Gerekçeli Gerçekler

Nesip NALCIOĞLU

Önümdeki siyah beyaz bir fotoğrafa bakıyorum; Burası, etrafı çepeçevre teller ile çevrilmiş askeri bir merkez… Dağların arasında, en yakın yerleşim yerinden kilometrelerce uzakta kurulmuş… Askeri düzenle inşa edilmiş, damları karla kaplı küçük ahşap binaların çevrelediği bir avluda toplanmış ve sıraya dizilmiş sivil insanlar, Kimisi doktor, kimi avukat, kimi öğretmen… Yanlarında çocuklar, yaşlılar, devlet eliyle, evlerinden sökülüp alınmışlar, en azından iki yıldır tutsaklar… Nöbet tutan askerlerin gözetiminde yapılan sabah sayımı… Yıl 1943… Yer, Kaliforniya, Amerika, resmi adı ile Manzanar Savaş Yeniden Yerleştirme Kampı, Ama bildiğiniz toplama kampı işte, Alman malı da değil yani, yıldız ve çizgili Amerikan bayrağı dalgalanıyor girişinde. Amerika’nın her yanından toplanan Japonların hapsedildiği kamplardan biri… O kadar basit, o kadar korkunç… Şimdi, bu girişi yazarken sizinle paylaşmak istediğim asıl nokta, hani o çok değer verdiğimiz, hatta çok övündüğümüz tarih bilgilerimizin var ya, onların değerini tartışabilmek içindi. Örneğin; tarihin en ustaca “saklanmış” gerçeklerinden biri olan bu kamplardan birçok kişinin haberi olmaması bu yüzden önemlidir. Düşününün ki, haklarında ne bir film yapılmış, ne bir roman yazılmıştır. Sanki hiç olmamışlar gibi… Tarih, öyle bize anlatıldığı kadar kolay tüketilir değildir. Hep daha derin, daha karanlık ve aldatıcıdır. Birçok detayı hep bizden saklanmıştır… Dahası, bu gerçekleri saklamaya cüret edenler, aslında bu işlevi arşivlerin tozlu raflarına saklayarak da yapmazlar. Daha da ileri giderek, hareketlerinin “haklılıklarını mantıklı gerekçeler” ile güçlendirerek, kabul edilir ve açıklanır seviyelere getirirler. Yani; aslında bu hikâyeler ortadadırlar da, yine de seni olanların “doğal, normal, ya da haklı” olduğuna inandıracak birçok sebep daha daortadadır ve inanırsın. İşte bu yüzdendir ki, yapılan her suçun, her mezalimin, her kötülüğün, arkasında insanların, “ama” diye anlatmaya başladığı sebepleri vardır. Bu, öylesine güçlü bir yapıdır ki, yaratıldıktan sonra, tüm bu meseleler daha yaşanırlarken gerekçeleri ile kendi kendine ana kültürün bir parçası olur ve daha yeni ve daha başka sonuçların üretilmesinde kullanılan bir yapı taşı olur ki, bizler kendinden sonra gelen hikâyeler de boğuşurken çoğu zaman geriye dönüp temel gerçekleri araştıramayız bile. Kısacası, gerçekler önce yaşanırlarken çarpıtılır daha sonra da tarihin içinde bu halleri ile yer alır. Ve bu Yerleşen kültürün içine yetişen bireyler, öğretmenler, araştırmacılar ve tarihçiler,yaşananları bu halleri ile kabul eder ve sonra da tarihi bu hali ile öğrenir ve öğretirler. Ve en sonunda bu, kendiliğinden “gerçeğe” dönüşür. Bu, durum içinde yaşadığımız her an için geçerli olabilir. Düşünün bir, Almaların Yahudiler için, Amerikalıları ise Japonları kamplara kapatmak için “gerekçeleri” yok muydu? Avrupa’da kurulan Afrikalı Parklarının, işgal edilip yağmalanan coğrafyaların yok muydu? Elbette vardı! Söylemek isterim ki, bu ülkede yabancılaşma var, etnik ve cinsiyetçi ayrımcılık var. Bu ülkede de ırkçılık var. Peki, bizim sebeplerimiz var mı? Peki, o zaman? Bizim aklımızdaki öfke ve nefretler için sıraladığımız “gerekçelerimizin” aslında kaçı gerçek, kaçı yalan? İşte o yüzden, belki deinandıklarınız da, duyduklarınız da ve sebeplerinizde haklı değilsiniz. Belki dekandırıldınız, uyutuldunuz ve yanılıyorsunuz. Çünkü kötülüğün, dışlamanın, ötekileştirmenin haklılığı yoktur, ancak kötülüğü vardır. Ve siz de, yaptıklarınıza, onların yaptıklarına, “mantıklı” sebepler buluyorsanız, ya hala daha kandırılıyorsunuz, ya da siz de kötülüğün bir parçasısınız… Olmayınız