• BIST 10081
  • Altın 2945.964
  • Dolar 34.757
  • Euro 36.7352
  • Lefkoşa 17 °C
  • Mağusa 17 °C
  • Girne 20 °C
  • Güzelyurt 16 °C
  • İskele 17 °C
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 7 °C

BAL YAPMAYAN ARILAR

Hatice İNTAÇ

Son zamanlarda gerek şahsi gerekse toplumca yaşanan talihsizlikler neşeyi, sevinci yasakladı uzun zamandır. İçten gelen ağız dolusu kahkahalarımız çok gerilerde artık. Gülüyoruz gülmesine de daha çok sinirden, gerginlikten gülüyoruz. Televizyon yayınlarında bile bir süreliğine bu olumsuzluklardan uzaklaştıracak komedi programları, belgeseller, eğitici öğretici, yaratıcı programlar bulmak neredeyse imkânsız oldu. Yüzlerce kanalın arasından onları mumla arıyoruz. Elimiz komutada kanal değiştirmekten yoruluyor ama yok... Varsa yoksa insanları genelde kandırmaya çalışan kampanyalar, saçı sakalı birbirine karışmış, ürkütücü görüntüleriyle en inançlı insanı bile dinden imanda soğutan sarıklı hocaların yer aldığı programlar ve bunlar gibiler. Hele yemek programları!..O yemekleri yapamayanların;bunu yapacak maddi olanaktan yoksun olanların varlığını hesaba katmadan yapılan lüzumsuz, faydasız bir meşgale ve zaman kaybı. Bir de entrikalarla dolu, normal bir insanın kabullenemeyeceği akıl almaz olaylarla dolu dizler vardır ki; onlar değil huzur vermek, sinirleri tel gibi germeğe yarıyorlar ancak.

Hele KKTC tv. ekranlarında reklam ve haber programlarından başka bir şey yok. Haberler ise hep ayni. Nerdeyse yarım asırdır kapalı duran, artık harabeye dönen, yılanların istilası altındaki Maraş’ın açılacağı konusu… Meclisteki milletvekillerinin kavgaya varan tartışmaları.. incir ipi gibi uzayan ve sonu gelmeyen federasyon mu, ayrı devlet olarak tanınmak mı konusundaki fikir ayrılıkları…Cumhurbaşkanlığına aday arayışları .. Akıncıya yapılan ve “bu kadarı da olmaz artık” dedirten nankörlük ve haksızlıklar.. Maaşçıklarını her ay alan ama meclis toplantılarına bile katılmayan; kendileri ve yakınları dışında kimseye faydası olmayan milletvekillerinin vurdumduymazlığı… Dokunulmazlığın kaldırılmasını “ benim de foyam ortaya çıkar” korkusuyla çeşitli bahanelerle erteleyip hırsızları korumaya ayarlı tutumlar… Milletvekili Sn. Manavoğlu’nun haklı çıkışına, başkalarına yaranmaya çalışan Sn. Arıklının haksız ve hadsiz itirazları… Daha yeni kurulmuş hükümetin yapması gereken dünya kadar iş varken meclisi tatil etmesi.. Hele geçen kış dört gencin ölümüne neden olan ciklos mevkiindeki yolun tamirine bile hâlâ el atmaması ve daha neler neler?. Hepsinin bal yapmaz arı olduğunu ve sadece vızıldadıklarını bile bile bunları dinlemek sinirleri oynatmaktan ve zaman kaybından başka ne olabilir ki?
Haaa!.. Unutmadan!... Ekranlara ve haber programcılarına yeni bir malzeme çıktı. Artık uzun süre bunu kullanırlar. KKTC ne gökten bir şeyler düştü ve yangına sebep oldu. Düşen cismin ne olduğu henüz belli değil. Yetkililerin her biri değişik yorumlar yapmakla yetiniyor. Kimisi füze, kimisi insansız hava aracı diyor. Bu işlerden anlayan yok ki… Ancak Türkiye’den veya başka ülkelerden uzmanlar gelecek de işin sırrı çözülecek. Kabul etmek gerekir ki coğrafi konum olarak bir ateş çemberinin ortasındayız ve gerek yanlışlıkla gerek kasıtla olsun böyle bir olayı tabii ki ciddiye almak gerekir ama nedense bilenin bilmeyenin yaptığı yorumlar bana komik geliyor ve yıllar önceki başka trajikomik bir olayı hatırlatıyor. Hatırlayacaksınız.. Hani Mağusa surlarının derinlerinden ürkütücü sesler geliyordu da bazı yetkililer yine böyle değişik yorumlar yapıyorlardı. En sonunda rahmetli din adamımız Şeyh Nazım da surların içinde bir ejderha olduğunu söylemiş etrafı iyice korkutmuştu. Sonunda seslerin sanırım yarasalara ait olduğu ortaya çıkmıştı.
*****

Bu sıcak havalarda ve içinde bulunduğumuz bu kötü şartlarda vakit nasıl geçer? Bu uzun yaz nasıl savılır.. Denizlerimiz var ama çoğu mikroplu. Otellere ait denizlere girmekten bile kaçınıyoruz çünkü onların da temizliklerinden emin olamıyoruz. Üstelik herkesin otel plâjlarına gidecek maddi gücü de yok. Her konuda olduğu gibi bunda da denetimsizlik başını almış gidiyor.
Haftanın üç gecesi gece kulüplerinin, diskoteklerin, ne olduğu belirsiz yeknesak tam tamlarından yıllardır şikâyet edildiği halde ona bile bir çare bulunamazken şimdi de camilerden gelen ve hastaları, çocukları mahalle halkını uykusundan zıplatacak şekilde hoparlörleri en üst perdeden açarak okunan ezan seslerinden rahatsız olanların ilgili yerlere yaptıkları şikâyetlere de kulaklar maalesef tıkalı… Çevre dairesi, din işleri sorumluları buna da çare bulmuyor.Bulmak istemiyor.. Kafa yapısı, düşünce tarzı böyle olan insanlara meram anlatmak zor. Hakkınızı aramakta ısrarcı olursanız adınızı dinsize de çıkarıyorlar hemen. Çakma hacılar, sarıklı hocalar, cinciler… Aslında dinsiz imansız onlarken onların batıl ve hurafe söylemleri değil midir insanları dinden soğutan?.. Eskiden hoparlör mü vardı? Müslümanlar hani karşıydı “gâvur icatlarına!.”. “ Bu ne perhiz bu ne lâhana turşusu denmez mi şimdi bu hoparlörle ezan okuyanlara? Camilere minareler ve şerefeler niye yapıldı diye sorulmaz mı onlara? Yoksa merdiven çıkmak zahmet mi olur acaba?.. Çıkıp adam gibi; doğru dürüst imam gibi ezanı orada okusana hoca… 
Bu şartlarda bu yaz nasıl geçer demiştim de; ben çareyi öteden beri alışkanlığım olan okumakta buldum. Öyle internetten falan değil… Çevirdiğim sayfaların hışırtısını duya duya, kâğıdın kokusunu ala ala okumaktan bahsediyorum. Her ne kadar okumak daha çok yağmurlu ve loş kış mevsimine daha çok yakışsa da bu yaz ondan daha güzel bir meşgale bulamıyorum. Okumak… Sadece vakit geçirmek değildir okumanın amacı. Okumak bilmediğini öğrenmektir. Öğrenmek paylaşmaktır... Paylaşmak çoğalmaktır… Çoğalmaksa bir ülkenin kültür seviyesini yükseltmektir.

Şu sıralar Buket Uzuner’in “SU” adlı kitabını okuyorum. Fazla okuduğum bir yazar olmamakla birlikte, Türklerin kadim Kamanlık geleneğindeki evrensel tabiat- insan değerlerini çağdaş Türk edebiyatına kazandırmak amacıyla uzun araştırmalar yapmış olması ve bu araştırmaları sonucunda “ SU, HAVA, TOPRAK ve ATEŞ” adlı dört romanını kaleme almasını takdire şayan buluyorum. Bu yüzden öğrendiklerimi paylaşmak amacı da güderek kitaptan bir paragrafı aktarmak istiyorum.

“Dünya yaratıldığında sadece SU vardı. Su, ebedi bir başlangıçtı. Ondan önce hiçbir canlı olmadı ve ondan sonra olmayacaktır. Ondan önce dünyada yer, gök, ay, güneş, toprak, hava, ateş ve bitki yoktu. Sudan önce zaman da yoktu ve ondan sonra da zaman olmayacaktır. Su saflıktır, berekettir. Kötülüğü yıkayıp temizleyen; kötüyü iyiden ayıran en şeffaf sınırdır. Bedenimiz de büyük ölçüde sudan yaratılmıştır. İnsan bedenle su ilişkisini en iyi bir hamamda yıkanırken veya suda yüzerken öğrenebilir.”
Son günlerde zirveye ulaşan hava sıcaklıkları tam da okuduğum kitapla uyuşuyor; suyun hayatımızdaki yerini çok güzel anlatıyor. Bu kavurucu sıcaklara baş edebilmek bile ancak suyla mümkün değil midir?. Su olmadan dünyada hiçbir canlının yaşamasının mümkün olmaması bir yana bize verdiği pozitif enerji ve ferahlama duygusu bile onun önemini anlamaya kâfidir sanırım. Meselâ özellikle bu mevsimde bana en çok huzur veren şeylerden biridir hortumla bahçe sulamak. Suyun toprakla buluşmasına, çiçeklerin canlanmasına tanık olmak ve en çok da nemlenen toprağın kokusunu duyumsamak.. Arada kendimi sulama pahasına bile olsa …

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları