Akıncı üçlemesi: Tören-Barikat-Hellim…

Hasan KAHVECİOĞLU

Yıllar boyunca; neler çekerdik neler… Lefkoşa’da; Dr. Fazıl Küçük Bulvarı’nda “resmi geçit” törenleri, gündelik yaşamı felç ederdi… Özellikle 20 Temmuz’larda kırk derece sıcakta kilitlenen trafikte; upuzun kuyruklarda araba içinde beklemek bir felaketti… Sanayi bölgesinde, onlarca fabrikanın yüzlerce çalışanı, işlerine zamanında gidemezdi… İş sahipleri prova ve tören günlerinde müşterilerine “randevu” veremez, üniversite öğrencileri okullarına, hastalar hastaneye ulaşamaz, devlet daireleri felç olurdu… Onbinlerce kişi bu tören ve provalardan etkilenirdi… İkide bir manşetlere konu olan, ekranlara taşınan bu konuda onlarca yazı yazdığımı, birkaç yıl önce tören yerinin Cumhuriyet Parkı’na taşınmasını önerdiğimi anımsarım… Cumhurbaşkanı Denktaş’la bile bu konuyu yıllarca önce ekranda tartışmıştım… En son önerim şuydu: -Madem ki törenler bu kadar önemli… Sanayi bölgesini başka tarafa taşıyalım… Burası da tören alanı olsun… Gündelik yaşamımızı etkileyen, yaşam kalitemizi düşüren birçok konu gibi, yıllarca bu konu da çözümsüz kaldı… Akıncı, Cumhurbaşkanı olduktan sonra, müsteşarı Gürdal Hüdaoğlu’nun başkanlığında yapılan bir toplantıda bir de baktık ki askeri makamlarla “uzlaşı” sağlandı ve en azından prova ve tören saatleri kaydırıldı… Her gün bu yolu kullanan onbinlerce kişi ve araç için müthiş bir rahatlama oldu… Madem ki bu kadar kolaydı; beş dakikada anlaşma sağlandı, neden bu kadar yıl hiçbir siyasetçi bu konuya “dokunmadı…” Neden bunca yıl bu “eziyet”i çektirdiler bize? Neden bizi yönetenler çözüm üretmede başarılı olamıyor? İşte beni asıl rahatsız eden bu… *** Barikatlardan Rum tarafına geçerken, arabadan inmek, kulübe içindeki görevli polisin karşısına dikilmek ve “isbat-ı vücut” yapmak zorunluğu vardı… Görevli polis sorumlular, zamanla bunu abarttılar… Kalabalık araçların tüm yolcularının, kulübede oturan polisin karşısına, kaldırım üzerine dizilmesini talep ettiler… Yaşlı turistlerin, minibüslerden aşağıya inerek, kulübedeki polisin karşısına dizildiğini gördüğümde utancımdan yerin dibine girerdim… Bir “akıllı” yöneticimiz yok muydu? Elli metre ötedeki Rum polislerin uygulamasını görerek daha “uygarca” bir denetim yapılamaz mıydı? Bunu da yıllarca yazdım… Televizyonlarda bar bar bağırarak bu “geri zekalı” uygulamaya karşı çıktım… Bütün iş; kaldırım üzerindeki kulübeyi bir metre yola doğru kaydırmak ve geçecek araçlardan kimse inmeden işlemini yaptırmasını sağlamaktı… Akıncı gelince, hem vize kağıdı doldurmak ortadan kalktı hem de araçtan inmeden, Rum tarafındaki gibi işlem yaptırmak mümkün oldu… Rum polislerin bile “aptallık” diyerek bizimle dalga geçtiği “eziyet” içerikli bu gülünç uygulama birkaç saatte ortadan kalktı… Yani; bu iş bu kadar basitti de, neden bunca yıl insanımız bu eziyeti çekti? Bu basit düzenlemeyi yapmak için illa ki Akıncı’nın gelmesi mi gerekiyordu? Gelelim “hellim” konusuna… Kıbrıslı Türkler için büyük bir baş ağrısıydı… “Coğrafi tescil” konusunda, atı alan Rum tarafı, Üsküdar’ı geçmişti… Bereket versin ki dosya eksiklikleri nedeniyle iş gecikmeye uğradı… Bu süreçte Sanayi Odası’nın girişimleri oldu. Ancak Ticaret Odası’nın, Yeşil Hat Tüzüğü’ndeki bazı “yetki”leri gibi bir yetkinin Sanayi Odası’na devredilmesi mümkün değildi… Yani, biz hellimi üretelim, Sanayi Odası da kontrol etsin, onaylasın ve ihraç edelim… Böyle bir uygulamayı AB’nin kabul etmeyeceği belliydi… AB; bu konuyu “beklemeye” almıştı… Akıncı’nın Junker ile görüşmesi sonunda Junker “hellim konusu çözüldü” deyince Türk tarafı rahat bir nefes aldı… Yani; Kıbrıslı Türkler “hellim” üretebilecek ve bunu dış dünyaya satabilecek… Bu hellimin kontrolünü de AB’nin kabul ettiği bir “belgelendirme kuruluşu” yapacak. 100’den fazla ülkede 80 bini aşkın firmayı ya da müşteriyi; kalite, sağlık, güvenlik, çevre ve sosyal sorumluluk alanlarında denetleyen “Bureau Veritas” burada ve Türkiye’de iş insanımızın tanıdığı bir kurumdur. Rum hellimini de, Türk hellimini de bu kurum denetleyecek… Kısacası, “hellim” gerçekten ciddi bir sorundu… Rum tarafı “tescil”i tek taraflı olarak alsa, tüm ihracatımızı bloke edebilirdi… Akıncı geldi, konuyu AB’nin en üst yetkilisine taşıdı ve çözdü… Bu “geçici formül” elbette çözüme kadar uygulanacak. Kıbrıslı Türkler “hellim”i resmen üretebilme ve satma hakkını elde etti… Herşey iyi güzel de AB’nin “standart”ları ile yüz yüze gelince ne yapacağız? İşte bu konuda asıl iş; yeni Hükümete düşer… “Hellim”de yüzde elli süt karışımı konusu var… Bu oranı tutturmak için Hükümet, bugünden hayvancıya elini uzatmak ve proje üretmek zorundadır… Hatta belki “harmonize” buradan başlamalı… Ortak bir “teknik komite” bile gerekebilir… Çünkü Rum tarafında bu süreç büyük sancılar yaratmış, üreticiler eylemler yapmış ve sonunda hükümet elini cebine atarak, hayvancıyı AB standartlarına hazırlamıştı… Bizdeki “ayrı egemenlik” heveslileri, Akıncı’nın bu “ara çözüm”ünü beğenmeyebilirler… Hatta “sahte hellim yapalım, Dubai’ye satalım, bize ne AB’den” de diyebilirler… Ama yemezler… Akıncı’nın “tören, barikat ve hellim” konularındaki çözümleri çok iyi bir başlangıç… Gerisi de mutlaka gelecektir…