• BIST 11335.05
  • Altın 5945.38
  • Dolar 42.7823
  • Euro 50.1736
  • Lefkoşa 7 °C
  • Mağusa 17 °C
  • Girne 13 °C
  • Güzelyurt 9 °C
  • İskele 17 °C
  • İstanbul 5 °C
  • Ankara -6 °C

“Evlat acısı” çeken tüm annelere…

Hasan KAHVECİOĞLU

HASAN KAHVECİOĞLU - 90’lı yılların başlarıydı… Özel bir organizasyon ve izinle güneye geçmiş, köyüm Lefkara’ya gitmiştim… Çocukluğumun geçtiği mahallede, çok sevdiğimiz yaşlı bir Rum komşumuz vardı… Adı Margaru’ydu… Kapısını çaldım… Kalabalık grubumuzun meraklı bakışları altında kendimi tanıttım… “Ben Zalihe’nin oğlu” der demez, yaşlı Margaru’nun gözleri pırıl pırıl parladı… -Senin annen, benim can dostum Zalihe, bu köyde ilk pantolon giyen kadındır… 50’li yıllarda hepimize öncülük etmişti… Ovaya giderken pantolon giydiğini görünce, bütün köyün kadınları; Rum olsun, Türk olsun onu örnek aldık ve çok rahat ettik, demişti… O anda, annemle nasıl gurur duyduğumu, nasıl göğsümün heyecanla attığını fark etmemiştim… O gezide bizimle birlikte olan değerli dostum Hasibe Şahoğlu, kabıma sığmayan duygularıma şahit olunca, bundan çok etkilenmiş ve bana duygularını anlatan bir yazı yazarak armağan etmişti… “Vay canına…” demiştim, okuması yazması olmayan köy kadını annem, zamana ve kültürel geleneklere karşın, ilerici bir tavırla ezber bozmayı başarmıştı… Aile kökleri ta Delicibo’ya uzanan annemi, şimdilerde her ziyarete gittiğimde sessiz ve derinden bir gülüşle karşılar beni… Bu “anne” gülüşü yanağına konduğunda, gözlerine yerleştiğinde beni tanıdığını duyumsar, rahatlarım… Yaşamın “ağırlığını” omuzlarında “küfe” diye taşımaktan hiç gocunmamış bir kadındır anacığım… Kıbrıs’ın güneyinde, Lefkara’dan Köfünye’ye (Geçitkale) göç ettiğimizde, babamın önündeki kahveci önlüğünün cebindeydi tüm maddi varlığımız… Bir tarafta kuruşlar, diğer tarafta şilinler vardı… Birkaç gün sonra tümü de tükendi… Annem, sinema salonundaki göçmen yaşamımıza aldırmadan, kolları sıvadı ve kocaman bir tepsi “GalonBrama” yaptı… Sonra da bana “Köfünyeliler bu tatlıyı bilmez. Kahvehanelere git ve sat” dedi. Annemin yaptığı “Şammali”ler büyük ilgi görmüştü köylülerden… Geçitkale büyük bir “Getto” idi. Alaminyo, Boğaziçi (Aytottoro), Mennoya ve daha birkaç köyün merkeziydi. Bu şerbetli tatlının arkasından annem, sütlü mahallebiye geçti. Sulu mahallebisi de enfesti. Bunlarla yetinmedi, haftada bir kek yapmaya ve piyangoya koymaya başladı. “Gubez” dediğimiz kıymalı köfteleri de meşhur olmuştu. Göçmenlik günlerinde ailenin tüm yükünü; hiç şikâyet etmeden, bıkıp usanmadan sırtında taşıyordu… Lefkara’da; eşeğin sırtında harnup ve zeytin toplamak için saatlerce sarp dağlara tırmanan pantalonlu köy kadını; bir anda, yetenekleri ve zekâsı ile kocaman bir “ev ekonomisi” yaratmıştı… Lefkara’da üzüm bağlarında çapa tutan elleri artık hamur, simit ve kıyma yoğuruyordu… 1967’de, Grivas’ın askerleri Geçitkale’ye girdiğinde ben Lefkoşa’daydım… Birkaç gün sonra; yakılmış, yıkılmış ve bir cehenneme dönüşmüş olan köye gittiğimde, bizim evin önünde bir Rum seyyar satıcının arabasını gördüm… “Göçmen evleri”nde oturan kadınlar, Rum satıcının arabasının başına yığılmış, alış veriş yapıyorlardı… Hayretler içinde kalmıştım… Daha birkaç gün önce Grivas bu köye saldırmış ve yirmi dört kişi şehit olmuştu… “Anacığım bu ne hal?” diye sorduğumda bana “Bu satıcı Rum’un ne suçu var?” demiş ve eklemişti: “Bu insanlar bizim köylülerimiz… Onların bir kabahatı yok. Kin ve nefret hiçbir sorunu çözmez.” Köylerine saldıranlarla, bölgede yaşayan Rumları aynı kefeye koymamış, genel ve milliyetçi bir öfke ile hareket etmemişti… Ne o; ne de köyün diğer kadınları… Annem; bütün bu işleri kotarırken, bıkıp usanmadan da “Lefkara nakışı” işliyordu… Dünyaca ünlü bu nakışın hemen tüm motiflerini bilir, risk alarak büyük projelere dalardı… Kocaman yatak örtülerini aylarca küçük “yastıcığı” üzerinde evire çevire nasıl dokuduğunu gözlemlediğimde; enerjisine, tahammülüne ve sebatına bir o kadar daha hayranlık duyardım… İlerleyen yaşına ve zayıflayan gözlerine karşın, Lefkara nakışından vazgeçemiyordu… Kızları, gelinleri için hazırladığı “çeyiz”lerin biri bitince ötekine başlardı… İşi, torunlara kadar uzatmıştı… Şimdi 80’li yaşların ortalarında, huzur içinde yaşıyor… Sürekli ceplerini karıştırıp, bulduğu bozuk para ve küçücük hediyeciklerle etraftaki çocukları sevindirmeyi sürdürüyor… Artık, Şammali, sütlü mahallebi ya da Gubez yapamıyor… Bu “Anneler Günü”nde; bunca yıldır yazı yazan oğlunun kendisi için de bir yazı yazacağını hiç ama hiç tahmin edemiyor… Ama hayat bu… Sosyal medyacılar olsun, köşeciler olsun o kadar çok “annem” dediler ve bireyselliği o kadar çok abarttılar ki ben de çekine çekine annemi bir “nebze” anlatayım dedim. Tüm “anne”lere en içten dileklerimle… Özellikle, Kıbrıs’ta “evlat acısı” çeken iki toplumdan annelere, İstanbul’da Galatasaray’daki “Cumartesi anneleri”ne, Arjantin’deki “Deli Perşembe annelerine” destek ve hayranlığımla…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları