Çocukluğumun Lefkoşa’sı...

Hare Ergen

“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma... Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de...”  Konstantinos Kavafis

Geçenlerde yolum düştü. Arabayı Selen Otopark’a park edip gideceğim yere yürürken bir kez daha hepsi olmasa bile bir kısım çocukluk anılarım gözümde canlandı.
Babamın ilk dükkanı Saray Hotel’in arkasındaydı. Orası bizim için manevi olarak çok şey ifade ederdi.
Daha sonra babam hem işleri büyüttü hem de dükkanı Lefkoşa Gönyeli tarafına taşıdı. Saray Hotel’in oralarda yürürken, bizim ilk dükkanın önünden geçtim. Aklıma orada yaşadıklarımdan birkaçı geldi. Mesela İstanbul’dan dönerken beraberimde getirdiğim siyam kedim “Canım”...Babama yardım etmek için hergün dükkana giderdim. Böyle  günlerden birgün, kedimi de ne hikmetse yanıma aldım. 
Sanki evde kalırsa beni özleyecek, yanımda olduğunda en azından yabancılık çekmeyecek gibi düşündüm, sonuçta onun tamamen yabancı,  benim içinse doğduğum topraklar olsa bile ilk zamanlarda yabancılık çektiğim yerlerdi...
Maalesef kedimi dükkanın önünden birisi aldı ve bir daha ondan haber alamadık...
Benim için çok üzücü bir zaman dilimiydi. Kedim benim çocuğum gibiydi. Üstelik yıllardan sonra döndüğüm memleketimde bunun olması beni büsbütün üzmüştü.
Bir hafta boyunca gece ve gündüz kuzenlerim ile kediyi aradık fakat bulamadık. Daha sonra öğrendiğimiz üzere, o gün kedim dükkanın önündeki küçük bir sandalyenin üzerindeyken, yoldan geçen birisi kediyi kucağına alıp oradan uzaklaşmış. Çok güzel bir kediydi. Siyam kedilerinin, kendilerine has bir güzelliği vardır. Biblo gibi, heykel gibi saatlerce dururlar...Kedim insanlara yakındı...Benim İstanbul’dan türlü türlü engeller ve zorluklarla getirdiğim kedim, bir su tanesi gibi, yabancı birinin kucağında yeni bir yaşama doğru adım atmıştı...
Bunda hatalı olan bendim. Böyle bir riske girmenin sonuçlarına katlanıp acımı içime gömdüm...Bizim dükkanın olduğu sokakta Evkaf Dairesinin de binaları vardı. Yine yolun sonunda Rüstem Kitabevi vardı. Bugün orası yine kendi benliğini koruyarak ufak tefek değişikliklerle Lefkoşa’nın güzel mekanlarından birisi haline geldi...Akile ve Ali Rüstem’i özüne dokunmadan bizlere böyle bir mekan kazandırdıkları için onları tebrik ederim.
Biraz daha ötede Sabır Köftecisi var. Yalnız oraya gelene kadar Rüstem Kitabevini geçtikten sonra, eskiden Dedezade diye bir kumaşcı dükkanı vardı. Kumaşları çok severdim. Bazen annemle oraya giderdik kumaş almaya...Kendimi kaybederdim. Çocukken hayal kurardım hem de fazlasıyle...Kumaşların dokusu, kokusu ve renkleri ile hemen kafamda bir hikaye yazardım...
Oradan çıktıktan sonra sağ tarafta Büyük Hamam vardı. Hala duruyor. Onu geçtikten sonra sağ tarafa döndüğümüzde ayakkabı tamircisi var. Hatırlıyorum rahmetli babam ile oraya bazen giderdik. Duvarlarında Yılmaz Güney’in resimleri olan bir tamirciydi, Türkiye’den adamıza yaşamak için gelen birinin olacak burası...Hatırlıyorum o tamirciye ilk girdiğimde şaşırmıştım. Ayakkabı tamircisi ile duvarlarda olan resimlerin, yazıların ilgisini...Bu yer hala duruyor. Seviyorum ben böyle zanaatkar yerleri...Eski ile aramızdaki bağı koruduklarını düşünüyorum.  
Onu geçtikten sonra köşede otopark var. O otopark ile ilgili ayrı bir yazı yazacağım. Sabır Köftecisi de tam bu bahsettiğim otoparkın karşısında...
Yazıma haftaya devam edeceğim. Lefkoşa’nın düş bahçeleri bir seferde bitecek kadar kısa  olmamalıdır...Yazımı yine Konstantinos Kavafis’in dörtlüğü ile bitiriyorum...
“Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin
'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, 
boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede...”