YAŞAMA İPEK ‘ÇE DOKUNUŞLAR…

Mesut GÜNSEV

İpek İmirlioğlu, Ankara’da yaşıyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nda Uzman olarak görev yapıyor. Yazmayı seviyor. “Boş zamanlarımda kitap okumayı severim” ifadesinden hiç hoşlanmıyor. Kitap okumayı yaşam tarzı olarak kabul ediyor.

Beni de kırmayarak senede bir kez  de olsa sayfama konuk oluyor..Bu sefer de kitap tutkunlarının Emile Ajar olarak ta tanıdıkları Romain Gray ‘in –sözde iyi bie kitap okuru olduğunu sanmama rağmen ben bu isimleri iki ayrı kişi sanıyordum-yaşamından bir kesiti sunmuş bizlere…Selam olsun:

“Romain Gary (asıl adı Roman Kacew/ d. 8 Mayıs 1914, Vilna (Vilnius) – ö. 2 Aralık 1980, Paris); yönetmen, senarist ve II. Dünya Savaşı’nda pilotluk da yapmış olan Fransız bir yazardı. Aynı zamanda Fransa'nın Los Angeles Başkonsolosluğu görevinde de bulunmuştu.

Dünya çapında tanınmış bir yazar olan Gary, 1962’de ikinci evliliğini ünlü ABD'li oyuncu Jean Seberg'le yapmış ancak sekiz yıl sonra ayrılmış. Jean Seberg, bunalımlar yaşayan bir kadın olarak birçok kez intihara teşebbüs etmiş ve nihayetinde de ölmeyi başarmış. Ölümünden on bir gün sonra 8 Eylül 1979’da, Paris’in dışında bir yerde, arabasının arka koltuğunda, yanında boşalmış bir kutu uyku ilacı ve “beni affedin, bu sinirle daha fazla yaşayamam” yazan intihar notunla birlikte bulunmuş. Romain Gary de eski eşinin intiharı üzerine şu cümleyi kaleme almış; “ne değiştirebildiğin, ne yardım edebildiğin, ne de terk edebildiğin bir kadını sevmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz!…”

20. yüzyılda Fransa'nın en üretken ve tanınan yazarlarından olan Gary, Fransa'da bir kişiye sadece bir kez verilen Goncourt Ödülü'ne iki kere sahip olmuş. Eski karısının ölümünden bir yıl sonra 1980'de Paris'te yaşamına kendisi son vermiş. Yaşayabilmesi için bir kadının sürekli kendisiyle ilgilenmesi gerektiğini söyleyerek, “şöyle kaliteli, fiyakalı bir ölüm, sanat eseri yerine geçer” diye yazmış ve hayatı boyunca hep bir kadının onu önce fiziki, sonra ahlaki, en sonunda ise maddi olarak yerle bir ettiğini hayal etmiş.

Sonunda hayalleri gerçekleşen Romain Gary, ölürken ardında bıraktığı mektupta; Yalan Roman, Kral Solomon’un Bunalımı ve Goncourt Ödülü’nü 1975’de ikinci kez almasını sağlayan Onca Yoksulluk Varken romanlarını ‘Émile Ajar’ takma adıyla yazdığını açıklayarak, bu itirafıyla “Fransa’da bir yazarın ancak bir kez kazanabileceği ‘Goncourt Ödülü’nü ikinci kez alan yazar” olarak edebiyat tarihine geçmiş ve ölümü de gerçekten fiyakalı olmuştur.

Romain Gary, mahlas olarak kullandığı ‘Émile Ajar’ ismiyle de çok tanınır. Asıl kimliğinin planlı ölümünden sonra açıklanmasını istemiştir. İntihar notuna “çok eğlendim, teşekkür ederim, hoşça kalın” diye yazmıştır. Bunun nedeni; eleştirmenlerin Romain Gary’nin vasat bir yazar, Émile Ajar’ın ise çok iyi bir yazar olduğunu kayıtlara düşmüş olmalarıdır; oysa her ikisi de kendisidir! Yirmi yaşında yazmaya başladığı Yalan Roman’ı (Pseudo), elli yaşına geldiğinde Émile Ajar takma adıyla yayımlar. Romanın içeriğinde başkişi olarak geçen genç bir yazar; insanların da, onların yaşamlarının da, dünyanın da gerçek olmadığını, çoğu kişinin üzülmemek adına kendi olmaktan korktuğunu ve kendini korumak için de 'mış gibi' yaptığı bir oyunu (pseudo oyunu) oynadığını farketmektedir.

"Herkes anlamlı anlamlı başını sallıyor. Duygulan'mış gibiler, etkilen'miş gibiler, hüzünlen'miş gibiler. Hep gibiler. Hiç kendileri olamıyorlar. Olurlarsa kendilerinden korkuyorlar."/ Murathan Mungan

Şu hayatta insanların başına her şey gelebilir. İşte bu her şey neyse, asıl ona verilecek tepki önemlidir. Tepkilerini doğru yönlendirebilen insan, hayatını sürdürebilir, yanlış yönlendiren de hayatında sürünebilir. Elisabeth Kübler-Ross; “insanların kendilerini ölüme yaklaştıran bir olay yaşadıklarında ya da travma yaratabilecek kötü bir haber aldıklarında, inkâr, kızgınlık, pazarlık, depresyon ve kabullenme şeklinde beş aşamadan geçtiğini” söylüyor. Bu aşamalara fazla takılmazsak, gücümüzü daha çabuk toparlayabiliriz. Hani bazen, bazı insanların bir şeyleri nasıl çabucak kabullendiğine ve neşeyle ortalarda dolaştığına bakıp da: “A aa şuna bak, başına gelmedik kalmadı, bravo yani adam hâlâ taş gibi” diyebiliyoruz ya! İşte işin sırrı da; soğukkanlı davranıp, olayların yarattığı etkiyi çabucak hazmetmekte yatıyor.

“Ana dilimiz gibi iki yabancı dil biliyoruz; ‘İlgisizce’ ve “anlamazca’”/ Metin Üstündağ

Bir süre önce, "The İnvention of Lying/ Yalanın İcadı" filmini izledim. İnsanlar yalan söylemeyi bilmeseydi, hayat nasıl bir şey olurdu? Acaba yalansız bir dünya bize gerçekten fayda sağlar mıydı yoksa hiç aklımıza gelmeyen zararları mı olurdu? Bana göre; bir insanın yakışıklı ya da güzel oluşuna asla kapılmamak gerek. İlişkilerde seçimlerimizi; mantıklı düşünebilen ve düşündüklerini dürüst ama saygılı ve nazik bir şekilde aktarabilen, sempatik insanlardan yana kullanmalıyız.

“Sen kendini paralarken, o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan ‘bu kuşun kanadı neden beyaz değil’ diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin. İki ucu keskin bıçaktır aşkın. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin, cezanda indirim sağlamaz. Sen, ‘ama senin için şunu yaptım’ derken o, ‘şunu yapmadın’ diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır."/ Nazım Hikmet RAN

                “Zaaflarımla kabul eden, tüm korkularımı bilen, hesapsızca ve sorgusuzca, şartsız ve de koşulsuz, onaylamasan da şefkatle, olgunlukla yanımda olan sensin. Kalbinin içi kadar temiz gözlerle bakan, beklentileriyle yormayan, fazla soru sormayan, yanında ‘ben gibi ben’ olduğumsun. Doğru bildiğim yanlışlarımı gören, incitmeden söyleyen, kalıplara sıkıştırmadan seven, en beceriksiz taraflarımı, düşüncesizce ettiğim lafları dert etmeyip sıcacık gülümseyen, her gün daha da iyileştiren, iyi gelen sensin.”/ İpek İmirlioğ

"Şu iflas etmiş dünyada, en geçerli para birimi; kendin gibi bir insanla paylaştığın duygulardır/ (il Postino)" Kimsenin kimseye ilişkiler konusunda manevi baskı uygulamayacağı, inada bindirilmemiş hisler taşıyabileceği, hırs içermeyen, saygısızlık ettirmeyen, gurursuzluğa izin vermeyen, dürüst ve karşılıklı olarak aynı duyguların kendiliğinden gelişeceği sevgilerle karşılaşmak dileğiyle, hoşça kalın.