Canan Karatay: Ne dediysem 3 vakte kadar çıkıyor

Yaptığı açıklamalarla tıp camiasında tartışma yaratan ve bazı dernekler tarafından hakkında dava açılan Kalp ve İç Hastalıkları Profesörü Canan Karatay Habertürk'ten Balçiçek İlter'e konuştu.

Aile ve eğitim hayatını anlatan Karatay, kendisine yönelik eleştirileri de yanıtladı.

Elazığ Harput doğumlu olan Karatay, 500 yıllık Efendigil ailesinden geldiğini ve dedelerin hepsinin müftü olduğunu söylüyor. 11 yaşında İstanbul’a okumaya gelen ve yatılı olarak Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nde okuyan Prof. Karatay, hayatıyla ilgili soruları şöyle yanıtlıyor:

-Siz nasıl doktor olmaya karar verdiniz?

Aslında önceleri mimar olacağım diye tutturmuştum. Yatılı okulda biz hafta sonu da çıkamadığımız için daimi yatılılar, bizi yetimhanelere götürürlerdi. Çocuklarla oynardık, öyle büyüdüm. Başkasına yardım, el atma, çok küçük yaşta başladı bende. Kardeşlerimiz vardı orada. Zeynep Kamil’e giderdik ve hasta çocuklara hikâyeler okurduk. Gönlümde doktorluğa karşı kıpırdamalar başlamıştı. Sonra babam hastalandı, hastaneye yattı, çıktı derken ben tıp okumaya karar verdim.

-Çok mu çalışkandınız okulda?

Hayır.

-Çok şaşırtıcı, tersine cevap beklerdim.

Yok, başarılıydım ama çok ihtirasım yoktu. Sosyal yönlerim daha fazlaydı.

-Tıp yılları?

Müthiş geçti, büyük keyif aldım. Yazları köylere gidip çalışırdık. Genel dahiliye stajı bittikten sonra insan hasta görmek istiyor. Ne kadar çok hasta görürseniz bilginiz o kadar artıyor. Binlerce hasta bakmışımdır, kurtarmışımdır.

-Ya kaybettikleriniz?

Bu soruyu soracaksınız diye çok korkuyordum... (Gözleri doluyor) İnşallah ağlamam.

-Var mı unutamadığınız?

Hiçbirini unutmadım. Bir çocuk vardı... Konya’dan gelmişti... Çok ağır kalp romatizması vardı, kalp artık isyan etmişti. O çocuğu kaybettik, 12 yaşındaydı... Nöbetçiydim. Hiç unutmuyorum, babası bana hücum etti ve “Siz öldürdünüz çocuğumu’’ diye bağırdı. Zaten perişanım.. Oturdum, başladım ağlamaya. Ama nasıl ağlıyorum, durdurmak mümkün değil. Sonra arkadaşlarım sakinleşeyim diye bana iğne yapmak zorunda kalıyorlar. Belki de bu yüzden insanlar hastalanmasın diye uğraşıyorum.

"CANAN KARATAY LAF EDİYOR DEYİN"

(O sırada masaya salatalar geliyor ve Canan Karatay başlıyor söylemeye... “Mısır istemiyoruz efendim. Nereden çıkmış bu mısır merakı? Türk mutfağında mısır mı var? Gaziantep mutfağında mısır mı var? İçeri seslenin, laf etti deyin, GDO’lu mısırları bize yedirmeyin...’’)

-Niye kalp?

Bizim zamanımızda mecburduk iç hastalıkları yapmaya. 5 yıl yaptım, arkasından tez yazdım, sonra jüri ile imtihan. Benim çalıştığım merkez tedavi kliniğiydi ve ben nur içinde yatsın Prof. Reşat Garan’ın yanında çalışıyordum, o Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı’ydı. 1972’de ben iç hastalıkları uzmanı oldum. Aynı yıl ilk defa bizim hastanede koroner yoğun bakım kuruldu. Hocam Avrupa Kardiyoloji Derneği’nden “Gençleri bize yönlendirin’’ çağrısı alıyor ve ben İngiliz Hükümeti’nin bursuyla o merkezde 2 yıl çalıştım. Bir kardiyoloğun tek başına kalbe pil takmasını orada öğrendim, Türkiye’de ilk uygulayanlardanım. Sonra boyundan hastaya yoğun bakımda ilaç verilmesi... İlk defa orada öğrendim, uyguladım. Türkiye’de ilk mücadelem böyle başladı aslında. “Boyundan mı girilirmiş, hastaları mı boğazlıyoruz?’’ dediler. Şimdi bütün yoğun bakımlarda kullanılan teknik bu.

-Hayatınız hep mücadeleyle mi geçti?

Herhalde dünyaya bu yüzden gönderilmişim ben. (Gülüyor) Hep mücadele, bir şeyi yerleştirme, geliştirme... İngiltere’den sonra Türkiye’de “koroner yoğun bakım’’ın kuruluşu ve sonra koroner anjiyo öğrenmek istedim ve Güney Afrika, Capetown Üniversitesi’nde 2 yıl ileri kardiyoloji öğrendim. Orada da bacaktan koroner anjiyoyu öğrendim, burada etmediğim kavga kalmadı yerleştirmek için. Abilerimiz ablalarımız “Bacaktan anjiyo mu olurmuş?’’ diyorlardı. Bugün uçan sineğe bacaktan yapılıyor.

"NE DEDİYSEM 3 VAKTE KADAR ÇIKIYOR"

-Sürekli kavga ettiniz yani...

Evet. Ona programlanmışım. Rahat batıyor. Gençken daha serttim. İnandığımın arkasından giderdim. Bu daha yumuşamış halim, 70 yaşındayım artık. Ne dediysem 3 vakte kadar çıkıyor.

-Peki bütün bu kariyerin yanında, ne zaman evlendiniz?

1979 yılında, 36 yaşımda evlendim. Türkiye standartlarına göre son derece geç bir yaş, hele o zamanda. Bana göre hiç geç değildi. Sürekli “Hadi kızım’’ diyorlardı. Annemin bir sürü arkadaşı damat adayı getiriyor “Aman Canan evlensin’’ diye, ben “Hayır önce mesleğim’’ diyorum.

"36 YILLIK EVLİLİĞİN SIRRI, SEVGİ VE SAYGI. SİZ BECEREMİYORSUNUZ"

-Eşinizle nasıl tanıştınız?

Yine anneler kanalıyla. Görücü usulu yani. Eşimin annesiyle annem yolda karşılaşıyorlar, yıllardır görüşmemişler ve sohbette bizleri tanıştırmaya karar veriyorlar. Tanışıyoruz, kafamız uyuyor. O zamana kadar ben çok karşıydım görücü usulüne, ama bakın öyle evlendim. (Gülüyor) 36 yıldır evliyiz. 40 yaşında bir oğlan doğurdum.

-36 yıllık evliliğin sırrı ne?

Sevgi ve saygı, o kadar. Siz yeni nesil beceremiyorsunuz. (Gülüyor) (Sofraya taze peynir geliyor. “Taze peynir her daim masanızda bulunsun. Bu içliköfteyi de yiyebiliriz çünkü haşlama. Kızartmasından uzak durun... Bir de niye sos koydunuz buna? Ne gerek var? Sade ve basit en iyisidir, anlatamıyorum bu ülkede... İçliköfte çok sağlıklıdır. İçinde bulgur, kıyma, soğan ceviz ve ceviz yağı vardır. Çiğköfte de iyidir.’’ Canan Karatay anlatıyor, Develi Restoran’a gelen her müşteri bizim masaya uğrayıp “Hocam burada ne yemek lazım?’’ demeden geçmiyor.)

-Amerika’da eşinizle birlikte 12 yıl kaldınız. Orada çalışmalar yaptınız. Niye döndünüz?

Niye geldik? Bir kere insan özlüyor. İkincisi de kalın vatandaşlık verelim falan dediler ama hiç istemedik. Annem ziyarete geldi ve dedi ki “Ben seni Amerikalılara hizmet edesin diye büyütmedim dön memleketine hizmet et!’’ dedi. Odur! Döndük.