Ankara, gerçekten çözüm istiyor mu?

Hasan KAHVECİOĞLU

TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “One minute” tonundaki “ayar çekme” girişiminin nedeni; bu hafta Ankara’da “netlik” kazanacak… Gerçekten Türkiye; 2004’lerdeki “çözüm vizyonu”nu hâlâ koruyor mu, yoksa Ortadoğu’da, AB ile ilişkilerde ve ülke içinde; hukuk, demokrasi ve insan hakları alanlarındaki “şahin”leşme, Kıbrıs’a da “çözümsüzlük” olarak yansıyacak mı? Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, seçim sürecinde en çok “Türkiye ile çatışma ihtimali”ni merak edenlerin sorularıyla karşılaşmıştı… Yanıtı şöyleydi: “Türkiye Kıbrıs’ta bir çözüm istediğini sürekli olarak vurguluyor. Ben de aynı vizyona sahibim, neden çatışalım?” Dönüp bir de bu “tez”ini güçlendiren örnekler veriyordu… Davutoğlu’nun Atina’daki açıklamalarına, TC Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun söylediklerine meydanlarda atıfta bulunurken bu güçlü “referanslar”a yaslanıyordu… Ama ne oldu? TC’nin Cumhurbaşkanı “Sen bu işleri kafana göre götüremezsin” tehdidinde bulundu… Oysa Erdoğan; 2004’lerde Kofi Annan’la “Kafasına göre takılmış” ve bizler de Kıbrıslı Türkler olarak bundan “hoşnut” olmuştuk… Türkiye, o günlerden beridir bu “Kafasına göre takılan” adamın “Neo-İslamcı fantezileri” yüzünden Ortadoğu’da mezhepçi bir dış politika uyguladı ve “komşularla sıfır sorun” derken, “Ortadoğu’da sıfır dostu olan ülke” haline geldi… Bugün; Mısır, İsrail, Suriye gibi ülkelerde elçiliği bile yok… Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Irak ve İran gibi ülkelerle sorunlar yaşıyor… Davutoğlu’nun stratejisine göre Türkiye “Ortadoğu’nun efendisi” olacaktı… Oysa Sunni “Müslüman Kardeşler”i destekleyerek, komşularının içişlerinde “taraf” olunca, bölgede büyük bir “itibar” kaybına uğradı. Daha geçenlerde, “Financial Times” Erdoğan’ın “Kişiselleşmiş diplomasi tarzı”nın komşuları ile ilişkilerini nasıl bozduğunu anlatıyordu… Bu politika, Wikileaks belgelerine de girmiş, Davutoğlu’nun “mezhepçi dış politikası”na dikkat çekilerek şimdiki Başbakan için “Neo-İslamcı Osmanlıcı fantezileri var” denilmişti… Yine geçenlerde Erdoğan, İran’a önce vermiş veriştirmiş, arkasından da Cumhurbaşkanı’nı hiçbir şey olmamış gibi ziyarete gitmişti… Alman DW’nin İstanbul muhabiri Thomas Seibert bu tavrı “Önce retorik fırtına, sonra da pragmatik davranış” olarak nitelendirmişti… Erdoğan’ın geçen hafta Akıncı’ya yönelik saygı dışı tavrı da “Retorik fırtına” sayılabilir, ama arkasından pragmatik bir davranış gelecek mi, bu hafta göreceğiz… Gerçek şu ki, Sayın Erdoğan’ın Ortadoğu’da sergilediği “vizyon fukaralığı” Türkiye’nin içinde de “paralel” bir seyir izledi… Erdoğan’ın; otoriter tavırlarla, komplo teorileri ile rakiplerini yok etme operasyonları, demokratik tüm yapılara, hukuk sistemine, insan hakları, ifade ve gösteri özgürlüğü ile ilgili mevzuata  “ayar” çekme girişimleri Türkiye’nin dış dünyada itibarını zedelemiş, hatta bu süreçte AB’den uzaklaştığı gözle görünür olmuştur. Erdoğan’ın artık Türkiye’de “vesayetçi”lerle uzlaştığı, darbecilerle barıştığı, “askeriye”nin çizgisine geldiği yeni bir “vizyon”u var… Ortadoğu’da mezhepçi, İslamcı fantezilerinin yarattığı bir “yalnızlığı” var… Avrupa’da, Amerika’da sözü dinlenmeye değmez, aşınmış bir “itibar”ı var… Hepsinden önemlisi Erdoğan, yüzde 40’ların altına düştüğü iddia edilen AKP oylarını toparlamak için “milliyetçi”liğini abartırsa, Kıbrıs sorununu çözmeyi kendine dert eder mi? İşte bu hafta içinde Ankara’da yer alacak olan Akıncı-Erdoğan görüşmesinde, bu sorunun yanıtı daha net olarak ortaya çıkacak… Akıncı’nın “çözüm odaklı vizyon”u karşısında Erdoğan’ın tavrı ne olacak? Bu ilk temasta yalnızca “çözüm” politikalarının uyumu değil, elbette Türkiye-Kıbrıslı Türkler ilişkileri de ele alınacak… Erdoğan; ekranlarda söylediklerini “resmen” KKTC Cumhurbaşkanı’nın yüzüne söyleyebilecek mi? “Kişiselleştirilmiş diplomasi tarzı”nı Kıbrıslı Türkler için de sürdürecek mi? Ortadoğu’da yarattığı “retorik fırtına”dan sonra, pragmatik davranış sergilemeyi başarabilecek mi? Erdoğan’ın ve AKP’nin 2004’lerden beri her alanda “şahin”leşmiş despotik politikaları ortada dururken, hele bir seçim ortamında Kıbrıs’ta “barışçıl” bir vizyon ortaya koyması mümkün mü? Bilmiyoruz… Akıncı’nın Maraş konusundaki yeni “vizyon”una, bütünlüklü çözüm görüşmeleri ile güven artırıcı önlemlerin “paralel” görüşülmesine “destek” verecek mi? Akıncı’nın “Paralel” talebini doğru okuyacak mı? Yoksa “Ben paralelden nefret ederim” diyerek kestirip atacak mı? Eğer; Erdoğan’ın, Akıncı’ya vermeye yeltendiği “ayar” sadece yıllar önceki “İspanya öfkesi”ne dayanıyorsa, gelip geçmiş ve konu kapanmışsa, iki lider bu hafta “iş yapmak üzere” yeni bir dönemin kapılarını arayabilirler… Yok eğer Erdoğan, 2004’lerden bu yana “vizyon kayması”na uğramış da, biz hâlâ onu “çözümcü” sanıyorsak, Davutoğlu ile Çavuşoğlu’nun sözleri de yalnızca bir “retorik”ten ibaretse, vay halimize… Doğrusunu söylemek gerekirse, Ankara bakımından benim ciddi endişelerim var… Hem Türkiye’deki seçim ortamı, hem de Erdoğan’ın ve AKP’nin değişen vizyonu bu endişeleri besliyor… Aslında Erdoğan’ın Akıncı’ya gönderdiği kutlama mesajında da bunun “işaret”leri mevcut… “Kıbrıs sorununda son söz Ankara’nındır” diyenleri haklı çıkaracak söz ve eylem sahibi her TC’li yönetici, Kıbrıslı Türklere “ihanet”le anılmaya mahkûmdur…