• BIST 11335.05
  • Altın 5945.38
  • Dolar 42.7823
  • Euro 50.1736
  • Lefkoşa 7 °C
  • Mağusa 17 °C
  • Girne 13 °C
  • Güzelyurt 9 °C
  • İskele 17 °C
  • İstanbul 5 °C
  • Ankara -6 °C

Çözüm olsaydı, bu soğuklar olur muydu?

Hasan KAHVECİOĞLU

Çamur Hikmet; soğuktan tir tir titreyerek söylendi: -Çözüm olsaydı, bu soğuklar olacak mıydı? Bu kadar çok üşüyecek miydik? Bu serzenişi, bu hayıflanmayı; ama aslında bu “kara mizah”ı yabana atmayın… Hikmet; ne söylediğini, niçin söylediğini çok iyi biliyor… Sözü; “Herşeyin nedeni çözümsüzlüktür” diyenlere bir naziredir aslında… Tabii bu “laf”ı üzerine alanlardan değilim… Hatta, tam tersine “çözümsüzlüğün” ve Türkiye’nin “etki alanları”nın dışında, kendimize ait bir “yerel” kapasite olduğuna ve “limitli demokrasi” içinde gönülleri ile siyaset yapanların bu alanda birşeyler başarabileceğine inananlardanım… Belli oluyor ki; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “çözüm” ve “Türkiye ile ilişkiler” önemli bir yer tutacak… Acaba nasıl bir Cumhurbaşkanı istiyorsunuz? “Çözüm istiyorum” diyen, ama bu konuda bugüne kadar somut, elle tutulur bir “katkı”sı olmayan, tam tersine geçmişinde hep “çözüm karşıtı” politikalarla tanınan birini mi? Yani Eroğlu’nu mu? Eroğlu, zaten sağ partilerdeki tutucuların ve geleneksel çözüm karşıtlarının oylarını alacaktır. “Çözümcülüğü” ise tamamen bir “illüzyon”dan ibarettir… Bulunduğu makama ve Türkiye’ye “uyum” sağlamak amacıyla “çözüm yanlısı” görünmek ise, Kıbrıslı Türkler için bir toplumsal ihtiyaç değildir… Kısacası; gerçek çözüm yanlısının, Eroğlu’na verecek oyu yoktur… Gelelim Dr. Sibel Siber’e… Partisinin yarısının kendisine oy vermeyeceğini iddia eden anketleri hesaba katmadan şunu söylemek mümkün: Çözümcü kitleler, Kıbrıs konusu özelinde, “geçmiş”e büyük değer veriyorlar… Bu konuda “yaşanmışlıklar” vardır, “yol arkadaşlığı” öyküleri vardır… Ödenen faturalar vardır… Antidemokratik ortamlarda rejimin dayattığı “Dışlanmışlık” ve “yalnızlık” öyküleri vardır… İnsanımızın; 2003’lerde mitinglerde buluştuğu ve kucaklaştığı o sımsıcacık “Çözümcü kültür” bugün seçmenin “hak ediş” parametresinin aslını oluşturuyor… Bu nedenle, Dr. Siber’in, “Çözüm yanlısı” kitlelerden büyük destek görebileceğini sanmıyorum. “Kıbrıs sorunu” ve “çözüm” bağlamında en avantajlı aday; Mustafa Akıncı olarak görünüyor… Akıncı’nın “dağarcığında” iki toplumlu dev bir başarı projesi olan ve BM Ödülü almış bulunan “Lefkoşa Kanalizasyon Projesi” var… Anımsıyorum ki, Akıncı; Rum tarafı ile kanalizasyon görüşmelerine başladığında, rahmetli Denktaş’a BM yetkilileri “Bu adamı nereden buldunuz, çok şey istiyor” diye şikayete gitmişti… Akıncı, o dönemde görüşmelerin bir yıl uzamasını göze almış, böylece Lefkoşa’nın Türk kesimi kanalizasyona sahip olurken, surlariçi de basınçlı suya kavuşmuştu. Bu bakımdan Cumhurbaşkanı’nın “Görüşmeci” niteliği önemli bir “kıstas”tır ve adayların geçmişteki “performans”ları da buna