Uslu: Çocuk evde şiddet görürse, bunu kendisi de uygulayacaktır

Toplumda son dönemde yaşanan şiddet olaylarının nedenlerini ve bu şiddet olaylarının karşısında neler yapılması gerektiğini Psikiyatr Ece Uslu ile konuştuk.      

   Detay Özel

Ülkemizde son dönemde yaşanan şiddet olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bir artış mevcut mudur, varsa nedeni ne olabilir?

Aslında bu soruya cevap vermeden önce şiddetin tanımını yapmak daha doğru olacaktır. Şiddet güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel ve/veya ruhsal açıdan zarar gören bireysel veya toplumsal eylemler olup fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik, siber şiddet gibi çeşitleri bulunmaktadır. Ayrıca bu tanımdan da anlaşılacağı üzere şiddetten söz edebilmemiz için ortada illa ki bir vurma, yaralama, tecavüz olması gerekmemektedir. Bir insanı, insani koşullardan mahrum şekilde yaşamaya mecbur bırakma ve aşağılama, yok sayma, görmezden gelmek de şiddettir.

Ülkemizde son dönemde yaşanan şiddet olaylarını düşündüğümüz zaman eğer sözü edilen kadına veya çocuğa yönelik şiddet ve istismar ise bunların sıklığında bir artış olmasından ziyade toplumsal olarak bilinçlenme ile birlikte bunların utanılacak bir şey olmadığının fark edilmesi ve saklanmaması ile beraber sanki artış varmış gibi algılandığını düşünmekteyim. Öte yandan kontrolsüz bir nüfus artışı ile karşı karşıyayız ve farklı kültürel özellikteki insanların adaya gelmesi bizi belli başlı karşılaşmaya alışkın olmadığımız şiddet eylemleri ile karşı karşıya bırakabilmektedir. Bir diğer neden de reyting uğruna yapılan diziler ve filmlerde şiddetin bir güç gibi pazarlanması, normalleştirilip özendilirilmesidir.

 

Sizce toplum bu durumdan nasıl etkileniyor?

 

Yaşına ve yaşadıklarına bağlı olarak bireylerin her biri bu durumdan farklı şekillerde etkilenmektedir. Bireyin yaşı küçüldükçe şiddetle baş edebilme yetisi yetersiz kalacağından bunu bilinç altına itmesi ve ilerleyen dönemlerde bunların kaygı bozuklukları veya davranış bozuklukları olarak ortaya çıkabilmesi mümkündür. Toplumumuzda her gün bir şiddet olayı duyan biz yetişkinlerse güven duygumuzu yitirmekteyiz. İnsanlara karşı daha şüphe ile yaklaşmakta, tetikte gezmekteyiz. Giderek kötümser ve çaresiz bir havaya bürünmekteyiz. Bu da sosyal bir varlık olan insanı yalnızlaştırmakta, sonuç itibarı ile toplumda Depresyon ve Kaygı Bozukluklarını arttırmaktadır. Devletin gerekli önlemleri almadığı durumlara/ülkelere baktığımız zaman insanların kendilerini koruyabilmek adına giderek saldırganlaştığını, gruplaştığını ve kendi kanunlarını yazmaya başladıklarını görmekteyiz.

 

Bu olayların medyada gösterilmesinin yansımaları nelerdir?

 

Şiddet içeren haberlerin veriliş şekli uygun olmaz (ayrıntıya inilmesi, şiddet içeren görüntülerin gösterilmesi vb) veya sıklığı artarsa bu durumda bireylerin öfke üretimine katkı sağlamakta ve bazı durumlarda özendirici olabilmektedir. Örneğin intihar haberlerinin en ince ayrıntısına dek sık sık basına yansıması depresyondaki çaresiz bir bireyin aklına yeni intihar fikirlerinin gelmesine veya bu olayın kendisi için bir kurtuluş olabileceğine dair düşünceleri arttırabilmektedir. Veya bir cinayet/tecavüz haberinin benzer şekillerde yansıtılması sosyopatlar açısından ilgi çekici ve özendirici olabilmektedir. Bu bağlamda bu konuları ört bas etmemek ne kadar gerekli ve uygunsa bu durumlarla ilgili haberlerde abartıya kaçmamak da o denli gerekli ve uygundur.

 

Çocuk gelişiminde anne ve babaların dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir?

 

Konumuz şiddet olduğunda aileye düşen görev çocuklarını anlayabilecekleri bir dilde, travmatize etmeden ve korkutmadan kendilerini nasıl koruyacaklarına dair bilgilendirmektir. Bir diğer nokta şiddetin öğrenilen bir şey olduğunu unutmamamız gerektiğidir. Çocuk evde şiddet görürse bunu kendisi de uygulayacaktır. Bu nedenle evde elimizi ve dilimizi tutmalı, çocuklarımıza örnek ebeveynler olarak davranmalıyız. Çocuğumuzu duygu ve düşüncelerini ifade etmesi için cesaretlendirmeli, eleştirip yargılamamalıyız. Çünkü şiddeti önlemedeki en büyük ilaç karşılıklı sağlıklı bir şekilde iletişime geçebilme ve empati yapabilme becerimizin varlığıdır.

 

Toplum psikolojisi açısından devlete düşen görevler nelerdir?

 

Devletlerin, mağdur ve şiddete uğrayan bireylerin ihtiyaçları halinde başvurup koruma altına alınabilecekleri, ruh sağlığı bozulan bireylerin tedavi görebilecekleri merkezleri arttırmak, bireylerin çocukluk çağından itibaren haklarını ve kendilerini nasıl koruyabileceklerini öğrenmelerine yönelik uzmanlar tarafından bilgilendirilme toplantılarının yapılmasını teşvik etmek, özendirici olabilecek durumları engellemeye yönelik kontrolü arttırmak ve engelleyici cezai yaptırımlar getirmek şeklinde sorumlulukları bulunmaktadır.  Biz savaşın çocuklarıyız ve halen zihinlerimizde şiddet ve korkunun izleri bulunmaktadır. Yaşamda kalabilmeye yönelik varlığımızı tehlikede hissettiğimiz an belleğimizdeki bu savaş ve kendini koru komutu savaşı yaşamamış bireylere göre bizlerde daha kolay bilinç düzeyine çıkmaktadır. Bu zihinsel kodların silinebilmesi için uzun süreli bir barış ve huzur ortamı sağlanmalıdır. Bu konuda en büyük görev de devlete düşmektedir.

 

 

 

Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?

 

İki insan birbiriyle konuşamadığı zaman birbirini ikna etmek için güç kullanır. Duyulmadığını, anlaşılmadığını hisseden insan hissettiği çaresizlik ve öfke ile şiddete yönelir. ‘Erkekler ağlamaz’ diye duygularından utandırılarak büyütülen bireyler çareyi şiddette arar. Madem ki şiddet, ikili ilişkilerdeki orantısız güç kullanımından kaynaklanıyor, o zaman çocuklarımıza açık iletişimi öğretmeliyiz. En başta anne babalar olarak çocuklarımıza açık iletişimi, sağlıklı iletişimi öğretmeliyiz. Öğretebilmek için de bunu önce bilmiyorsak biz öğrenmeliyiz. Bu konuya aileler kadar öğretmenler, dizi ve film yapımcıları, siyasi partiler de dikkat etmeli ve hassas davranmalıdırlar.