Acınacak haldesiniz

Ediz TUNCEL

Tırnak içinde yazayım, “hükümetimiz” dediğimiz “şey” tam anlamıyla acınacak haldedir.

DP’den toplumun zaten bir beklentisi yoktu, ama TDP, CTP ve HP’den vardı.

Bu üçlünün icraatları tam anlamıyla bir fiyaskoya dönüştü, acınacak hale geldiler.

İktidarda kalmanın tek yolunu maaşları ödemek olarak gördüler, bunun için de ellerindeki tüm imkanları kullanarak halkı resmen soyup soğana çevirmek için kolları sıvadılar.

Benzine getirdikleri okkalı zamların tek sebebi maaşları ödeyebilmek için kaynak yaratmaktır.

Trafik tam anlamıyla bir  kaosa dönmüşken, Girne-Lefkoşa yolu tam bir rezalete dönüşmüş durumdayken, Güzelyurt-Lefke çevre yolu yarım kalmışken, gerekli yol iyileştirme çalışmalarının yapılacağı yerde abuk subuk ve gereksiz uygulamalar  yapılırken, uçak biletleri kumarhane müşterileri için bedavaya gelsin diye  normal vatandaşlar ve öğrenciler için fahiş rakamlara ulaşmışken,  Ulaştırma Bakanı herhalde yüzüne gözüne bulaşan birçok beceriksizce uygulamanın arasında bir de seyrüsefer çıkarmayana sigorta çıkartılmaması için halkın önüne takoz koymuştur.

Şimdiki maliye bakanı dahil, gelmiş geçmiş maliye bakanları da “seyrüsefer gelirleri maaşlara gidiyor” desin ve devlet vermediği hizmetin bedelini halktan almaya devam etsin, daha doğrusu tam bir sahtekarlık örneği gösterilerek, eldeki devlet gücü kullanılarak, halk dolandırılmaya devam etsin...

Ne güzel!

Özellikle CTP-TDP ve HP de muhalefetteyken söylediklerinin tam tersini yapsın, eleştirdiklerinin, yanlıştır diye bas bas bağırdıklarının beş beterini yapsın, sonra da bahane olarak “napalım, Türkiye’de ekonomik kriz var, biz de mecburen etkileniyoruz” desin...

Kuyruklu palavra!

Vergi verenlerin listesi gazetelerde yayınlanmaya başladı, gelir beyanatlarının ve beyanatlar doğrultusunda verilen vergilerin  doğruluğunu gidin külahıma anlatın.

Sendikalara gelince, bu ülkedeki sendikaların hemen tümü, istisnalar kaideyi bozmasa da,  statükonun ta kendisidirler.

Meclis bir türlü toplanamıyor, iki vekil dışarda bilmem nerelerde geziyor, sanki çok gerekliymiş gibi, diğer taraftan Meclis’i toplayamayan, Meclis’i toplamak için yeter sayıya ulaşamayan  4’lü hükümet rezil rüsva oluyor, kabahatı Meclis’i toplamak için kılını kıpırdatmayan muhalefete buluyor.

Bazı tutumlarından hoşlanmasam da muhalefette olmasına rağmen sırf işler yürüsün diye sorumluluk yüklenerek hükümete destek veren Erhan Arıklı da desteğini çekti, ki bana göre de haklı, restini de çekti.

Çevre Yasası, Polis yasaları da dahil olmak üzere birçok acil yasa Meclis’te bekliyor, bu gidişle çıkmaz ayın son Çarşambası’na kadar da bekleyecekler.

Tam bir rezillikler sürecinin içinden geçiyoruz ama sendikalardan da tıs yok!

Neden acaba, gündüz kavga ettikleriyle gece hırsızlığa beraber çıktıkları için mi?

Bu arada, Cumhurbaşkanı Akıncı ile AKP iktidarının arasının açılmasını fırsat bilen Kudret Özersay, iki sene sonrası için gözünü diktiği Cumhurbaşkanlığı koltuğunu garantilemek için AKP ile “pembe baharını” yaşıyor, muhalefetteyken yaptığı desteksiz atışları çoktan unuttu bile...

Eğer KKTC denen yalan dolan dünyasında değil de normal bir ülkede, sosyal bilinci gelişmiş bir halkın içinde yaşasaydık, halk çoktan ayaklanır ve hükümettekileri tekme tokat döverek makamlarından kovardı.

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ise en sonunda aklını başına topladı ve tavır almaya başladı gibi görünüyor, ama bana göre umutsuz vakka...

Bu işler, “köpeğimin keyfine sizin şovunuzdan daha fazla önem veririm, köpeğim benim için sizin gibilerden daha önemlidir” mesajlarıyla “yandan çark yaparak” geçiştirilecek işler değildir.

Ayağını bastığın yeri titreteceksin, titrettiğini de hissettireceksin, ne idüğü belirsizler “Cumhurbaşkanı” lafını duyduğunda değil sokak ortasında soytarılık yapmak, ya hazırola geçecekler, ya da kaçacak delik arayacaklar...

TC yetkilileriyle Akıncı ve Kudret Özersay arasında birkaç hafta önce yaşananlar tam bir fiyaskoydu, daha da ötesi, bir siyasi rezaletti, amma ve lakin,  her zamanki gibi sineye çekildi...

Halbuki takınılan tavırlara karşı tepkiler çok açık ve net, yeterince de sert olmalıydı, olmadı.

AKP’nin ne kendine ne de Türkiye’ye hayırı olmadığının aşikar olduğu ve Cumhurbaşkanı Akıncı’nın da Kıbrıs sorunu sürecinde sadece figüran olarak görüldüğü bu süreçte, gelinen noktadan sonra Akıncı’nın yapması gereken tek şey, hem aktör hem yönetmen olarak insiyatifi ve kontrolü ele almak, Kıbrıs sorunuyla ilgili tüm görüşmelerin sadece Kıbrıs Türk ve Rum tarafı arasında geçmesi için BM kanalıyla bastırmak, masada sadece iki tarafın temsilcilerinin oturmasını sağlamaktır.

Bu süreçte de hem Kıbrıs Türkü’nün hem de, Türkiye’nin sadece AKP iktidarından ibaret olmadığını bilerek ve düşünerek,  Türkiye’nin de olası haklarını korumaya çalışmaktır.

Diğerleri geriden seyretsin, çok isterlerse görüşlerini kapı arkasından iletsinler.

Rum tarafı bizim tarafın yaşadığı rezaletleri  açık ve seçik bir şekilde gördüğü sürece ne yapar sizce?

Kendinizi Rum tarafının yerine koyun şimdi...

Karşınızda ne kendisine ne de başkasına hayırı olmayan, ne istediğini bilmeyen, sürekli karşı tarafı suçlayan, sürekli kendi eliyle Ruma peşkeş çektiği haklarından bahseden, bu arada maddi ve manevi yönden tam anlamıyla batakta olan bir güruh var.

Rum tarafı olarak da sizin keyfiniz yerinde, maddi, manevi ve siyasi olarak tüm kozlar da sizin elinizde duruyor...

Ne yaparsınız???

Darmadağın olmuş karşı tarafın isteklerini mi dikkate alırsınız, yoksa biraz daha bekleyip de karşı taraf tamamen yerle bir olduktan sonra kendi isteklerinizi mi dikte ettirirsiniz!

Dahası, Rum tarafı olası bir anlaşma için masadaymış gibi görünüyor ama diğer taraftan askeri savunma ve saldırı gücünü de olabildiğince artırıyor, güçlendiriyor.

Şu anda dünyada bu kadar küçük bir coğrafyaya sığdırılmış, teknik donanımı mükemmel hale getirilmiş, mobilize gücü bu kadar artırılmış bu kadar güçlü bir ordu yok...

