Günler sonra güneşi görünce zamanı değerlendirmek istedim. Cumartesi olunca da bu istek bende tavan yaptı. Ve yine fırsat buldukça yaptığım şeyi yaptım. Okan Dağlı kadar olmasa bile.. Doğup büyüdüğüm Mağusa’nın surlariçi diye bilinen bana göre dünyanın sayılı güzellikleri arasında ki yerini almış o muhteşemliğe kendimi bıraktım. İlk durağım Namık Kemal Meydanı oldu. Namık Kemal’in ömrünün yarısını geçirdiği meydan. Her Mağusalı gibi her karesinde anılarımı gördüğüm meydan. Babam’ın ben çocukken elimden tutup beni götürdüğü meydan. Benim çocuklarımı elinden tutup götürdüğüm meydan. Dedemi, babamı ve birçok sevdiğimi sonsuzluğa uğurladığım meydan. Böyle de bir meydan işte.. Sevinçleri, coşkuları, hüzünleri,hep birarada tutmayı başaran bir meydan. Bir tarih.. Baktım ki Kamil Sertoğlu Hocam sabah kahvesini yudumluyor. İçine buram buram Mağusa’yı çekerek. Selamlaştık, birbirimize hal hatır sorduk. Karşılıklı kahve içemedik Kamil Hocamla ama içmiş kadar olduk. İnşallah başka bir sefere deyip yürümeye devam ettik. Saatimin kolanı da kopmuştu bu arada,biraz da onu vesile ederek önce Mağusa’nın 7’den 70 sevip saydığı sembol esnafı,yıllardır Namık Kemal Meydanı ile bütünleşen ve her zaman kendisini tanımaktan büyük onur duyduğum nam-ı değer saatçı Salih, Salih Oktay dostumun mağazasına uğradım. Salih Oktay aynı zamanda Mağusa Belediyesi Meclis Üyesi de. Halkla bütünleşen.Fenerbahçe deyince akan suları durduran çok değerli bir Mağusalı.. Yalnız o mu? Değil tabi. İyi bir eş, iyi bir aile babası. Emcet’in babası. Rahmetli dedesi Emcet efendinin ismini koymuşlardı ona. Benim Oktay ailesindeki en küçük dostum kendisi. Uzun bir süredir Emcet’i göremiyordum. Ama haberlerini alıyordum. Bu vesile ile onu da sürpriz bir şekilde görme fırsatım oldu. Ve tabi ona sarılma bal yanaklarından öpme fırsatım oldu. Yakışıklı kocaman bir adam olmuş. Çok mutlu ayrıldım oradan. Yürümeye devam ettim. Bir başka değerli dost, Mehmet Dal’ın mağazasının önünde klasik Cumartesi sohbetleri çoktan başlamıştı bile. Ferdi Sabit Soyer her zamanki gibi yerini almıştı.Karşısında Ali Alnar, Kenan Tuncay neşeli bir sohbetin parçaları olmuşlardı. Yanlarına gittim seslendim. Hal hatır sordum. Ferdi Bey yanındaki sandalyeyi işaret etti oturmam için ama maalesef oturamadım. Sohbetlerine ortak olamadım. İnşallah başka sefere deyip yürümeye devam ettim. İstiklal caddesinin Akkule dediğimiz Mağusa Kapısına doğru istikamet belirledim. Derken yine değerli bir dostum Hüseyin Akterzi’nin yanında soluklandım. Üç beş dakika da onunla eski günleri yadettik. Başka bir sefere görüşmek üzere oradan da ayrıldım. Yola devam derken, az ilerde yine Mağusa’nın müdavim simaları ile karşılaştım. Hulisi İpekçioğlu, yıllarım esnafı. Derken yanımıza Kasım Uluçay’lı da geldi. Konu tabi ki surlariçi. Ve yönetenlerin ilgisizliği. Esnafın kaderine terk edilişi. Onlarla uzun uzun sohbet ettik. Sıkıntılarını anlattılar. Dinledim. Bunları elbette daha kapsamlı olarak bir başka yazıda sizlerle paylaşacağım. Bu insanlar yıllardır ayakta kalmak için mücadele veriyorlar buralarda. Lakin yetemedikleri durumlar oluyor. Merkezi ve yerel yönetimlerin yükümlülükleri arasında olan, fakat yerine getirilemeyen işlerden dolayı mağduriyet yaşıyorlar. Oysa ufak tefek dokunuşlarla birçok sorunlarının geride bırakılabileceği işlerden. Notlarımı alıyorum tabi, ve yoluma devam ediyorum. Büyük bir keyif alarak. Derken bir başka değerli dostum Mustafa Denizer ile karşılaşıyoruz. Selam, sabahtan sonra ilk konu Mağusa Türk Gücü’ne geliyor. Hisarın üstünde görüşmek üzere deyip oradan da ayrılıyorum. Ve bir Cumartesi günü daha eşsiz güzellikte ki surlariçi turunda güzel insanlarla sohbet etmenin verdiği hazla oradan ayrılıyorum.