“Ben efsaneyim” ve Maraş

Oshan Sabırlı yazdı...

Kapalı Maraş’ı düşündüm dün.

Hani dikenli tellerin arasından görebildiğimiz. Dört bir yanında askerlerin nöbet tuttuğu, çürümüş, tükenmiş, bitmiş kenti.

Liseli çağlarımın, damarımda deli gibi akan coşkulu kanın zamanlarını düşündüm. Okulumun yanı başında, heyecan ile uzaktan gözlemlediğimiz o garip kentin hayalini kurdum.

Yasaklar hep tatlıdır ya, ben yasak olana özlem duydum bu kentte. Lise çağlarımda telleri aşıp, kendince çılgınlık yapan ve Kapalı Maraş’a giren arkadaşlarımız vardı. Terk edilmiş, unutulmuş, ölmüş evlerde gözlemlediklerini anlatırlardı bize.

Kapalı Maraş’a en son gittiğim tarihten bu güne 22 yıl geçti.

Mağusa Orduevi’ne giden güzergahta durmak ve beklemek yasaktı.

Yollar çatlaktı.

Devasa ağaçlar, çalılar evlerin içinden yollara doğru büyüyordu.

Aradan geçen 22 yılda çatlakların daha büyük, evlerin daha yıkıntı, ağaçların daha da büyümüş olduğunu hayal etmek hiç güç değil.

Hatırımda kalan o görüntü bana,  yıllar sonra gördüğüm 2008 yılına ait bir filmi anlattı.

Orijinal ismi ile I’m Legend (Ben efsaneyim) aklıma geldi.

Will Smith’in başrol oynadığı filmde Smith korkunç bir virüsün her yere yayılmasına engel olamamış bir bilim adamını canlandırıyordu. New York’ta hayat adeta durmuştu. Zaman hızla tükeniyordu ve bir zamanların cıvıl cıvıl kenti yıkık dökük, terk edilmiş bir kent şeklindeyken bu bilim adamı sokaklarda insanoğlunun geri kalanlarını bulmaya çalışıyordu.

İşte böylesi bir senaryo için bilgisayar efektleri, platolar içerisinde aksiyon ve korku gibi türlerin yanında, trajik bir insan dramın, bilim kurgu ile birleştirerek beyaz perdede izleyicilere sunmuştu. Şimdi Maraş’ı madem yerleşime açamıyoruz hadi film platosuna çevirelim. Bu film platosunda korku filmleri çekelim.

Dekorasyona gerek kalmadan doğal bir plato şeklinde bizimle buluşsun.

***

Maraş’a dair gençlik anılarım yok benim.

Ne o zenginliğe tanık oldum, ne de ganimetinden yararlandım.

Mülkiyet konusunun hassas bir dönemeçten geçtiği, pazarlık masasının gizliden gizliye ısındığı zamanlardayız.  Bu yaz sanırım daha da sıcak olacak.

Maraş konusunda “ya benim ol, ya kara toprağın” zihniyeti sürüyor.

Derviş Eroğlu’da gelse, Mustafa Akıncı’da hatta İzzet İzcan’da gelse koltuğa değişmez bu topraklarda siyasetin şekli.

İsmi lazım olmayan bir Cumhurbaşkanı adayı bundan 1 yıl önce büyük laflar etmişti. Maraş konusuna değinmişti Salamis’de seçmenleri ile buluştuğunda ve şunları söylemişti;

“Oysa bu konu, en azından iki defa bütünlüklü bir çözümün dışında olduğunu gösterdi. 1979’da Denktaş Kiprianu anlaşmasında kapalı Maraş bütünlüklü çözümün dışında tutuldu, anlaşarak, uzlaşarak açılması öngörüldü. 1993 yılında ise Butros Gali döneminde Güven Artırıcı Önlemler gündeme geldi. Lefkoşa’daki kapalı uluslararası havaalanının iki kapılı olarak açılmasına karşılık Kapalı Maraş bölgesi de gündemdeydi ve açılmasına da ramak kalmıştı. O zaman da bütünlüklü çözümün dışındaydı.

Şimdi, ‘devlet politikasıdır, bütünlüklü çözümün dışında düşünülemez’ diyorlar. Devlet politikasını kim yapar? Devlet politikası dediğiniz insanların yaptığı politikalardır. Biz de oraya geldiğimizde elbette Türkiye ile konuşup istişare edeceğiz. Kıbrıs Türk toplumunun lideri her zaman, her koşulda ikna edilen taraf pozisyonunda olmak zorunda değildir. İkna eden taraf da olmalı özellikle Mağusa için önemli olan bu konuda muhataplarını ikna etmeyi başarabilmelidir.”

Peki ne oldu bu geçen 1 yılda?

O aday kazanabildi mi dersiniz?

Peki ya Maraş? Hala bütünlüklü çözümün parçası mı?

Ya yukarıda belirtilen devlet politikası?