Bırakın RMMO’nun geliştirilmesi için önümüzdeki 15  yıl için milyarlarca Euro ödenek ayrılmasını, sadece teknik donanım için 2018 yılında 77milyon Euro harcamışlar, 2019 yılı için de öngörülen rakam 52 milyon Euro, bu rakamlar örtülü ödenekten harcadıkları rakamların dışında, Allah bilir örtülü ödenekten kaç para harcanmıştır...

Bu rakamlar altyapı, personel gibi diğer giderlerin dışında rakamlar, sadece hafif silahlar, muhabere ve muharebe teçhizatı gibi teknik donanım için harcanan paralar.

Bu rakamları bugün Türkiye Cumhuriyeti bile harcayabilecek halde değil.

Dört bir tarafı ateş ve sorun çemberi olan Ortadoğu coğrafyasında elbette ki yan gelip yatacak değiller, kendilerini her türlü olası tehlikeye ve tehdide karşı korumaya alacaklardır.

Bizde ise okullarda çocuklarımıza kitap bulamıyoruz, çocuklarımızı sapıklardan ve uyuşturucudan koruyamıyoruz,  öğretmen eksikleri hat safhada, öğretmene lojman bulamıyoruz,  hastanelerimiz tel tel dökülüyor, ihtiyaca cevap veremiyor, trafiğimiz tam bir kaos, polisimiz en az bin eksikle çalışıyor, memleket resmen sorma gir hanı, güvenliğimiz Türkiye’ye bağlı durumda, polisin ve GKK’nın teknik altyapısını geliştirmek, teknik donanımı artırmak için en ufak bir çaba yok,  memleketteki herşey giderek daha da içinden çıkılmaz bir hale geliyor...

Ama karşı taraf sadece teknik donanım için askerine iki senede 129 milyon Eurocuk ayırabiliyor ki bu rakam KKTC bütçesinin nerdeyse beşte birine denk geliyor...

Birkaç saat içinde 80 bin seferiyi göreve çağırıp da harekat başlatacak durumdalar, sistemlerini tıkır tıkır kurmuş durumdalar.

Bu arada, Meclis Başkan Yardımcımız Zorlu Töre’ye de bir hatırlatmada bulunalım, Rumlar 1963’de devleti gaspetmedi, gasp etmeye yeltendi, ama Kıbrıs Cumhuriyeti altın tepsi içinde kendilerine İnönü hükümeti tarafından verildi...

Hayatı boyunca Türkiye’nin başını beladan belaya sokan, Amerikan mandacılığını savunmayı kendine görev bilen, iktidarda bulunduğu zamanlarda hiçbir insiyatif alamayan, zamanında FIR hattını ve 12 Adaları tam anlamıyla bitmiş bir Yunanistan’a bırakan  bu beyfendi 4 Mart 1964’de de 186 sayılı BM kararına imza atmasaydı, bugün Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti koltuğunda biraz zor otururlardı...

Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek ve yasal temsilcisi olarak tanıyan 540 ve 541 sayılı BM kararları da imzalanırken Türkiye uyumasaydı, gerekli girişimleri yapsaydı, bir gol daha yememiş olacaktık...

Son golü de Türkiye’nin AB Gümrük Birliği sürecinde yedik, Türkiye Gümrük Birliği’ne girsin diye Rum tarafı tek taraflı olarak AB’ye girdi, Türkiye’nin ve bizim karşımıza artık tek devlet olarak değil, tüm AB gücünü arkasına alarak çıktı...

Güneş balçıkla sıvanmaz, Sn. Töre, hikaye okumayı bir tarafa bırakalım, atı alan Üsküdar’ı geçerken eski hurmalar bir yerlerimize fena halde batıyor.

Kendi kendimize bunca kötülük yaptıktan sonra karşı tarafın bize kötülük yapmak için uğraşmasına hiç gerek yok...

Bütün bu manzaraya baktığımda, acınacak haldeyiz diyemiyorum, çünkü kendime acımıyorum, ama acınacak haldesiniz diyebilirim...

Tanınmamış olsa bile, hükmü sadece gücü yettiğine geçse bile, bir devletin yönetiminde olup da zavallı hallere düşmek kadar acı bir şey herhalde yoktur.