Hükümete ve “tüccara” tavsiyeler

Ediz TUNCEL

Sözde adını bile sevmediğim, bütün bayramlar içinde tek hoşlanmadığım, benimsemediğim bayram olan Kurban Bayramı’nın tatil “keyfini” çıkarıyoruz, nasıl bir tatilseydi…

Ortalıksa tamtakır kuru bakır, bazıları kapıdaki felaketin hala farkında olmadığı için isterse dünya yansın bana ne diyerek keyfine bakıyor, cevizcinin çuvalından harcıyor, bazı vatandaşlar da eve kapanmış kara kara düşünüyor,    bazı market sahipler ise akıl almaz boyutlara ulaşan elektrik faturalarından ve toptancı tüccarın kafasına göre fiyat belirleme politikasından bıkıp usanarak marketlerini satışa çıkardı bile…

Aylar önce Türkiye’deki siyasi ve ekonomik akılsızlıkların bedelini çok ağır ödeyeceğimizi ve gerekli tedbirler hemen alınmazsa resmen batacağımızı defalarca yazmıştık, bangır bangır söylemiştik,  görünen köy kılavuz istemiyordu, resmen Türkiye ile birlikte battık…

Türkiye’nin mevcut iktidarı 15 senede üretime ve ihracata dayalı bir ekonomi politikası yerine tüketime, ithalata, elde avuçta ne varsa satmaya ve sıcak paraya dayalı bir ekonomi politikası geliştirdi, işin kolayına kaçtı, ekonomi tekerleğini tersinden döndürmeye çalıştı,  en sonunda da duvara tosladı.

Papaz mapaz hikaye!!!

Cevizcinin çuvalından oynamak kolaya geldi, iç dış borçların toplamı trilyon doları geçti, sadece önümüzdeki bir yıl içinde ödenmesi gereken borç 200 milyar doların üzerindedir ki bu kafayla Türkiye’nin bunu ödemesi imkansızdır, ekonomik kriz son birkaç yıldır resmen göstere göstere geliyordu ve gümbür gümbür geldi, tepemize bindi, mevcut borçları ödemek için halkın cebindeki tüm para toplansa yine ödeyemezler, dıştan borç veya sıcak para gelmesi lazım, güven duyulmayan bu haliyle de kimse borç vermez, sıcak parayı getirip yatırım yapmaz.

Türkiye’deki siyaseti geçtim, boşverin orasını, da bizimkiler gözlerinin içine içine girerek gelen bu sorunu nasıl göremediler, neden tedbir almadılar,  orasını bir türlü anlayamıyorum.

Yoksa gördüler de yolsuzluk ve kara para aklama cenneti olan bu memlekette basiretleri mi bağlandı da kıllarını bile kıpırdatamadılar!!!

Bizim hükümet bazı yüzeysel tedbirleri aldı almasına da, bu vakitten sonra da iş işten geçti.

Türkiye’den hayır beklemek de abesle iştigal, kelin merhemi olsa kendi kafasına sürerdi.

Eğer AB, Rusya, Çin, Hindistan ve İran gibi ülkelerin desteği ve olumlu tavrı olmasaydı şu anda dolar on lirayı geçmişti ve Türkiye düpedüz iflas etmişti.

Eğer Türkiye’nin batışına göz yumulsaydı, tam da orta yerlerinde bir çukur oluşacaktı ve AB, Rusya, Çin gibi büyük ekonomilerin tümü birbirleriyle ilişkilerini sürdürürken bu çukurda tökezlemek zorunda kalacaklardı.

Kısacası, Türkiye’nin canı şu anda sadece bu ülkelerin desteğine bağlı duruyor.

Diğer taraftan, şu anda iflasın eşiğinde olmalarına rağmen hangi akla hizmettir anlaşılmaz, sıkı bir fiyat sabitleme ve fiyatları aşağı çekme, Türk Lirası’na mal nezdinde değer kazandırma politikası uygulayacaklarına hala serbest piyasayı savunuyorlar ve devalüasyona gidiyorlar…

Bir kere şu anda Türkiye’nin kendi ekonomisi diye birşey yok, mevcut tüm sektörler ve ülkenin öz varlıkları yabancı sermayenin eline geçmiş durumda, dolayısıyla ülkenin temel ekonomisi ve kaynakları doğrudan dışa bağımlı durumda, zaten bu yüzden AB, Rusya, Çin gibi dev ekonomiler Türkiye’nin batışına izin vermedi.

İnatla savundukları serbest piyasa ekonomisi de normal şartlarda çalışan ekonomilerde olur, ancak serbest piyasa ekonomisi böylesine olağanüstü hal şartlarında uygulanmaya devam ederse, serbest piyasa sadece sermayenin başında duranlara ve ticareti elinde tutanlara, fiyatlarla ve parayla istedikleri gibi oynayanlara yarar, gerisi, özellikle de ücretli veya maaşlı çalışan ve kendi işiyle uğraşmaya çalışan çiftçi, küçük esnaf gibileri bir daha çıkmamak üzere batar, elinde avcunda ne varsa yaşayabilmek için satar, sattığını da sermaye sahibiyle tüccar alır, tüm halk ve ülke sermaye gücünün etkisi altına girer, sermaye ile hükmedenler ve bunlara kölelik edenler diye iki sınıf oluşur, kontrolsuz kapitalizmin dikalası yaşanır…

………………

Gelelim bizim memleketi ilgilendiren diğer güncel konulara…

Bizim kendini alemin akıllısı sanan sermaye sahipleri ve tüccarlar bir anda piyasaya sürdükleri malların fiyatlarına yüzde yüzün üzerine varan oranlarda zam yaptı…

Zamlar yapılmadan önce döviz değer kazandığı için Rum tarafından Türk tarafındaki marketlere bir saldırı oldu, ama şimdi o saldırı fiyatlar akıl almaz boyutlara çıkınca duruldu.

İbre tersine dönmeye başladı, çünkü Rum tarafındaki temel tüketim maddeleri şu anda bizim aldığımız fiyatlardan çok daha ucuz, hatta yarı fiyatına…

Çok muhtemeldir ki bayram tatili sonrasında Kıbrıslı Türkler Euro ile gidip Rum tarafından alışverişe başlayacaklar ve çoğu temel tüketim malzemesini yarı fiyatına veya daha ucuza satın alacaklar, bizim kendini alemin akıllısı sanan tüccar ve büyük market sahipleri de ağızlarını ayaza açacaklar…

Madem kör tuttuğunu becerir zihniyetiyle fırsatçılığa devam ediyorlar, beter olsunlar, Rum cebini doldururken batma sırası krizi fırsat bilip de halkı kazıklayanlara gelsin…

………………….

Doğancı ile Güzelyurt arasındaki çevre yolu yılan hikayesine dönmüştü, en nihayet açıldı, kullanmaya başladık, ama Ulaştırma Bakanlığı, ki memleketteki en lüzumsuz bakanlık olarak görürüm, hız tabelalarını sadece kavşaklara yerleştirdi, gerisini bıraktı….Kardeşim bu güzergahtaki en yüksek hız sınırı ne? Bir zahmet gereğini yapın, gerekli hız tahdit tabelalarının hepsini yerleştirin.

Girne-Lefkoşa yolu ala güzel yapılıyor, ama yeni yapılan hat üzerinde üç değişik bariyer uygulaması var, kimi yerde bariyerler refüjün içine yerleştirilmiş, kimi yerde dışına, anayol içine doğru…

Refüjün içine yerleştirilenler ve üst kısmı refüjle aynı hizada olanlar amenna, doğrusu bu, ama refüjün dışına, yok içine yerleştirilenler neyin nesi, hangi aklın icadı???

Eğer bir araba bunlara çarpacak olursa tekerlek doğrudan bariyer demirine girecek, araba savrularak ortalığı darmadağın edecek, hiç mi hesap kitap yapmıyorsunuz, bu işlerin nasıl yapıldığına bakmıyorsunuz!!!

Girne-Lefkoşa güzergahında en acil olan şey, iki ana hat arasındaki orta refüjün derhal bariyerle ayrıştırılmasıdır, bu hattaki kazaların büyük çoğunluğu arabaların bir yoldan diğer tarafa uçmasıyla gerçekleşti, yol yapıldı yapılalı da hiç kimse kılını kıpırdatıp bu iki hat arasına bir bariyer koymadı…

Türkiye’den trafiğe katkı olsun diye gelen yardım paraları da proje yapılmadığı için büyük oranda hep geri gitti.

Aynı şekilde, Yeşilırmak yolu da uçurumlarla dolu, kimi yerde yolun altında derin vadiler var, kimi yerde deniz var, ve bu güzergahta da zaman zaman çok büyük kazalar oldu, buralara da acilen bariyerler konmalıdır.

Lefkoşa-Ercan kavşağı arasındaki yol tam bir felaket durumda, Girne-Lefkoşa yolundan önce buraya el atılmalıydı, umarım Girne-Lefkoşa yolu bitince, eğer biterse, ivedilikle buraya el atılır.

Gelen giden hükümetler seyrüsefer vergisi toplayıp da tek kuruşunu bile trafiğe harcamadan maaşlara aktarmayı, halkı düpedüz kazıklamayı, dolandırmayı marifet bildi, Sn. Denktaş da dahil olmak üzere gelen giden maliye bakanları da bunu itiraf etmeyi marifet bildi, ama hiç kimse bu konudaki haksızlıkları gidermek ve halkı dolandırmayı bırakmak için kılını kıpırdatmadı, yarım yamalak trafik hizmetiyle devlet hem halkı dolandırmaya, hem de trafik terörüne resmen davetiye çıkarmaya devam ediyor…

……………………

Bu ülkeye binbir numara çekilerek, özellikle de satın alındığı ve krediye bağlandığı ülkedeki kredi sistemi belli numaralarla atlatılarak lüks arabalar getiriliyor ve yarı fiyatına satılıyor, ilk satın alındığı ülkede de araba çalındı diye başvuru yapılıyor, kredi sigortasından kredi şirketine veya bankasına para ödettiriliyor, böylece 100 bin sterlinlik bir arabayı KKTC’de 30-40 bin sterline satan herif bu parayı cebine indirmiş, arabayı satın aldığı ülkedeki borcunu da sigortaya ödettirmiş oluyor…

Bu çete işi sahtekarlık en az yirmi yıldır devam ettiriliyor ve ben yaklaşık 20 sene önce İngiltere’ye doktora için gittiğim zaman da bana da teklif edilmişti, arabayı alacaktık, aldığımız krediyi sigortalayacaktık, arabayı Kıbrıs’a getirecektik, yarı fiyatına satacaktık, İngiltere’ye dönüp araba çalındı diyecektik, sigortayı da dolandıracaktık ve kredi borcumuzu sigortaya ödettirecektik, sistem de tıkır tıkır işleyecekti, sonra da bu tezgahı İngiltere-KKTC arasında yapan heriflere yüzdelerini verecektik, herkes memnun olacaktı…

Tabi yapmadık, ısrarlarına da yüz vermedik.

Ama avantacı çok, hem de kürümle, dolayısıyla istedikleri kadar beleşçi bulurlar…

Bu yolla buraya getirilen ve satılan iki araba, bu da sadece bizim bildiğimiz, Rum tarafına geçip de sınırda sigorta yaptırırken İnterpol tarafından çalıntı ihbarı yapıldığı için el konuldu.

Geçmiş yıllarda İngiliz görevliler sözde çalıntı arabaları takip ederek buraya kadar gelmişler ve duruma da dikkat çekmişlerdi.

Şimdi ise mevcut Gümrük Müdürü Mustafa Deveci bu rezaletin üzerine gidiyor ve gittiği için de tehditler alıyormuş…

Vergi Dairesi müdürünün arabasını hangi ahlaksızın neden kundakladığını hala öğrenemedik ama elbette aldığımız duyumlar var.

Memleket dingonun ahırı ya, ipini koparan istediği gibi üçkağıtçılık yapacak ve haybeden para kazanacak, devletin dürüst bir görevlisi de durumu farkedince ve tekerlerine çomağı sokunca canıyla, malıyla tehdit edilecek…

Kardeşim eğer adam gibi bir devlet olduğun iddiasındaysan, kıpırdan ve bu işin altını deş, geçmiş yıllara kadar uzan, git İngiltere’den çalıntı olduğu ihbarı yapılan arabaların şasi ve motor numaralarını iste, KKTC’de kaç tane varsa hepsine el koy, hepsini topla, bindir gemiye geri postala, bu işleri yapanları da tek tek tesbit edip içeri tık, canlarına oku, bu memleketin haydut yatağı olmasına artık izin vermeyeceğini dünyaya göster, yarı fiyatına lüks araba aldım diye sevinen ve arabacığı elinden alınan vatandaş da ağzını ayaza açsın, akıl koysun…

En azından işini düzgün yapmaya çalışan memur da arkasında devlet gücü olduğunu hissetsin, evinde başını yastığa koyduğunda haydut tehdidinden korkmadan rahat uyuyabilsin.

……………………

Önümüzdeki ay üç günlüğüne ince av başlıyor, arkasından da büyük av gelecek.

Ama yanlış av politikaları ve bilinçsiz avcılık yüzünden doğada avlanabilecek canlı nerdeyse kalmadı.

Devlet zararlılarla mücadele adı altında her sene tam da kargalar kuluçkaya oturduğu zaman karga avı açar, yumurtadan çıkan kargalar kanatlanacağı zaman ise avı kapatır.

Sonuç olarak açılan karga avı hiçbir halta yaramadığı gibi, kuluçkadan çıkan sayısız karga ilk iş olarak kumruların, yaban güvercinleri olan fassaların, kekliklerin, doğadaki diğer sayısız kuş türünün yuvalarına ve yavrularına, hatta tavşanların yavrularına ve mandıralardaki yeni doğmuş oğlaklarla kuzulara saldırır, tam bir doğa katliamı yapmaya başlar.

Kargaların eksik bıraktığı doğa katliamını da bilinçsiz avcılar ve doğada epeyce çoğalmış olan tilkiler tamamlar, bu yüzden de adamızın doğasındaki bize özgü hayvan popülasyonu bir türlü kendini toparlayamaz.

Kardeşim zararlılarla mücadele adı altında bir av açacaksan bu avı en az altı aylığına sürdüreceksin ki bir halta yarasın, zararlı olanlar olabildiğince azalsın, en azından doğadaki diğer canlıları tehdit edemeyecek boyuta insin.

Akılsız avcıların yapacağı katliamı engellemek için de gönüllü av korucularının sayısını artıracaksın, kaçak avcılara göz açtırmayacaksın, doğal yaşama sahip çıkma bilincini geliştirmek için bunu sürdürülebilir bir devlet politikası haline getireceksin ve devletin eğitim programlarına da sokacaksın.

Aksi takdirde ortalıkta avdan çok avcı dolanmaya devam edecek, bir kuşu vurabilmek için de evlerin içine kadar girip insanları vurmayı bile göze alarak, daha doğrusu gözlerini karartarak, önlerine gelen herşeye ve herkese ateş etmeye devam edecekler.