Son Kale…

Ayşegül Garabli

Hayvan üreticileri ve çiftçiler, eylemde.

Üretmek istiyorlar.

Ürettiklerini satıp, insanca yaşamak istiyorlar.

Üç kuruşa sattıkları ürünlerinin parasını almak istiyorlar.

Kısacası, alın teriyle üretip, emeklerinin karşılığını almak istiyorlar.

Misal hayvan üreticileri.

Bin bir zorlukla hayvan besliyorlar ancak  sütlerini verdikleri devlet kurumlarından paralarını alamıyorlar.

Alsalar bile, en az iki ya da üç ayı buluyor almaları.

Ama her gün zam gelen yemleri alıp, hayvanlarına yedirmek zorundalar.

Diğer yandan, ülkeye giren kaçak et girişi önlenemediği için de et satışlarında zarar ediyorlar.

Çiftçiler derseniz, onlar daha da vahim durumda.

Su sorun, zira artık kuyu da açamayacaklar ve fahiş fiyattan su kullanacaklar.

Elektrik deseniz, otellerden, kumarhanelerden toplanmayan elektrik paraları yüzünden hem üreticiye de diğer halka olduğu gibi  daha pahalı olarak veriliyor hem de zırt, pırt kesiliyor.

Dolayısıyla üretici de bi dünya para verip jeneratör almak zorunda kalıyor.

Tabi sadece jeneratör parasıyla da kalmayıp, yakıtı için dünya para ödüyor.

Diğer yandan, tarlasında kullandığı iş makinelerinde kullandığı yakıt da ,bizim bakanlara aldığımız Mercedeslerde kullanılan yakıtla aynı fiyat.

Peki ya kullandıkları tohuma ne demeli?

Hükümet hem tohumlukları, yandaşından yoldaşından fahiş fiyata alıyor, hem de üreticiye fahiş fiyata satıyor.

Bu da yetmiyormuş gibi, üreticinin ürettiği malların aynısının, ithal edilmesine  izin veriyor.

Ne yapsın üretici?

Pahalıya mal ettiği ürünleriyle nasıl rekabet etsin ithal edilenlerle?

Bırakın ithal edilen malların daha ucuza mal ediliyor olmasını, adaya gelirken de bir çok imtiyazla getiriliyor adaya.

Vergisinden tutun da, bilmem neyine kadar bir çok konuda devletten indirim alıyor.

Üretici nasıl rekabet etsin, devletten imtiyazlı koca koca şirketlerle?

Tabi ki halk da, alım gücü düştüğü için, daha ucuz olanı tercih etmek zorunda kalıyor.

Onlar da haklı, “nasıl olur da dışardan gelen yerliden ucuz olur” diye özellikle yaratılan algı seline kapılıyor.

Oysa ki, düşünmüyor, üretimin bitirilmesiyle yavaş yavaş yok ediliyor bu toplum.

Halk, üreticinin aldığı teşvik primleri üzerinden kışkırtılıyor.

Peki bu halk nasıl teşvik edilecek üretime?

Ya da bu halkı üretimden koparan kim?

Eğer halkı yönetenler bu gün çıkıp, “üreten bir toplum değiliz, o yüzden de Türkiye’ye muhtacız” diyorlarsa, bunun sebebi nedir ve sorumluları kimlerdir?

Bu halkı daha önceleri üretimden koparan da, şimdi kalan üç beş üreticiyi bitirmeye çalışan da hükümet edenler değil midir?

Bu gün bu üreticilerin sorunları çözülmezse, biz nasıl duracağız ayaklarımızın üzerinde?

Ya da bundan sonra gençliği nasıl yönlendireceğiz üretmeye?

Kaldı ki hem eti, sütü, meyveyi, sebzeyi, v.s ucuza almak istiyoruz hem de ucuza mal edip, hayatta kalmaya çalışan üreticiyi desteklemiyoruz.

Hem kendi ayakları üzerinde duran, bağımsız bir devlet olmak istiyoruz hem de, üreticilerin yaptığı eylemi eleştiriyoruz.

Neymiş efendim, bu eylem üç beş kişi nemalansın diye yapılıyormuş(!)

Bu kasıtlı bir algı operasyonu değil midir?

Velev ki öyle, bu durumu denetleme görevi kimin?

Yine sorun çözmekle sorumlu olan hükümetin değil mi?

Oysa sorun çözmek yerine ne yapıyor hükümet?

Toplumdaki kesimleri bir birine düşürerek eylem kırıcılığı yapıp aradan sıyrılıyor.

Biz bu gün üreticilerin eylemini eleştiriyoruz ama yarın da eleştirilecek olanın bizim yapacağımız eylemler olduğunu düşünmüyoruz ne yazık ki.

İsterseniz bugün burada bir virgül koyalım ve yarın da, bir birimizi nasıl hoyratça harcadığımızı ve  nasıl suskun bir toplum haline geldiğimizi konuşalım.