İşe bak!

Ediz TUNCEL

Kendisinin çoktan kendi iradesiyle istifa etmesi gerekirken koltuğa yapışıp kalan Din İşleri Başkanı Talip Atalay’ın görevden alınmasına onay vermeyen Cumhurbaşkanı Akıncı, bu kez Sayıştay Başkanı Osman Korahan’ın, Ulaştırma Bakanlığı Özel Kalem Müdürü olan kız kardeşinin yerine eşinin atanmasıyla ilgili üçlü kararnameyi imzalamamış…

Gerekçesi ise, böyle bir atamayı etik ve saygınlık açısından uygun bulmaması, denetim makamlarının, denetlemekle yükümlü oldukları makamlarla bağımsızlık ve güvenilirliklerini sorgulatacak derecede iç içe geçmesinin büyük zafiyet yaratacağı endişesi…

Muhterem Ulaştırma Bakanımız Kemal Dürüst de bu karara içerlemiş!

İki yanlış bir doğru eder mi? Bu memlekette eder!

Bir yanlış bir doğru, bir doğru eder mi? Bu memlekette eder!

İki doğru, bir yanlış eder mi? Bu memlekette eder!

İki doğru, iki yanlış eder mi? Bu memlekette eder!

Peki, bu memlekette iki doğru iki doğru eder mi?

Ya da iki doğrunun ik doğru ettiği görülmüş müdür?

Görülmemiştir, çok muhtemeldir ki görülmeyecektir de…

Birilerinin rant ve koltuk sevdasını sağlamlaştırmak adına daha doğduğu günden bir hilkat garibesi olarak dünyaya gelen KKTC’nin bir gariplikler ülkesi olduğunu artık kabullenmeyen yok gibi…

Şimdi gelelim Cumhurbaşkanı Akıncı’nın endişesine…

Ahbap çavuş, hısım akraba ilişkilerine göre devlet makamlarının işgali etik değilmiş, bu gibi uygulamalar makamların bağımsızlık ve güvenirliklerini sorgulatabilirmiş…

Aslında bu saptama herkesi yüzde yüz katılacağı bir saptama, ve doğru da…

Sn. Dürüst’ün tepkisine gelince, “Özel Kalem Müdürlükleri makamına getirecekleri kişilerin, hukuk kuralları çerçevesinde, Bakanların kendi tercihlerine bırakılması bir devlet geleneği bir demokrasi geleneği haline gelmişmiş”…

Lafa bakın!

Siyasilerin devletin makamlarını keyfinin çiftliği olarak gördüğünü süslü püslü laflarla okutuyor, muhterem...

Ne yazık ki, böylesi garabet durumlar geçmişten bugüne kadar devletin tüm makamları ve o makamları emaneten elinde tutanlar için geçerlidir ve Sn. Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı dönemi de dahil olmak üzere, malesef ki, tümü de kendi eleştirdikleri ve işlerine geldiği gibi saptamalarda bulundukları konularda kendi yaptıklarına bakmamışlar,  tam anlamıyla sınıfta kalmışlardır.

Yapılan eleştirinin inandırıcı olması için önce eleştirenin kendisinin eleştirdiği konularda eleştirilecek durumda olmaması, çuvaldızı başkasına batıracaksa, en azından iğneyi önce kendisine batırması lazımdır, ki bu konuda hemen hemen tüm siyasiler sınıfta kalmıştır!

O yüzden ne Sn. Kemal Dürüst’ün ne de Sn. Akıncı’nın kimselere akıl verecek durumları yoktur.

………….

İkinci konu!

Gelelim polisteki FETÖ meselesine…

Artık aleni şekilde ortaya çıktı ki birileri FETÖ bahanesiyle hedefine Polis Genel Müdürü Süleyman Manavoğlu’nu hedef aldı, aile fertleri üzerinden Manavoğlu’na belden aşağı saldırmaya başladı…

Neymiş efendim aile fertlerinden biri sahibinin tefeci olduğu bir firmada üst düzey göreve başlamışmış…

Yahu kardeşim, bırak firma sahibinin tefeci mefeci olmasını, senin yaşadığın ve bel altı her türlü numarayı çekmeyi marifet saydığın şu memlekette, izlediğin yöntemle,  kokuşmamış, yozlaşmamış nesi kaldı, sen onu söyle!

Tefecinin firmasından sırf tefeci firmasındadırlar diye herkes işten çıksın, Manavoğlu’nu ve ailesini hedef alanlar  gibi belden aşağı vurma konusunda namussuzlukta sınır tanımayan “ahlak abidelerinin” ve uzantılarının firmalarına gelsin, mesele kapansın, tamam mı!!!

Yahu, şunu deseniz de biz de anlasak: “Aslında FETÖ METÖ bilmem ne bizim hiç umurumuzda değil, kendimize koyduğumuz belirli hedeflerimiz var, bu hedeflere ulaşmak için de ortada Süleyman Manavoğlu’nun olmaması, ortadan kalkması lazım,  bu yüzden de bizim umurumuzda olan Polis Genel Müdürü Süleyman Manavoğlu’nu yemek, yiyemezsek de elimizden geldiğince hırpalamak, bunun için de ayağının altına atabildiğimiz kadar sabun atacağız, atabildiğimiz kadar iftira atacağız, belki canından bezer de meydanı bize boş bırakır…”

Bizim memleket dingonun ahırına böyle döndü işte, iti kopuğu, piçi puştu, hırsızı uğursuzu, ahlaksızı çapulcusu elindeki imkanları kendi rantı uğruna, her türlü maddi ve manevi değerin de acımadan içine ederek,  sonuna kadar kullandı ve kullanıyor, millet de “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” moduyla devam ediyor…

Artık bir Kıbrıslı Türk olmaktan iyice utanır oldum, bu toplumda nasıl çocuk büyüteceğimin derdine düştüm…

“Tutan mı var, çek nereye istersen oraya git, memleketin ar damarı çatlamışlar tayfasına da daha fazla gölge etme” diyeceksiniz…

Zaten diyenler de var!

Ben de diyeceğim ki, bu ülkeyi, bu toplumu bu kadar rezil bir hale getirenlerin en sonunda kendi pisliklerinde boğulmasını da seyredelim, bari bunca rezilliği izlemek zorunda kaldığımıza değsin, filmi her türlüsüyle görmüş olalım,  ondan sonra tavsiyenize uyar mıyız, uymaz mıyız, bakarız…