• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • Lefkoşa 17 °C
  • Mağusa 17 °C
  • Girne 18 °C
  • Güzelyurt 14 °C
  • İskele 17 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 16 °C

HEPİMİZ ZAMANIN YOLCULARIYIZ (YENİ YILA DAİR)

Hatice İNTAÇ

Bir yılı daha geride bıraktık ve bir yenisine ulaştık. Bunun coğrafi anlamı, dünyanın güneş etrafındaki 365 günlük turunu tamamlaması ve yeni turuna başlamasıdır. Dünyanın hiç şaşmayan düzeninden birisi de budur. Her yıl 31 Aralık gecesi saatler 12 yi vurduğunda eski yıla elveda, yenisine merhaba deyişimizin nedeni de dünyayla güneş arasındaki münasebetten başka bir şey değildir aslında. Bu gecenin diğerlerinden hiç bir farkı yoktur. Yine de ona özel anlamlar yüklemek eskiden beri adet olmuştur. Yenilik aramak, ümitlenmek insanoğlunun doğasında her zaman vardır. Bu yüzden her yeni yıla dileklerle, ümitlerle, coşkuyla girilir. Her yeni yıla hayatımızda çok şey değişecek; geçmiş yılda yaşanan olumsuzluklar bitecek, güzel günler gelecek, hayatımızda iyi şeyler olacak beklentileriyle gireriz. Ne yapalım?.. İnsanız… Umut etmek doğamızda vardır. Yaşadığı sürece insanın umutları tükenmez. Umudun tükenmesi bir bakıma varlığın tükenmesi demektir. Dileklerimiz, beklentilerimiz gerçekleşmese de, hayal olsa da ummaktan vazgeçmeyiz. Boşuna denmemiştir “İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar” diye. 

Bazılarımız kabullenmekte zorlansak da, içinde yaşadığımız gezegen de tıpkı bizim gibi yaşayan bir varlık. Nefes alıp veren, hisleri ve kalbi olan bir varlık… Soluduğumuz hava, mevsimler, denizlerdeki gelgitler, gündönümleri ve ekinokslar (gece ile gündüzün eşitlendiği zamanlar) bitkilerin mevsimlere göre dağılışları düşünüldüğünde bunun doğru bir kavram olduğunu anlamak o kadar da zor değildir. Bir deyiş vardır, der ki: “Tanrı, taşların içinde uyur, bitkilerin içinde düş görür, hayvanların içinde hareket eder ve insanlığın içinde uyanır.” 

Hepimiz dünyadaki hareketin, bilincin zaman ve uzay içinde gelişiminin birer parçasıyız aslında.

Dünya beş milyar yaşında… Ancak dünya üzerinde insanlığın tarihinin ne zaman başladığı üzerinde hâlâ büyük tartışmalar vardır. Bazı araştırmacılar insanın dünya üzerinde varoluşunu birkaç bin yıl olarak, bazıları da milyonlarca yıl olarak savunmaktadırlar. Örneğin efsane şehir diye anılan “Atlantis”in gerçekte var olup olmadığı konusu hâlâ aydınlatılmış değildir. Ancak dünyanın yaşı ve ilk insanın türeyişinden çok bizi ilgilendirmesi gereken şey insanlığın bütün olarak ilerleyişi olmalıdır.

Eski öğretilere göre yeryüzü, büyük bir ilahi varlığın gelişmek ve kendini gerçekleştirmek için kullandığı bir alandır. Her kültür ve uygarlık bu varlığın bütünlüğünün bir parçasını, yeni bir görünüşünü yansıtır. Kültürün oluşumunda ilahi bir varlığın etkilerinin yanı sıra dünyada meydana gelen hareketlerin ve insan unsurunun da büyük rolü vardır ki bu da, evrimin yeniliğe açık ve kendi kendini düzenleyen bir süreç olduğu anlamına gelir.

Bitkilerin bile ortak bir vücutları olan ve hissedebilen varlıklar olduğu deneyler sonucu ispatlanmıştır. Yapılan deneylerde bir bitkiye zararlı bir düşünce yöneltildiğinde elektriksel hareketlerinin arttığı hayretler içinde gözlemlenmiştir. Hayvanlarda ise ortak olan bir “sürü” içgüdüsü vardır. Göç eden kuşların gökyüzünde kafilelerle süzülüşünü görmeyenimiz yoktur. 

Adeta programlanmışçasına düzgün bir daire oluşturarak yönlerini bulurlar. Oysa insan, bir bütün olarak ve tek başına var olabilen bir varlıktır. Çünkü insan bilincinin yaratılış şeması içinde “farkındalık” gibi eşsiz bir yeri vardır. Her birimizin bir bedeni, bir ruhu, duyguları ve aklı vardır. İnsan, kendi kendine yeten, yapmak istediğini seçebilme iradesi olan bir bilince sahiptir. Bir ruhu vardır. Bu ruh, kendi içi ile bağlantı kurmasını, bir kişilik kazanmasını ve yeryüzünde bir amaç edinmesini sağlar.

Hayatta, hem kendi iç dünyamızdaki yolculuğa hem de dünyanın dönüşüm sürecindeki yerimize uygun bir konum elde etmek aslında bir sanattır. İnsanın diğer varlıklardan farklı olarak sahip olduğu üç unsur vardır ki onlar da, irade, sevgi ve inançtır. Bu üç unsur adeta ayrılmaz bir üçgen gibidirler. İdeal insan, bu üçgen çerçevesinde ve birçok yaşantının bir araya gelmesiyle ortaya çıkabilir. İnsan kendi kökleriyle ilişki kurduğunda, buradan kendisine doğru bir yaratıcı gücün ve ilhamın yayıldığını hisseder. Bir kültür ancak irade, sevgi ve inanç üçlemesini içine sindirdiği ölçüde dünyaya uyum ve güzellik sunabilir. Bu amaçtan uzaklaşan toplumlardaysa ancak kaos yaşanır. Bütün dinlerde ve kültürlerde varoluşun ve yaşamın anlamını bulma arayışı vardır.

Farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde olsalar da tüm insanlarda ayni arayış vardır. Farkında olmasak da bu arayış aslında, kişiliğin yeryüzünde ruhu bulma arayışıdır.

Yıllar önce “Da Vinci Şifresi” diye dünyada çok yankı uyandıran hatta kiliseyi çok tedirgin eden Dan Brown’un yazdığı bir kitap okumuştum. Eserin ana konusu “kutsal kâse” nin aranmasıydı. Kase, tüm çabalara rağmen bulunamıyordu. Bu kasenin somut bir şey mi yoksa bilinci simgeleyen bir sembol mu olduğu bilinmez. Ünlü antropolog ve araştırmacı Joseph Campbelle, kâsenin, yüksek spiritüel bir değerin sembolü olduğunu ve ona ulaşmak için bütün enerjimizi ve yüreğimizi ortaya koyarak arayışa katılmamız gerektiğini söyler. Ona göre bu arayış, içinde yaşadığımız toplumsal çıkmazda içimizden gelen sesin bize işaret ettiği yolu takip etmektir. Kâseyi gökte ve yerde değil, ancak kendi içimizde bulabiliriz. Bu da demek oluyor ki, durmadan arayıp durduğumuz bir şey aslında yanı başımızda olabilir.

Ama bunu kavramak da uzun ve meşakkatli yollar kat etmekle mümkün olur. Yeni bir yıla girdik. Bundan önceki zamanlarda yaşadıklarımız, bize ya bir şeyler kattı ya da bir şeyleri eksiltti. Dünyada düşünen ve yaşadıklarından ders almasını bilen tek varlık olan insan elbette ki ileriye yönelik hayatını geçmişten daha iyi yaşamanın yollarını aramak ve bunun için de elinden geleni yapmak zorundadır. Bunu sırf kişisel refahı için değil, içinde yaşadığı toplum için de yapmalıdır. Çünkü toplumun iyi düzeyde yaşamadığı, huzursuz bir ortamda kişisel refah da huzur da olamaz.

Yazdıklarımla bağlantılı olarak sözümü, kime ait olduğunu hatırlamadığım ama onayladığım şu satırlarla bitirmek istiyorum. “Hepimiz farkında olsak da olmasak da bu gezegenin birer sakiniyiz. Tükettiğimiz besin ve enerji kaynakları hepimizin ortak malıdır. Ürettiğimiz artıklarla kirlettiğimiz doğa da hepimize aittir. Artık uyanmanın zamanı geldi. Dört milyar insanın kardeşimiz olduğunu kabul etmek biraz zor olabilir ama gerçekler ortadadır. Hepimiz zamanın ve uzayın yolcularıyız. Çıktığımız yolculuğun bir keyif ya da bir felaket olması da insanlarla olan ilişkilerimize bağlıdır.”

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları