Etimolojik olarak “kent” sözcüğü, iki temel kavramı içerir:
- yapısal, arkeolojik, topografik ve kent planlama açısından insan topluluklarının buluştuğu bir mekan;
- toplum hayatının temel çekirdeği ve karakterini oluşturan tarihi ve yasal bir oluşum.
Bu terim, “ortak çıkarları olan insan topluluklarının bir araya geldiği, özerk idari birimler” ve “düzenli, yapılaşmış, kamu hizmetleri sunan ve kendi kendini yönetebilen yaşam merkezleri”, anlamını da içerir. Buradaki yaşam merkezinin, sosyal ve ekonomik kapsamı yanında mekansal boyutu olduğu da kaçınılmazdır. Bu noktadan bakıldığında, kentler çok katmanlıdır. Bu katmanlar, kentin fiziksel ve mekansal yapısının oluşturduğu katmalar ile, sosyal, kültürel ve demografik yapının ortaya çıkardığı katmanları kapsar. Bu karmaşık yapı içinde, herkes için konut, herkes için hizmet, herkes için kültür/eğlence, herkes için eğitim ve sağlık olanakları sağlayacak, eşitlikçi ve adil bir yapı oluşturulmalıdır. Bu anlamda kentlerimiz, bugünden başlanarak, gelecek nesiller için, 'sağlıklı', 'adaletli', 'estetik' ve 'etik' değerlere saygılı çevreler oluşturmak üzere, planlanmalı ve tasarlanmalıdır. Kentlerin planlanmasında ve tasarlanmasında görev alan, ilgili başlıca meslek grupları; başta kent plancıları, kentsel tasarım uzmanları ve mimarlar olmak üzere, sosyologlar, ekonomistler, harita mühendisleri, inşaat mühendisleri, ve çevre mühendisleri olarak sıralanabilir. Ayrıca bu noktada pek çok başka aktör – merkezi ve yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri de, kentlerin planlı ya da plansız, yapısal büyümesinin, gelişmesinin ya da gelişememesinin sorumluluğunu taşımaktadırlar. Burada unutulmaması gereken konular; 'gelişme' kavramı ile 'yaşam kalitesi' kavramının, mevcut kentlerimizde olduğunun aksine, biribirine zıt bir anlayış sergilememesi, kentlerin yönetiminde, planlanmasında ve tasarlanmasında, bilimsel uzmanlık alanlarının devre dışı bırakılmaması ve tüm aktörler için hedefin, ‘ortak aklın üretilmesi’ olmasıdır. Tüm bunlar ise, merkezi ve yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütleri ve akademiya ile dayanışma içinde olduğu, çağdaş (stratejik) planlama, mimarlık ve tasarım düşüncesiyle barışık bir “kent yönetimi” anlayışı ile mümkündür. Böylesine bir yönetim anlayışı içinde en temel hedefler: Kentlerin toplumsal olarak daha kapsayıcı, erişilebilir ve eşitlikçi olmasının sağlanması; ayrımcılığın ve güvensiz konut koşullarının ortadan kaldırılması;
- Kimlikli, uygar kentlerin ve ortamların desteklenmesi ve oluşturulması;
- Kamusal alanın etkin kullanılmasına olanak verecek türden tasarımlar yapılması;
- Herkes için ekonomik, eğitimsel ve yaratıcı olanakların geliştirilmesi;
- İklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması, kirletici gaz salınımlarının azaltılması, kaynakların ve enerjinin daha iyi yönetiminin sağlanması;
- Doğal veya insan kaynaklı krizler ve afetlere karşı koyabilecek kentler geliştirilmesi;
- Tüm bireyler için güvenlik koşullarının ve sıhhi koşulların sağlanması; ve,
- Kentlerimiz için, toplumsal barışın ve dayanışmanın mekânları olarak düzenlenmeleri yönünde bir 'gelişim ve değişim' sağlanması,
olmalıdır. Bu noktada kent yönetimi için, ‘seçilenler’ yanında, ‘seçenlere’ de görev ve sorumluluk düşmektedir. Şimdiden propaganda çalışmaları başlatılmış olan yerel seçim süreci içinde, seçmen olarak sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız ve bu bilinçle bizlerden oy talep edenleri / edecek olanları sorgulamalı, karşılaştırmalı ve ona göre değerlendirmeliyiz. Çağdaş ve kimlikli kentlerde kamusal alan kullanımı