ışık tutacaktır. Adayların “Türkiye ile ilişkiler” konusunda da ne söyleyecekleri, neye inandıkları bu seçimlerde önemli bir “parametre” olacaktır… Bu yarış; “Türkiye’nin adayı benim” diye girilen geçmişteki seçimlere pek benzemiyor… Zaten, artık “Türkiye’nin adayı” olmak da “prim” yapmıyor… Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Talat’a karşı Eroğlu’nun kazanmasının bir nedeni de sanırım Erdoğan karşısında “mağdur” bir portre çizilmiş olmasıdır… Akıncı’ya, son zamanlarda en çok sorulan soru “Erdoğan ile geçinebilecek misiniz?” sorusudur… Akıncı, bu konuda “Çatışmacı değil, uzlaşmacı bir siyaset izleyeceğini” söylüyor… “Madem ki Erdoğan da Kıbrıs’ta çözüm istiyor, illa ki işbirliği yağacağız” diyor… Tabii şimdiye kadar adayların hiçbiri “Türkiye’nin adayıyım” demedi… Ama, siyaset ve medya kulislerinde “Beni teşvik ettiler, beni orada görmek istediklerini söylediler” şeklinde konuşan birileri de dikkat çekiyor… Belli ki; Türkiye ile “sağlıklı ilişkiler kurulması” her aday için öncelikli bir konu değil… Eroğlu bunca yıldır “Anavatan” demekten bıkıp usanmadı, Akıncı ise 1987’den beridir “Türkiye ile ilişkilerimiz yeniden tanımlanmalıdır. Anavatan-yavruvatan hamaseti değil, kişilikli ve sağlıklı bir ilişki düzeni kurulmalıdır” demektedir. Sözün kısası şu: Kıbrıslı Türkler; Kıbrıs sorunu bağlamında, toplum lideri diye anılacak olan “görüşmeci” seçecekler… Tuttuğunu koparan, geçmişte bunu kanıtlayan mı, yoksa hem iki egemenliği savunan, hem de tek egemenliği öngören 11 Şubat belgesine imza koyan mı tercih edilecek? Kıbrıslı Türkler; Türkiye ile sağlıklı, karşılıklı saygıya dayalı “Kişilikli” bir ilişki talep eden bir “lider” mi seçecekler, yoksa “Otur Arap kalk Arap” anlayışındakilere mi oy verecekler? Tabii başka “parametre”ler de var seçmenin talep etmesi gereken… Yeri geldikçe onları da irdeleyeceğiz… Unutmayalım… Kıbrıslı Türklerin yakın tarihi; hem Kıbrıs sorunu, hem de Türkiye ile ilişkilerde; teslimiyetçi siyasetçilerin kişiliksiz bağımlılıklarına fazlası ile tanık olmuştur… İşte size iki örnek: Bir: Rahmetli İsmail Cem, Kıbrıs sorununun gergin bir döneminde Kıbrıs’a gelmiş. Zamanın Başbakanına “Bu konuda görüşlerinizi almaya geldik” demiş… Başbakan da; -Estağfurullah Efendim… Siz daha iyisini bilirsiniz, diye yanıt vermiş… Cem’e hiçbir konuda, hiçbir öneride bulunmamış… İki: Klerides’in öldüğü gün, bizim yönetimin çok üst kademelerinden resmi makam sahibi bir zat, cenazeye gitmek istemiş… Ancak “Acaba kime sorayım?” diye ikileme düşmüş… Bir yerlere telefon açmış… Aradığı ve danışacağı “makam”ı yerinde bulamamış… O da “Müsteşar”ına konuyu aktarmış… Müsteşar Bey, gayet nazik biçimde “Aman efendim, bana sorarsanız tabii ki siz karar vereceksiniz” deyivermiş… Bizimkinin bu “öyküsü” kocaman binanın koridorlarında aylarca müstehzi gülüşlerle anlatılmış… Soru şu: Bunlardan hangisine oy verirdiniz?

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları