"Şans mı Kader mi, Bu Afiş 1 Mayıs'ın Simgesi Oldu"

Güçlü iki elin tuttuğu kırmızı bir dünya ve etrafında uçuşan çiçekler…

1 Mayıs'ın bu simge afişi 40 yaşına girdi. 1976’da Taksim’de kutlanan ilk kitlesel 1 Mayıs için çizilmişti. 
Afişin üzerinden geçen 40 yılda çok şeyler yaşandı. 1977’de 41 kişinin öldüğü katliam, arkasında yasaklanan 1 Mayıs’lar, Taksim’i kazanmak için geçen yıllar, Taksim’in kazanılması, yeniden kaybedilmesi…
Tüm bu süreçte değişmeyen tek şey, Taksim'de ısrar ve simge afiş oldu.
Afişin yaratıcısı ressam ve heykeltraş Orhan Taylan, şimdi 75 yaşında. Roma’da Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra Türkiye’ye gelir gelmez kendisini afişin aranan ismi olarak bulmuş. 1980 askeri darbesinden beri afiş çizmiyor ama resim ve heykele kesintisiz olarak devam ediyor.  Kendisini Taksim’deki atölyesinde ziyaret ettik.

İlk afiş yapmaya ne zaman başladınız?
Roma’da Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudum. Savaş sonrası atmosferi çok değişmemişti. 1961-65 arasıydı. İtalyan solu çok güçlüydü. İşçi sendikaları da öyleydi. Çok aktiftiler ve çok afiş kullanırlardı. O yüzden afişlere aşinaydım.
60-70’li yıllarda grafik sanatı açısından Polonya, Çekoslovakya çok gelişkindi. Tiyatro, sinema vb. afişleriydi bunlar. Avrupa’daki eylem afişleri edası, üslubu başkadır. Paris’teki 68 hareketinin afişleri de çok ünlüdür. Son derece yalın, tek renk, genellikle kırmızı. Teknik açıdan kırmızının sorunu en çok solan renk olmasıdır. Ama vazgeçilemez çok çarpıcı bir renktir aynı zamanda.
İtalya’dan dönünce o zaman Mehmet Ali Aybar’ın kurduğu Türkiye İşçi Partisi’ne katıldım. Partiyi çok geniş bir kesim destekliyordu, Yaşar Kemal’den tutun tüm aydın ve sanatçılar… İşçi çevreleriyle de bu partide tanıştım.
1 Mayıs’a gelene kadar çok afiş yaptım. Kadın örgütleri, gençlik örgütleri, sendikalar…
Tan Oral’la birlikte serigraf baskıda çok ustalaştık. Çünkü çok hızlı afiş yapmak zorundaydık. Gece vakti mesela, gelir gençlik örgütünden arkadaşlar “ya yarın sabaha afişleme yapacağız” derler. Koltuk altında 500 tabaka kağıt, ortada hiçbir şey yok. Hemen çizersiniz ipeğin üstüne. Hızlı olsun diye. Hem de ucuz. Hemen basardık evde. Duvarlar, kapılar boya olurdu; batardı ortalık. Ama keyifli ve çok dinamik günlerdi.
Tabii bu kadar taleple baş edemeyince bu sefer serigraf tekniğini öğretmeye başladık. Derneklere vb. yerlere gidip serigraf tezgahları kurardık ki kendileri yapabilsinler. Her çevrede eli iyi olan biri vardır.

1 Mayıs afiş fikri nasıl oldu?
Nisan ayının ortalarında bana telefon geldi akşam. 1 Mayıs’ın yapılmasına karar verilmiş, DİSK afiş de yapalım demiş. Birkaç sendikanın matbaası da vardı. O yüzden onbinlerce afiş basılabilir olanaklar vardı.
Afiş kısa bir bakışla kavranması gereken görsel bir duyurudur, kimsenin uzun süre bakacak hali yok. Çok yalın olması esastır, bu yüzden simgelere başvurulur.
1 Mayıs’ta söylenecek cümle belliydi; dünya emekçilerinin bayramı. Dünya, emek, bayram. Onu formüle ettim. Asık suratlı bir afiş olmamalıydı. Çünkü bayram kutlayacağız. Bayram olması o yıllarda önemsediğimiz bir şeydi. Bu bir kavga günü değil, kimse kimseye saldırmayacak. Taksim’de bir şenlik yapılacak. Nitekim hakikaten bayram gibi oldu. Bir yandan halay, horon çekildi. Özellikle 77’de daha süslüydü. Biraz da iktidar 1977’de ona saldırdı. Çok hızlı büyüyen bir şenlik haline geldi. Şenliğin kendisi bir tehdit haline gelmeye başladı.
Afişi 1976’da ilk DİSK bastı, sonraki yıllar her ilde bütün sendikalar basmaya başladı. Bu çok keyif veriyor. Bu afişin başarısı anlamında değil. Çünkü o zaman ne yapılmış, kimin tarafından yapılmış olsa 1 Mayıs’ın simgesi olacaktı. Bu afiş oldu. 1977’deki saldırının insanlarda burukluğu kaldı. Bu yüzden de 1 Mayıs ve onun simgesi afişe daha çok sahip çıkıldı. İnadına o afiş, inadına 1 Mayıs ruhu canlı tutuldu. Bu afişin şansı mı kaderi mi diyeyim işte… Yoksa dünyanın en kral afişini ben yaptım demiyorum.
O dönem rekabetler vardı, neden sürekli Orhan’ın afişi kullanılıyor deniyordu. Bu yüzden 78’den sonra DİSK 1 Mayıs afişi için yarışma düzenledi. Ama işte olmadı, simgeleştiği için.
Afiş bir yerden sonra kontrolünüzden çıktı mı?
İki örnek yaşandı. 90’larda bir kadın örgütü afişin dünyasını mor, erkek ellerini de kadın eli yapmışlar, Yaşasın 8 Mart yazmışlar. Bir diğeri de CHP gençlik kolları, ortasına Türk bayrağı yapmış vb.  
İkisini de uyardım. Kötü niyetli değiller tabii ki ama yapamazsınız böyle bir şeyi. O afişin o zaman söylediği bir söz vardı, bunu değiştiremezsiniz.

Hiç afiş çalışmıyor musunuz?
12 Eylül 1980 darbesinden sonra başka afiş yapmadım.
Şu anda yapsanız 1 Mayıs afişini nasıl yaparsınız?
Kutlanamayan bir bayram anlatılmalı diye düşünüyorum. 76’da kutlanmak üzere bir bayramın afişi yaptım. Bugün ise kutlanamayan bir bayram afişi yapmak lazım.
1980 darbesi bir duvar resminizin de ortadan kaldırılmasına neden olmuş.
1976’da Antalya Belediyesinin bir iş hanına klasik Yunan Mitolojisi’ndeki “Prometheus’un İnsanlara Ateşi Getirmesi” efsanesinin duvar resmini yaptık. Özellikle sağlam olsun diye akrilik boya buldum. 80’da askeri darbede belediye başkanını görevden aldılar, emekli general getirdiler yerine. Kenan Evren resimdeki bir figürü bıyığı nedeniyle Stalin’e benzetmiş. Oysa hepimiz bıyıklıydık o zaman, bıyıksız devrimci olmazdı.
Kenan Evren telefon edip "o resmi sildir" demiş. İskele kurmuşlar. Badana boyası ile boyamışlar. Ertesi akşam güneş vurunca akrilik esnek boya olduğu için üstündeki boyayı dökmüş. Bir daha boyamışlar, yine dökülmüş. “Resim generala direniyor” diye yerel gazete haberleri var. Millet toplaşıp eğlenmeye başlamış, Epey tantana oldu. Kenan Evren’e karşı resme sahip çıkıldı Antalya halkı tarafından. Sonra kazıdılar tel fırçayla. Sonra tekrar badana yapıp, üstüne “Ne mutlu Türküm diyene” yazan bir Atatürk portresi yapıldı. Beş altı yıl önce yeniden belediyeden arayıp aynı resmi yapın dediler. Dedim aynısını yapmam artık. Başka bir resim yaparım. Demokrasi tarihi yapmak istedim. Ama sonra anlaşamadık. İnşallah bir gün yapmak isterim.

1982’de Türk Barış Derneği kurucu ve yöneticisi olduğunuz için hapis yattınız?
1975’teki Helsinki Anlaşması büyük bir barış anlaşmasıydı, Türkiye de imzaladı. Her ülkede kendi hükümetlerini Helsinki anlaşması maddelerine sadık kalmaya ve uygulamaya zorlamaları için dernekler kuruldu.
Biz de çatı örgütü oluşturduk, bütün stk temsilcileri ile kurucu heyet oluşturduk. Ben de Görsel Sanatçılar Derneği Başkanıydım. İşte odalar, barolar, bazı vekiller vardı. Dernek başkanı eski bir büyükelçiydi, Mahmut Dikerdem. 
Bugün barış denen şeyi kastetmiyorduk o zaman. Esas çalışma gerek ülkedeki çeşitli kesimler arasında gerek komşu ülkeler arasında gerginliklerin yükseltilmesine karşı çıkmaktı. Okul kitaplarında “kahpe yunan” denmesine karşı kampanya yapmak vb gibi.
Askerlerin bizi sonradan askeri mahkemede çok suçladığı Kıbrıs’taki 2. Barış Harekatı denilen eyleme karşı çıkmamızdı. Türkiye’yi İsrail gibi işgalci bir devlet konumuna düşürmüşlerdi, Bunu protesto ettik. Vatan hainliğiyle suçlandık. Savunduk kendimizi. Ne ile suçlanıyorsak evet yaptık, hala karşıyız dedik. 3 yıl 2 ay yattık. Askerler bize düşman gözüyle bakıyorlardı. Bu bir savaş bunu biz kazandık gözüyle bakıyorlardı. Bütün fotolarda gülüyorduk, çünkü tüm hakimler o kadar cahildi ki. Ciddiye almıyorduk.
Şimdi barış kavramı çok sınırlanarak kullanılıyor. Barış daha engin, daha kapsamlı bir kavram. Savaşmama hali değil barış. Gerginlik ve düşmanlığın geriletildiği bir ortam olmalıdır.
Şu anda bu kadar gergin bir ortamda yine Taksim’e izin verilmedi. Bakırköy’de yapılacak 1 Mayıs.
Hiç hoşuma gitmedi. Taksim meydanı, çok senedir 1 Mayıs alanı olsun diye kampanyalar yapmıştık. 1977 1 Mayısı katliamını unutmuş değiliz. Taksim’de ölenlerin orada anılması önemeli. 1 Mayıs 1 Mayıs alanında yapılmalıdır. Kutlamaya karar verilmesi iyi bir şey Taksim’de ısrar edilse Vali polisleri saldırtıyor. İnsanlar tekrardan ölsün temennisinde bulunmak istemeyiz, herhalde öyle düşündüler.
Umarım Bakırköy’deki kitlesel bir kutlama olur. Ama gönlümüzdeki Taksim’dir. Gün gelip 1 Mayıs alanı olmasını diliyorum. (NV)

Orhan Taylan'ın sitesinden kendi anlatımıyla biyografisi:
Selanik kökenli, Samsun 1941 doğumlu ve İstanbul’ludur. Ressam Seniye Fenmen'in oğlu, Robert Kolej (lise '60) ve Roma Güzel Sanatlar Akademisi ('65) mezunudur.
Orhan Taylan'ın eserleri dünyanın ve Türkiyenin çeşitli müzelerinde bulunmaz. Müzayedecilere resim vermez. Karma sergilere katılmaz. Türk resim sanatı seçkilerine adını katmamak için çabalayanlara aldırmaz.Yurtdışındı sergi açarken, oralarda ünlenmek hevesine kapılmaz. Hapishane anıları yazmak ya da sülalesiyle böbürlenmek gibi merakları yoktur. Başka sanatçıları yargılamak anlamına gelen resim jürilerinde ve bilirkişi heyetlerinde yer almaz.
Sakal bırakmaz, pipo içmez. Resimde ustalık geleneğini küçümsemez. Gravür yapmaz, heykellerini çoğaltmaz.Resim öğretmenliğinin yaratıcılığa katkısı konusunda kuşkusunu saklamaz.
Resimlerin önemsenmesi için uçuk fiyatlar konması gerektiğine inanmaz. Suluboya kullanmaz. Yağlıboyasını kendi yapmayı, oğlu Ferhat'ı, edebiyatı, Macintosh'unu ve büyük atölye düzeninin keyfini bişeylere değişmez. Akşam içkisini ihmal etmez. Solaktır.
 Resmini, akımlar içinde adlandırmaz. Avangardizmin, deneysel-kavramsal çalışmaların sanat yerine ikame edilmesinin sanatseverleri yanıltabildiğine inanmaz. İnsan hakları kavramını küçümsemez. Polis devletine de, şeriat devletine de karşı demokrasiyi savunmayı bir erdem sayar. Yurtdışında yaşamaz. İstanbul’da, Asmalımescit'te oturur, resim yapar.
Bianet