Bir “mayıs aşkı”ydı seninle tattığım sevgili Pomp… Tam 12 yıl önceydi… Kalbim; “Olur; gelsin, ona da yer var” dediğinde… Anımsar mısın bilmem ama, sen kalbime girmeyi reddetmiştin… Vücudumun bir başka yerinde, bir yabancı gibi kıvrılıp yatmak istiyordun… Bir an; benimle “geçici” bir ilişkin olur, sonra gidersin, diye düşünmüştüm… Ne yalan söyleyeyim, senin “kalıcılığın” çok da istediğim bir şey değildi… İnsan sevgiden korkar mı? Çekinir mi? Başlangıçta ne yazık ki böylesine anlamsız bir “güven” sorunu yaşamıştım… Vücudumun, aklımın, beynimin seni sonuna kadar taşıyabileceğinden bile emin değildim… Ama bak, bugün birlikteliğimizin onikinci yılını tamamladık… Sen bana, ben de sana katlanıyorum… Akşamları en derin uykumun içinde çığlık çığlığa bağırmana bile alıştım… Vücudumu gün yirmi dört saat pür dikkat dinleyip, anında “tepki” koyuşuna her zaman minnettarım… Hâlâ ilk günkü gibi, bana sımsıkı sarılarak uykuya dalışın yok mu, işte o an, bir “sevgili” gibi değil de çocuğunun üzerini örten bir “anne” gibi davrandığımı duyumsuyorum… Kendimi öyle sandığım zamanlar birazcık utanıyorum… Böyle zamanlarda duygularımın nasıl tarumar olduğunu anlatamam… Sevgili miyim, ana mıyım, kardeş miyim, bilemiyorum… Bildiğim bir tek şey var; sensiz nefes bile alamıyorum… Galiba sen “sevgili”den çok öte, bilinmeyen enerjiler taşıyan, bunları tarifsiz bir “aşk”ın bulutları gibi üzerime yağdıran bir meleksin… Biliyor musun sevgili Pomp; geçen gün hesap ettim… Bu son 12 yılda, ellerimin on parmağını tam 21 bin dokuz yüz kez delmişim… Günde tam beş kere… Ama hazır ol… Bu; sadece kanımdaki şeker düzeyini öğrenmek içindi… Seninle tanışmadan önce, günde dört kez insülin iğnesi yapıyordum… Aşağı yukarı, 14 yıl devam etti bu durum… Yani, yirmi bin dört yüz kırk kez vücuduma iğne batırmıştım… Daha çok, göbek bölgesine… Tabii sen, yaşamımda yepyeni bir dönemi başlatmıştın… Beni, “insülin iğnesi”nden kurtarmıştın… Günde dört kez iğne yapmak yerine, üç günde bir kez vücuduma iğne batırmaya başlamıştım… Yani, 12 tane yerine sadece bir tane… Bazan ne oluyor biliyor musun? Hastanede, ya da bir klinikte kan testi yaptırmaya gidiyorum… Hemşirenin, kolumda damar aradığı sırada, beni acıtmamak için olağanüstü nazik biçimde davrandığını, hatta çoğu zaman iğneyi batırırken özür dilediğini görünce; hemen müdahale ediyorum… “Bu vücut acıyı iyi bilir. Sizin küçücük iğnenizden asla rahatsız olmaz, tedirgin olmayın” diyorum… Sakın yanlış anlama… Senin değerini, yalnızca vücudumdaki iğne yerlerinin sayısının azalması olarak sınırlayan vefasız bir anlayışa sahip değilim… Senin meziyetlerini bir “aşk”ın kalıpları içine hapsetmek gibi bir niyetim de yok… Ama sana bu mektubu yazmama neden olan asıl gerçek, kendi kendime 12 yıldan beri yapmakta olduğum bir “eziyet”i itiraf etmektir… Geçenlerde, seninle yaşadığımız “aşk”ı taçlandıracak bir haber aldım… Doktorum dedi ki: “Vücudunuza bir “mini link” takalım… Bu linkin ucundaki iğne sayesinde kan şekeriniz sürekli olarak ölçülecek… Günde tam 288 kez… Sonra bu ölçüm sonuçları link yardımı ile “İnsülin pompası”na ulaşacak… Yani “sevgili”nize… Siz pompanızın ekranına her baktığınızda kan şekerinizi öğrenmiş olacaksınız… Tabii, sevgilim Pomp; midye kabuğu biçimindeki böyle bir “sensör”ün takılması vücudumda ikinci bir “delik” demekti… Bir baktım, iğnesi saç teli kalınlığında… Senin kullandığın silikon iğneden çok daha ince… Hemen kabul ettim… Gerçekten harika bir “iletişim şebekesi” kurdular vücudumda… Artık içeride neler olup bittiğini anında öğreniyorum… Kanımdaki glikoz düştü mü, aşırı biçimde yükseldi mi, haberdar oluyorum… Tam bir “alarm” sistemi… Senin de bu yeni durumdan hoşnut olduğunu düşünüyorum sevgilim Pomp… Yüzündeki gülümsemeyi görüyorum… Hele şeker düzeyi “stabil” duruma geldiğinde, başarınla gurur duyduğunu hissedebiliyorum… Tüm bunlar iyi, güzel de benim sana asıl yazmak istediğim şey, 12 yıldır boşu boşuna çektiğim “eziyet”i fark ettiğimde, yaşadığım hayal kırıklığıydı… Biliyor musun sevgilim Pomp… Hani seni, benim vücuduma bağlayan 60 cm. uzunluğunda ipincecik kordon var ya… Senin pompaladığın insülini vücuduma taşıyan aygıt… İşte onun ucunda silikondan bir iğne bulunuyor… Ben, her üç günde bu iğneyi vücudumdan sökmek ve yenisini takmak zorundayım… Tam 12 yıldır da bunu hep yaptım… Tam 1360 kez o iğneyi vücuduma batırdım… Nasıl mı? Kimi zaman kanayarak, kimi zaman bir sinek ısırığı gibi umursamayarak… Çoğu zaman da delik deşik olmuş yerlerime batırırken acı çekerek… Ama batırdım… Geçen gün, “mini link”i vücuduma yerleştirirken, fark ettim ki küçük bir aletle bu iğne hiç acıtmadan vücuda yerleştirilebiliyor… Kocaman bir “ah” çektim sevgilim… Bunu 12 yıl boyunca neden bilemedim… Neden kimse beni uyarmadı… Bu kadar küçücük bir aletin günlük yaşam kalitemi nasıl artırdığını anlatamam… Tam 12 yıl kendime “eziyet” ettim… İğneleri batırıp çıkardım… Ne ben, ne sağlık sistemi, ne doktorlar bunu fark edebildi… Kimi suçlayacağımı bilemedim tabii… Hep sana kızmıştım bu 12 yıl boyunca… Şimdi anladım ki çektiğim acılarda senin hiçbir suçun yok, affet beni sevgilim Pomp…