İslam’ın “şiddet coğrafyası”nda, egemenliğini adım adım ören “din”in cellatları, namazı yanlış kılanın kafasını uçuruyor… Mezhep kavgası cehaletle birleşip bölgeyi kan gölüne çevirmiş durumda… Bu “bataklığa” yarı beline kadar saplanmak üzere olan Türkiye’de, “devlet”in televizyonunda “ilahiyatçı” diye tanıtılan pis sakallı bir adam, ballandıra ballandıra anlatıyor: “Eşler arasında ileri derecede oral seks, haramdır… Regl döneminde sevişme olabilir ama, ilişki haramdır. Anal ilişki de haramdır…” Bir başka televizyonda bir başka “Cübbeli” Hoca, ona yanıt veriyor: “Nereye dayanıyorsun? Duvara dayanıyorsun… Bunlara “haram” diyemem… “Caiz değil” diyebilirim… İki adet “yatak odası uzmanı” dinci, Müslümanlık’ta birbiri ile yarışıyor… Oral ve anal konusunda biri “şahin” öteki ise bir miktar daha “liberal…” Biri tam yasakçı, taviz vermiyor… Öteki ise “Bu işler yakışık almaz” diyor, yani eylemleri onaylamıyor ama “haram” statüsüne de koymuyor… TRT’de; program sunucusu genç bayanı “Ya… Pelin kardeş” diyerek “utandıran” yaşlı başlı “ilahiyatçı” bunları keyifle anlatırken, açıldıkça açılıyor… Bugünkü “devlet”in kendisine sunduğu bu “düşünce özgürlüğü”nü Tanrısına şükrederek anıyor…
- maddeden 7 kez ağır hapisle yargılandığı eski günleri ağlamaklı bir ses tonu ile anlatarak bugünkü “devlet medyası”nı övüyor…
Bütün bu “oral, anal” muhabbetini de Kuran’a dayandırıyor… Meğer, Kuran’ın, 222. Bakara Suresi’nin 10. Ayetinde bütün bu “yasak”lar düzenlenmiş… “Haram”cı dinciye karşı çıkan Cübbeli Hoca ise bir başka televizyonda, Şafi mezhebinde “Oral ile anal”a ruhsat verildiğini anlatıyor… Ona göre bu mezhepte “meni” temizmiş… Bu yüzden mesele yokmuş… Ama Hanefi mezhebinde “oral” yasakmış… Ve büyük ilahiyatçı; en sonunda Kuran’a dayanarak yorumunu yapıyor: “Kadın, Kuran okuyacağına göre, ağzını temiz tutmalıdır… Orası mikrobik bölge… Bu yüzden oral caiz değildir…” Ekranlardaki bu “basiretsiz Müslüman” tartışması, “kadının ziynet mahalleleri”ni de kapsayacak biçimde uzayıp gidiyor… Kadın’ın neresini ne kadar açacağına kadar “detaylı” bilgiler sunuluyor… Karşılıklı salvolar bir yandan ötekine savrulurken, koca koca adamlar; birbirlerini bu sözünü ettikleri “Haram”ları işlemekle suçluyor… Ama ikisinin de derdi aynı: Milyonlarca Müslüman’ı bu “haram”lardan ya da “caiz olmayan” dinimizin uygun bulmadığı eylemlerden korumak… Çünkü boşanmalar, huzursuzluklar hep bu yüzdenmiş… Yeni Türkiye’nin bu zengin “düşünce” tartışması, tabii ülkenin sınırlarını aşıyor ve ta İsviçre’de bir gazeteye manşet oluyor… Öte yandan AKP’ye yakın atv’de; Ramazan boyunca, modern yaşamı “İslami yaşam”a döndürmeye yönelik bir yığın “dinci” fikir dolaşıma sokuluyor… Gencecik, başları kapalı çocuklar stüdyoda ağırlanıyor ve ağızlarından çıkan “Selamün Aleyküm Hocam” ifadelerine karşılık; koskoca Profesör, (Nihat Hatipoğlu) Arapça “Aleyküm Selam” diyebiliyor… Hatta, beş yıl önce ayrıldığı ve başkası ile evli olan bir erkekten çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın izleyicinin “bunu yaparsam günah işliyor muyum?” sorusuna bu “dinci hoca” ne öneriyor biliyor musunuz? Kadına; resmi nikâhlı adamla beraber olabilmek için dini nikâh kıyabileceğini, yani onun ikinci karısı olmasını, sonra da ondan çocuk yapmasını öneriyor… İlişkiyi “Allah’ın yarattığı bir ihtiyaç” olarak tanımlıyor… Buna hiçbir tarafın “hayır” diyemeyeceğini savunuyor… Bu kadarla da yetinmiyor, Türkiye medyası… Bir yandan AKP siyasetinin yarattığı olanaklarla sosyal yaşama “din” egemenliğinin taşlarını örüyor, öte yandan da Osmanlı dönemini “aklamaya” yönelik algı mühendisliği yapıyor… Kıbrıslı Türklerin evlerine her akşam doluşan Türkiye kanallarında, neredeyse; içinde dua, Arapça sözler, Kuran, Osmanlı hayranlığı olmayan “dizi” kalmadı… Dinsel törenli cenazeler, camilerde namazlar, İslami yaşam tarzı, örtülü kadınlar; bu dizilerde her geçen gün daha “görünür” olmaya başladı… Ramazan ve arkasından Bayram nedeniyle bu “din”sel ağırlık; Türkiye medyasında bir o kadar daha kendini hissettirdi… Bu “ağırlık” elbette Kıbrıs’ta da duyumsanıyor ve her geçen gün daha bir “kapanıyor”uz… Bundan birkaç yıl önce iki binlerde olan “Kuran Kursu” öğrencisinin, bu yıl beş binlere fırlaması hiç de hayra alamet değildir… Eğitim Bakanlığı’nın UBP’ye verilmesi, kanımca Talat’ın yeniden CTP Başkanı olmasından bu yana yaptığı ilk büyük yanlıştır… Camilerde ve okullarda “Kuran Kursu” adı altında verilen “din eğitimi” modern yaşamın, modern toplumun ihtiyacı değildir ve okullar içinde verilen “Din ve Ahlak” dersleri bu bağlamda yeterlidir, daha fazlasına gerek yoktur… Hele yaz aylarında çocukları tatilden alıkoyarak camilerde toplamak hiç de bize yakışmaz. Ancak ne yazıktır ki bu ciddi sorun ortada dururken, CTP Eğitim Bakanlığı’nı UBP’ye vererek “din ağırlıklı” yeni döneme “katkı” sağlamıştır… Bir yandan medya, bir yandan siyaset, bir yandan da eğitimin “din” egemenliği ya da ağırlığı altına girmesi, AB’ye “uyum” derdindeki Kıbrıslı Türkler için en ciddi tehlikelerden biridir… Siyasetimizde böylesi bir “farkındalık” yaratmak zorundayız. KTÖS bu konuda yalnız bırakılmamalıdır…