş bulunmaktadır.

Bugünkü şartlar altında, Amerika'nın ise Kuzey Irak üzerinden gelerek, Suriye'nin kuzeyinden geçerek,  Akdeniz'e ulaşacak bir kukla Kürt devleti kurma hesabı,  yani evdeki hesabı da şu anda çarşıya pek uyacak gibi değildir.

Diğer taraftan Türkiye Kıbrıs'ın çevresine sondaj gemileri göndererek Rumları sıkıya sokmaya çalışmaktadır.

Bu da işe yarar bir yöntem değildir, çünkü Rumların Rusya dahil, Amerika, İngiltere, Fransa ve İsrail ile çok sıkı askeri, ekonomik ve siyasi ilişkileri vardır.

Her ne kadar ABD Rumlar yoluyla Türkiye'ye dert çıkarıyor olsa da, sadece Rumların üzerine gidilerek kapının arkasındaki esas yönetmenin rolünü görmezden gelmek, ancak o yönetmenin ekmeğine yağ ve bal sürülmesi demektir.

Kıbrıs'ta yapılacak olan tek bir şey vardır, o da 11 Ekim 1991 tarihli ve 716 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı doğrultusunda (ki bizim taraf bu kararı hiçbir gerekçe gösteremeden ve sadece "Rum yanlısı" diyerek şiddetle eleştirmişti, Rumlar ise "Türk tezleri yanlısı" olduğunu düşünerek mırın kırın etmişti-bana göre iki tarafa eşit mesafededir ama Türklerin kuzeyde kurdukları ganimet politikasına, Rumların ise devlete tek başına sahip çıkma politikasına ters düşmektedir) bir adım atmak ve sonrasında Rumlarla askeri ve ekonomik konularda uzlaşı yoluna gitmektir.

Türkiye ile işbirliği yapan Rusya'nın taraflara karşı nötralize olması beklenebilir, ama tam tersi de olabilir, Türkiye'nin sıkıda olduğunu görerek Rumlara karşı eski sıkı dost pozisyonunu koruyabilir, eski dost düşman olmaz diyebilir, iki tarafı da dengeler kurarak oyalayabilir, arada kendi çıkarına odaklanabilir,  ki ben olsam öyle yaparım.

Türkiye'nin enerji siyasetinde rolünü artırabilmek için ileriye dönük bir yatırım olarak Kıbrıs'ın kuzey sahillerinde ekonomik ve savunma amaçlı bir veya iki deniz üssü oluşturulabilir, S-400'lerden bir batarya da ilerde başımıza düşmesi yine muhtemel olan serseri füzelere karşı Karpaz bölgesine konuşlandırılabilir.

Bunu Rumlar pek hoş karşılamayabilir, ancak kendileri de adanın güneyini Aspides füzeleriyle, ve muhtemelen S-300'lerin bir kısmıyla donattılar bile, İngiliz üslerindeki Patriotlar da cabası…

Birkaç tane de Kuzey Kıbrıs'ta olursa fazla olmaz!

Ancak bunun için boş beleş işlerle uğraşmayı ve gündem doldurmayı adet edinen "bizimkilerin"  kafasının birşeylere ciddi ciddi "basması" lazım…

Yoksa, Anastasiadis gibiler, her ne kadar emperyalizm ve enerji savaşının en dibinde olanlardan olsalar da, rollerini hakkıyla oynamaya devam edecekler ve bizimkileri parmaklarında oynatmaya (Özersay-Akıncı polemiğinde olduğu gibi), kılıktan kılığa sokmaya da devam edeceklerdir…

Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs'ın ABD emperyalizmine ve Rumların akılcı hamlelerine karşı atılacak, onları en azından bir çözüme zorlayacak, diğer taraftan bugüne kadar uygulanan "bodoslama" saldırı veya misilleme yöntemlerine tam ters, akılcı ve diplomatik çok adım var ama durup da rüzgara ıslık çalar gibi uzun uzadıya bunları buradan yazmayacağım…

Bizi yönetenler madem "çok akıllıdırlar", ömrümüzü tüketeceklerine, maddi ve manevi değerlerimizi yerle bir edeceklerine, çocuklarımızın geleceğini çalacaklarına, Anastasiadis'in maskarası olacaklarına,  biraz dünya gerçeklerini görüp,  gözlerinin içine içine giren çözümleri de bulsunlar, cesetleri varsa uygulasınlar…

Biz uyurken ve kafasını kuma gömmüş toplumlarımızı da uyuturken dünya uyumuyor…

Kendi yöntemleriyle bizi 1955,  1963 ve 1974'deki gibi,  12 Eylül 1980'deki gibi, 1991'deki gibi, Arap Baharı denen çapulculuklar ve vahşet sürecindeki gibi,  15 Temmuz 2016'daki gibi 70 senedir süren Yeşil Kuşak ve BOP tezgahlarıyla "uyandırırlarsa", biz de bu şekilde uyandırılmak için uyumaya devam edersek, inanın hiç hoş olmayacak…