Kaybettik

Hasan Yıkıcı

Evet kaybettik...

Mağdur edebiyatı veya klasik halk ve kazanacağız güzellemesi yapmayacağım.

Çok net bir şekilde Kıbrıslı Türkler olarak kaybettik!

Ekonomik olarak, siyasal olarak, toplumsal bir varlık olarak.

Üretebildik mi?

Yönetebildik mi?

Kurumsallaşabildik mi?

Evet bunların hepsi elimizden alındı,

Evet üretimden kopartıldık,

Yönetmemiz istenmedi,

Kıbrıslı Türk varlığının kurumsallaşması her zaman engellendi...

Peki bu kadar mı?

Hayır.

Bizler tüm bunların mücadelesini verirken,

“Bu memleket bizim biz yöneteceğiz” derken başarılı olduk mu?

Hayır!

Yönetemedik...

Üretemedik...

Kurumsallaşamadık...

Kaybettik mi?

Evet! Kaybettik...

Bunu kabullenmeden toplumsal muhalefet olarak bir adım atamayacağımız gibi, nostalji ve marazi bir kültürden başka da bir şey üretemeyeceğiz...

Kaybettik, suyun CTP-DP tarafından özelleştirilmesi ve elektriğin de UBP-DP tarafından resmen Türkiye’ye devredilmesi, Kıbrıslı Türklerin kaybetme sürecinin doruk noktalarını oluşturmakta...

Sanayi Holding, PEYAK, KTHY, Ercan...

Hepsinin kaybettik...

Oy verip seçtiğimiz ve meclise gönderdiğimiz siyasiler hiç bizden biri oldu mu?

Veya daha net sormak gerekirse, Meclis hiç bizim meclisimiz oldu mu?

Her zaman bir gelecekten bahsedildi... Gelecek tacirliği üzerinden beklentiler ve arzular yaratıldı...

Gerçekten hiç bize ait bir gelecek oldu mu?

Dün, bugün, yarın...

Zamanı biz yönetebildik mi?

Yoksa zamanda varolması istenmeyen insan topluluğu muyduk?

Geleceğe dair kaygılarımız varsa,

kabullenelim,

Kaybettik!

Ve şimdi her şeyi baştan konuşma zamanı!

*

On yıllardan beridir entegrasyon meselesi tartışılmakta...

Türkiye’ye entegrasyon...

Kıbrıs’ın kuzeyinin geleceği için bir seçenek olur muydu olmaz mıydı?

Açıktan savunan birini bulmak zor...

Neredeyse herkes karşı...

Herkesi bırakıp hayata bakalım...

Kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın...

Çok net bir şekilde yaşadığımız gerçekliğin adı entegrasyondur!

Doğrudan siyasal bir entegrasyon değil,

Kültürel, toplumsal, ekonomik ve yönetsel bir entegrasyon...

Özellikle son 5 yıllık süreçte çeşitli araçlar vasıtasıyla da bu entegrasyon süreci kurumsallaştırılıyor.

Kamudaki dönüşüm...

Ekonomik alandaki özelleştirmeler...

Yönetimsel alandaki kadro değişiklikleri...

Yeni üniversiteler ve okullar...

Batırılan ve elden çıkartılan kurumlar...

Ama en önemlisi de su ve elektrikteki özelleştirme süreçleri...

Ve telefondaki bizi bekleyen süreç...

Maddi bağımlılık ve seçilmişlerin biat geleneğinden bahsetmiyorum bile...

Tüm bunlar tek bir şeye işaret etmekte...

Yaşam ağlarının Türkiye’ye entegrasyonu!

*

AKP’nin Türkiye’deki rejimi dönüştürmedeki en önemli özelliği, stratejisi oldu...

Birden bire, kutsal bir anda vücut bulmuş bir sistem dönüşümü değil...

Zamana yayılmış, hegemonyasını yaygınlaştıran, ekonomik, kültürel ve siyasal sermayesinin üzerine koyarak kurumsallaşan bir dönüşümdü AKP’nin...

Buna benzer bir süreç de Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanmakta...

Teker teker kurumlar ya yok ediliyor ya işlevsizleştiriliyor ya da doğrudan özelleştirilerek Türkiye sermayesine devrediliyor...

Eğitim alanında derinden direne fakat yaygınlaşarak devam eden bir dönüşüm söz konusu... Dün ‘ha kuran kursu ha tenis kursu’ diyenler bugün yaşadığımız ve gözle görülür hale gelen değişimlerin yol açıcısıdır...

Kurumlar alanında yaşanan süreç ise Kıbrıslı Türkler’in varlığını yok etmenin ve iradesiz kılmanın bir başka örneğini teşkil etmekte... Su, elektrik veya telefon alanındaki özelleştirme süreçleri, aynı zamanda yönetim mekanizmalarından Kıbrıslı Türkler’in kurumsal varlığını da yok etme sürecidir...

Bu birbiriyle kesişen süreçlerin tek bir anlamı var...

Entegrasyon!

Yarın bir çözüm olsa dahi kurumlarından azat edilmiş, hiçbir kurumsal varlığa dayanmayan bir halk olarak çözümün bir parçası olacağız!

Çözüm olsa bile Türkiye’nin çok tartışılan garantörlüğünden de öte, sermayesi ile, uluslararası anlaşmalardan kaynaklı yönetimsel mekanizmalardaki varlığı ile temel stratejik noktalarda garantörlüğü de aşan önemde varlığını sürdürecektir.

Bugün yaşanan tüm özelleştirme ve ‘uluslara arası anlaşmalar’ adı altındaki dayatmalar da aslında çözümden sonrası için Türkiye’nin yaptığı stratejik bir yatırımdır...

*

Ve Kıbrıslı Türkler...

Bu oyunun kaybedeni, hatta oyun dışı figürü olarak sadece seyirci mi olacak?

Kaybettiğimizi kabullenmek, köşeye çekilip kadere razı olmak anlamına gelmemeli...

Evet kaybettik... Fakat şimdi yeni bir mücadeleye başlama zamanıdır...

Çözüm ve barış mücadelesini de kapsayacak, adalet, eşitlik ve emek ekseninde kurumlarımızı yeniden kazanma ve hatta öz yönetim kurumları inşa etmeye yönelik bir mücadele!

Bu mücadeleyi, mevcut, bu sistemin kendisini yeniden üretmesinde payı olan, bugüne kadar yaratılan yapıdan hesap sormak şöyle dursun, küçük iktidar kavgaları ile kendisini tüketen, kktc ile birlikte çürüyen siyasal öznelerin veremeyeceği aşikardır.

Artık başka bir dönem açılıyor...

Yeni mücadelelerin, yeni öznelerin filizlenme zamanıdır!