İçimizdeki düşman

Ediz TUNCEL

Allah bilir kaç yüz, hatta kaç bin kez yazmış veya söylemişimdir.

Rum’un siyaset yapma ve devlet yönetme konusundaki vizyonu ve iradesinin yüzde biri kadarı bizde yok.

Şimdi bunu yazdım diye birileri havaya havaya sekecekler, belki de beni Rumcu ilan edecekler, Rum’un asla uzlaşmaya yaklaşmadığını tekrar tekrar iddia edecekler.

Ben de “cehennemin dibine kadar yolunuz var, havaya sektiğinizde altınıza bir de kazık koymayı koymayı unutmayın, bari inerken müsait yere inesiniz” diyeceğim.

Rum’un uzlaşmaz olduğunu zaten el alem biliyor, neden uzlaşmaz olduğunu da biliyor.

Uzlaşmıyor, çünkü karşısında kendisini adam yerine koydurmak, saydırmak için uğraşan bir siyasi rakip, bir toplum yok, ama oturduğu yerde ağzını ayaza açık da Rum’un gasbettiği haklarını kendisine cevizcinin çuvalından vermesini bekleyen, ama bu hakları Rum’un verdiği şekliyle değil de kendi belirlediği şartlarda almak isteyen, bekleyen bir güruh var…

Çok beklersiniz, yürüyün de Rum’un ensenize çektiği traşını görsünler…

İnsanın doğduğu günden beri lanet olası bir sorunla yaşaması, dedesinin, babasının da kendinden önce yaşadığını bilmesi, kendinden sonra da çocuğuna bu rezilliğin miras kalacağını bilmesi insanı isyan noktasına getirir, hem de fazlasıyla getirir, ve bu gidişatta hayatına yön verenleri, hayatını zindana çevirenleri, hayatındaki tüm maddi ve manevi değerleri yok edenleri artık gerçek düşman, evinin içindeki düşman olarak görmeye başlar.

Benim için gerçek ve öncelikli düşman, bugüne kadar bildiğim, sahiplendiğim tüm maddi ve manevi değerleri mahvedenler, sömürenlerdir, ve bunlar da Rumlar ya da içinde bulunduğumuz coğrafyayı tam bir cehenneme çeviren, milyonlarca insanın, ve herşeyden önemlisi, yüzbinlerce çocuğun din kisvesi altında bir halt ettiğini sanan manyaklar sürüsü, masumların kanından zengin olan silah tüccarları, petrolü çocukların kanından, canından çok daha değerli tutan enerji simsarları filan değildir.

Bu kana susamışlar sürüsü içimdeki düşmandan sonra gelir.

Benim için gerçek düşman, üç kuruşluk menfaat, rant, koltuk uğruna tüm bu alçaklıklara göz yuman, partizanlık yapacak diye memleketin ve toplumun tüm değerlerini mahveden, kendi çıkarları doğrultusunda tüm toplumun itibarını, saygınlığını, haklarını yerle bir eden  geri zekalılar sürüsüdür.

Bu şartlarda Rum bizi niye adam yerine koysun, niye bize haklarımızı versin, niye bize saygı göstersin ki!

Bir avuç çapulcu, faşist Rum sınır kapılarını kapattı diye nerdeyse kına yaktık.

Tamam bre zibidiler, madem öyle güneye geçmiyoruz, bir kuruşluk da malınızı almıyoruz deseydik ve bir ay bu protestoyu sürdürseydik, bu protestodan milyonlarca Euro zarar edecek olan firmalar anında Rum hükümetine baskı yapmaya başlayacak ve hükümet de ister istemez bu faşist çapulcu sürüsünün üzerine polisi sürecekti, gerekirse sopayı da basacaktı…

Ama noldu, kimsenin gıkı bile çıkmadı, kimse gereğini yerine getirmedi, çapulcu sürüsü de kapı kapı gezip soytarılık yaptı.

Şimdi gelelim bize giren en büyük kazıklardan birine, hatta en büyük kazığa…

Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulidis diyor ki, “vergi mükelleflerinden toplanan “savunma katkı paylarının” büyük bölümü  amacının dışında harcanmış, ama bu bu uygulamanın yıllardır yapılıyormuş,  Rum Bakanlar Kurulu’nun Şubat 2016’da onayladığı RMMO’nun Reorganizasyonu ve Modernizasyonu Planı ile ilk kez, RMMO’nun ihtiyaç duyduğu silahlanma programıyla ilgili 15 yıllık kapsamlı bir plana sahip olmuşlar….

