Gerçek Bir Yılan Hikayesi…

Kıvanç BUHARA

Dün öğleden sonra,

Güneşli ve ılık havayı da görünce,

Çizmelerimi giydim ve dağlara doğru yürüdüm!

Zehirli yılanların artık uyandığını da düşündüm ve yanıma sağlam bir de şinya topuzu aldım!

Ne olur ne olmaz…

Rahmetli dedem, “ yılandan korkma, sen ne kadar ondan korkarsan o da senden korkar, dokunmazsan kaçar!” derdi.

“ Üstüne basmaz, elini yanına yaklaştırmazsan katiyen ısırmaz!”

“ Heyecana kapılma, gördüğün zaman geç, git! Öldürmeye kalkışma”…

Bunlar yılanlarla ilgili dedemin bize nasihatıydı!

Köyümüzün destebanı rahmetlik Hüseyin Efendi anlatırdı:

“ Sağır ve kara yılanları, çekirge ve fare mücadelesi için İngilizler getirmişler taaHindistandan…”

O güne kadar kontrol altına alınamayan fare popülasyonu da azalmış…

***

Ovaya, dağa, ormana giden herkesin yılanla ilgili bir anısı var mutlaka…

“ Kafası avucum kadar, gövdesi solinadan kalın! Bir de fııısss diye bir ses çıkardı…

Alkım b-kuma karıştı! Kaça kaça bir oldum…”

“- Öldürmedin gendini…?”

“Sen ol da öldür! Bir soksun seni da gör, on metre gidemeden ağzından köpükler gelir!”

Bu tip konuşmalar uzar gider…

***

Bunları düşünürken…

Ve tam da yola revan olmuşken, teknolojinin harikası cebimde çalmaya başladı…

4447979…

“Alo, ben Kıvanç Buhara…”

“ Alo ben detaydan arıyorum, bir şey sormak isterdim…”

“Buyur kardeş, sor bakalım…”

“ - Havaların ısınmasıyla birlikte, bu günlerde yılanlar da uyandı. Pikniğe, yürüyüşe, gezmeye çıkan vatandaşlarımıza ne söylemek istersin?”

Tesadüfe bak, benim düşündüklerimi, aklımdan geçenleri “detay” okuyucuları için soruyor!

Bildiklerimi anlattım!

Yayınlanırsa, bu gün gazetenizde okuyacaksınız!

***

Hangi yıldı, unuttum…

Ancak aradan çok zaman geçti!

Yirmi beş yıldan fazla belki…

Çınarlı köyünden bir genç getirilmişti görev yaptığım Geçitkale sağlık ocağına…

Av öncesi köpeklerini gezdirmeye gitmişti delikanlı…

Bir su yanından geçerken sağır yılanın üstüne bastı…

Yılan onu tam topuğunun üst kısmından soktu!

O halde en az on kilometre yürüdü, köyden hemen getirdiler, ayağı hem morarmış, hem de kasığına kadar şişmişti…

Şuuru gidip geliyordu…

O zamanlar ambulans ne gezerdi…

Hemen anti şok tedavisine başladım! Bereket oksijen tüpümüz vardı ve bir gün önce Mağusa hastanesinde dolu getirtmiştik!

Steril bir bistüri(*) ile sokulan yeri beş santim kadar kestim,,,

Simsiyah, kötü kokulu bir kan döküldü…

Damardan yüksek doz kortizon verdiğimi hatırlarım…

Ve eski bir arabanın arkasında Lefkoşa Hastanesine götürdük…

Yılan serumu yapıldı, kan veridi…

Genç kurtuldu…

Sanırım şimdi İngiltere’de yaşıyor…

O olaydan sonra bir defa buluştuk…

Her yıldönümünde, ayağı sokulan yerden şişer ve ağrırmış…

Bana nedenini sordu!

Doğrusu bilmiyorum…

(*) Ameliyat bıçağı!