BU HAFTA SİZE KIRLANGIÇLARIN SELÂMI VAR!

Mesut GÜNSEV

Bu hafta kısa iki öykü var… Kırlangıç kuşları hakkında…Hani göçmen kırlangıçlar…yazları gelirler, çabuk hareketli, uçuşlarla güzel kuyrukları ile ”merhaba” der ve kaçarlar… Hep telâşlıdırlar… Belki de sürekli bir yuvaya sahip olamamanın verdiği bir telâştır bu…

Kırlangıçları Hatay’ dan Mustafa Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Yiğit hatırlattı bana... İlk öykü yıllar önce Türkiyede yayınlanan haftalık efsane haber dergisi Nokta’nın Genel Yayın Yönetmeni Fikri Nazif Ayyıldız‘ın bir köşe yazısından almış; onu çok erken kaybettiğimiz hafta sizlerle paylaşmıştım...Sevgili Abdurrahman Yiğit Hoca buna M.Tarık Çetin imzalı bir gönderi daha eklemiş “Kırlangıçları Hep Sevdim” başlıklı… İşte önce özlemle andığım Fikri Nazif Ayyıldız’ın anlatısı;

 

KAÇ KIRLANGIÇ KOVALADINIZ?

 

Kırlangıcın biri, bir adama âşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra, küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş:

- Tık... Tık...Tık...
Adam cama bakmış. Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telâşını bastırmaya çalışarak, deriiin bir nefes almış, şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış:

- Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım.

Adam birden parlamış:

-Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam.

Demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş:

-Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana âşık olur mu? Kırlangıç mahcup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş gülümseyerek, bir kez daha şansını denemiş:

-Adam, adam! Hadi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam! Adam kararlı, adam ısrarlı:

-Yok, yok ben seni içeri alamam.

Demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş; lafı kısa kesmiş:

- İşim gücüm var, git başımdan!...

Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş:

-Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem de sen de yalnızsın; yalnızlığını paylaşırım.

- Demiş.


BAZILARI GERÇEKLERİ DUYMAYI SEVMEZMİŞ!

Adam bu “yalnızlık” meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş:

-Ben yalnızlığımdan memnunum.

Demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş…

Kırlangıç, son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş:

-Hay benim akılsız başım; demiş. Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma, keyifli vakit geçirirdik birlikte…

Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş:

-Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.

Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş, ama boşuna...


Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş, ama gören olmamış. Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki:


-"KIRLANGIÇLARIN ÖMRÜ 6 AYDIR..."

 

***

HAYATTA BAZI FIRSATLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ ELİNİZE GEÇER VE DEĞERLENDİRMEZSENİZ UÇUP GİDER!
HAYATTA BAZI İNSANLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ KARŞINIZA ÇIKAR; DEĞERİNİ BİLMEZSENİZ KAÇIP GİDERLER!
VE ASLA GERİ DÖNMEZLER!


Dikkatli olun...
Farkında olun...
Ve bir düşünün bakalım;
Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?


Şimdi de sırada M. Tarık Çetin’in öyküsü var:

KIRLANGIÇLARI HEP ÇOK SEVDİM

“Kırlangıçları hep çok sevdim.

Ayvalık'ta bir açık hava otelindeyim, resepsiyon da açıkta.

Resepsiyonun köşesinde bir kırlangıç yuvası var; üç yavru, kafalar dışarıda, gagalar açık.

Anne ve baba gidip gelip yiyecek getiriyorlar ve ayrı zamanlarda geldikleri için birbirlerini görmüyorlar.
AİLE BAĞLARI

Anne birinci yavruya yem veriyor, birazdan baba gelip ikinciye, anne tekrar geldiğinde üçüncüye, baba gelip birinciye. İnanılır gibi değil; sırayı hiç şaşırmadılar: ADALET.

Akşama doğru sudan çıktım, baktım yuvaya siyah bir kedi yaklaşmış.

O ufacık ana-baba canhıraş bir şekilde dalıp-çıkıp kediyi uzağa kadar kovaladılar: CESARET.

Otel sahibi şunları anlattı:

Bahar başlarında göçten döndüklerinde yuvanın bulunduğu bölümün kapalı olduğunu görünce, resepsiyon görevlisinin kaldığı odaya girip-çıkıp onu uyandırmışlar: AKIL.

Sabah su içmek için fıskiyenin üzerinde dolaşıp çığlıklar atıyorlardı, taa ki fıskiye açılana kadar: İLETİŞİM.

Yuvalarını öyle bir yaparlar ki, yıllarca dayanır: KALİTE.

Yazları sıcak ülkelere göçerler: YENİLİK.

Onların yaptığı yuva, diğer kuşların saman çöplerini üst üste koyarak yaptığı dingildik yuvalara hiç benzemez.

Benzer bir yuva yapabilen başka bir kuş yoktur: FARKLILIK.

Hiç kırlangıçları bir yerde pineklerken hatırlıyor musunuz?
Devamlı uçarlar: ÇALIŞKANLIK.

İnanılmaz hızlıdırlar, su zerresini havada yakalarlar: HIZ.

Binlerce kilometre uzaktan hep aynı yuvaya dönerler.
Ömürlerinin sonuna kadar yuvalarına bağlıdırlar: YURT SEVGİSİ.

Ben kırlangıçları hep çok sevdim.

Uyuşuklaştırılmaya çalışılan yeni nesil Türk gençlerine,
zekâsı yeterince mevcut ama cips-kola-hamburger-play-station oyunlarla dünyaları basitleştirilmeye ve daraltılmaya çalışılan,


Her yerde cep telefonu ile konuşma ve ipod ile pop müzik dinlemeye sevk edilerek kulaklıkla dolaşıp, yerde yatan kaza yapmış yaralıya bile bakmadan geçebilecek duyarsızlığa kanalize edilen,

Survivor- kutu kutu manyaklıklarını kaçırmayan ama -hakiki - haberleri izlemeyen,

Babası çalıştığı fabrika kapandığı için işsiz olduğu halde alış veriş merkezlerinde her şeyi ithal kullanmaya alıştırılmak istenilen bu güzel ülkemin geleceği, aydın gençliğimize bir sinyal, bir başlangıç olsun...

Kuş kadar bile olamayanlara...”

Teşekkürler Prof. Dr. Abdurrahman Yiğit hocam gönderilerin için... Sağ var ol…

Selâm olsun güzel Kıbrıs’tan… güzel Anadolu’ya…