Dahası, Hristododulidis diyor ki, “2016-2020 dönemini kapsayan ilk aşamada tam da hava-deniz olanaklarımızın yükseltilmesine özel vurgu yapılıyor. Gerek komşu gerek Doğu Akdeniz’e çok ilgi gösteren AB üyesi devletlerle askeri nitelikli çok önemli anlaşmalar imzaladık. Bu yönde yapılmakta olan çoğu faaliyet ulusal çıkarlar gereği açıklanmıyor”…

İşin özü şudur: Rumlar RMMO’yu el altından bir güzel geliştiriyorlar, silah ve savunma güçlerini artırıyorlar, üstelik de bunu uzun vadeli projelerle, planlarla yapıyorlar.

Bir anlaşma niyetleri olsaydı, bunu asla yapmazlar, Kıbrıs’ın askersizleştirilmesi palavrasına asılabildikleri kadar asılırlardı…Ancak açık bir şekilde hem nala hem de mıha vuruyorlar.

Diğer taraftan, Kıbrıs’ın tek sahibi ve temsilcisi olarak gerek bölgede işbirliği yaptıkları devletlerle, gerekse AB üyesi devletlerle ayrı ayrı askeri anlaşmalar imzaladılar, bunu da artık hiç çekinmeden itiraf ediyorlar, ama bu anlaşmaların içeriklerini açıklamıyorlar.

Rumların tüm Kıbrıs Cumhuriyeti adına bunu yapma hakkı var mı? YOK!

Peki Rumlarla bu anlaşmaları yapanlar bu anlaşmaların yapılmasının Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olduğunu bilmiyorlar mı? BAL GİBİ BİLİYORLAR VE UMURSAMIYORLAR, ÇÜNKÜ NE TÜRKİYE’Yİ NE DE KIBRIS TÜRKÜNÜ ARTIK ADAM YERİNE KOYMUYORLAR…

Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasına göre Rumlar Kıbrıslı Türk ortağının rızası olmadan hiçbir halt edemezdi, eğer İnönü hükümetinin yarım aklıyla 1964’de 186 sayılı BM kararını imzalarken bize soktuğu ve hala da çıkmayan kazık olmasaydı, eğer acizlik abidesi Çiller hükümetinin rızası olmasaydı ve AB’ye girememiş olsalardı…

Hangi İnönü, bir de hatırlatalım aradan…CHP’nin İsmet İnönü’sü… Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk ve Kazım Karabekir kurtuluş savaşını örgütlerken kendisi harıl harıl ABD mandasına girmenin en iyi şey olacağını savunan İnönü… Komutasına verilen birlikleri Yunan saldırısı sırasında tam geriye çekmeye çalışırken durumu farketmeyen Yunanlıların kendilerinin geri çekilmesiyle kazanılan zaferi sahiplenen İnönü… Atatürk’e düzenlenen İzmir suikastının baş sorumlularından biri olduğu meseleye bakan yargıç tarafından vurgulanan ve mahkemeye çıkarılmak istenen, ama Atatürk’ün affetmesiyle yargılanmayan, sonradan  hiç haketmediği şekilde Başbakan olan ve 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye iki milyonluk bir ordu besleten ama yıllarca andilla gibi bomboş kalan Ege Adalarının Türkiye sahilinde kalanları gidip de almayan, bıraktığı miraslar, çözemediği sorunlar bugün hala Türkiye’nin başına bela olan iradesizlik, acizlik abidesi İnönü…1960’lı yıllarda, hasbelkader Türkiye’nin başında dururken tek söyleyebildiği “müsteşarıma bir işin yapılması için talimat veriyorum, o işin sonucunun ne olduğunu ABD büyükelçisinden öğreniyorum” diyerek acizliğini gözler önüne sermekten çekinmeyen İnönü…1964’de Rumlar karşısında aciz kalan ve Rumları Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak gösteren kararlara imza atan, yediği haltı örtbas etmek için ve Kıbrıs’ta yapılan Rum saldırılarına karşı bir misilleme yapıldığı izlenimini vermek için bir hafta sonra bir TBMM kararı çıkarıp, İstanbul ve İzmir’de yaşayan 40 bine yakın Rum ve Yunanlı’yı, (ki Atatürk bunların bir dostluk göstergesi olarak evlerine geri gelmelerini 1930lu yılların başında kabul etmiş ve Yunanistan ile buzları eritmişti), ellerinde bir valiz, ceplerinde sadece 20 dolarla sınır dışı edip de Yunanistan’a yollayan, Kıbrıs’taki beceriksizliğini tribünlere oynayarak örtbas etmeye çalışan, bu olayın da halen Türkiye’nin karşısında duvar gibi durmasına neden olan İnönü…Demirel gibi bir şarlatanlık abidesinin karşısında yelkenleri dibine kadar indiren, Türkiye gençliğinin ABD emperyalizmine karşı ayaklanmasına destek çıkacağı yerde seyirci kalan, bu gençler arasında Deniz Gezmişlerin Demirel’in ve ABD’nin keyfi olsun diye çatır çatır asılmasına seyirci kalan İnönü…1967’de Yunanlıların Albaylar Cuntası Kıbrıs’a binlerce Yunan askerini sivil kıyafetle adaya sokarken ve Kıbrıslı Türklere karşı son bir darbe vurmaya hazırlanırken, buna misilleme olarak adaya çıkarma yapmak üzere gönderdiği Türk ordusunu ABD’den yediği zılgıt sayesinde anında geri çeken İnönü, ki bu tarihte Yunanlılar hava kuvveti destekleri yeterli olabilseydi ve Makarios’un desteğini de alabilselerdi, ki alamadılar,  ada çoktan Yunanistan’a bağlanmış olacaktı, İnönü ve Türkiye de ağzını ayaza açtığıyla kalacaktı…

Bu “ufak” dersten sonra, gelelim işin özüne…

Rumlar önüne gelenle askeri anlaşmalar yaparken Türkiye ve bizim ceberrut tayfası tutturmuş Güvenlik ve Garantiler diye…

Artık kimsenin takmadığı, aslında kağıt üstünde var olsa da, artık hiçbir anlamının kalmadığı Güvenlik ve Garantiler zırvası…

Rum tarafı yaptıkları ve söylemleriyle açıkca “başınızdan beytambal galsın güvenlik ve garantileriniz” diyor, ve bildiğini okuyor…

Bizim ceberrutlar da nerdeyse yalvararak diyor ki, yahu  izin verin de bari birkaç yüz askerimiz kalsın…

Rum da “Ohiiiiiiiiiiiii!!!! Başınızdan beytambal galsın!” diye bağırıyor…

Biz uyurken, kendi kendimizi uyuturken, cemaatlerle, tarikatlarlar, Fetö ile, PKK ile uğraşırken, pembe dizilerle, maganda dizileriyle, kumarhanelerle, uyuşturucu furyasıyla,  Survivor ile zaman öldürürken ve leş gibi kokuşmuş, hamasi “et ve tırnak” nutukları atarken, cevizcinin çuvalından seçim yatırımı olsun diye vatandaş yaparken, her türlü maddi ve manevi değerimizi mahvederken,  Rum atı aldı ve bilmem kaçıncı kez Üsküdar’ı geçti…

ABD’nin ve buna bağlı emperyalistlerin Büyük Ortadoğu Projesi henüz bitmedi ve artık açık ve nettir ki Rumlar da bu projenin en önemli ayaklarından biridir, siyaseten ve askeri açıdan ileriye dönük olarak yaptıkları da bunun en açık göstergesidir…

Sayısız defa söyledik, bir daha yazalım ve söyleyelim: Türkiye ile Kıbrıs Türkü acilen bir güvenlik anlaşması imzalamalı, bu güvenlik anlaşması çerçevesinde Kıbrıs Türkü’nün kara, deniz ve hava savunması güçlendirilmeli, polis gücü acilen artırılmalı ve teknik altyapısı geliştirilmelidir…

Hemen arkasından da adına KKTC denen eğreti ve ucube devlet lağvedilmeli, yerine Kıbrıs Türk Devleti kurulmalı, Türkiye Büyük Millet Meclisi hemen bir kararla bu devleti anında tanımalı, KTD hemen başkanlık sistemine geçmeli, KTD’nin tanınması için Kıbrıs’da nihai bir siyasi anlaşmaya kadar Türkiye Rum tarafı ile bütün siyasi, ekonomik, sportif ve kültürel faaliyetlerini sonlandırmalıdır.

Kıbrıslı Türklere gelince, artık gerçeklerle yüzleşmeli ve başında kendi çıkarından başka hiçbir derdi olmayan palavracı sürüsü siyasetçi müsveddelerini Meclis’ten ve sokaktan temizlemeli, kendine çeki düzen vermelidir…

Eğer Kıbrıs Türkü olarak bunları hemen ve hemen yapamazsak, yapacağımız tek şey kalır: İçimizdeki düşmana teslim olmak ve müsait yerimize kına yakmak…