• BIST 8822.84
  • Altın 3007.928
  • Dolar 34.2845
  • Euro 37.163
  • Lefkoşa 13 °C
  • Mağusa 16 °C
  • Girne 17 °C
  • Güzelyurt 13 °C
  • İskele 16 °C
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 4 °C

Ne yoksulluk ne de haksızlık kader değildir

Erkut YILMABAŞAR

Kıbrıs Türkü'nün geçtiği bu zor günlerde bugün ki köşemizi kalemini ve düşüncelerini Türkiye halkarını aydınlatmaya adamış bir yazara Uğur MUMCU'ya  bırakmak istiyorum. Lütfen sonuna kadar okuyun kendinizi/kendimizi bulacağız. Demokratik toplumlarda bir kişiye yapılan haksızlık bütün topluma karşı yapılmış sayılır. Bu bilinç yerleştirilmedikçe haksızlıkların ve adaletsizliklerin önüne geçmeye olanak bulunamaz. - Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.. felsefesi toplumun bütün bireylerini sarar ve bir çok insan: - Adam sen de.. bencilliği ve bireyciliği ile yetişir. Herkes kendi küçük dünyasının kabuklarında, sessiz sedasız yaşamayı hüner sayar. - Sen mi kurtaracaksın?.. gibi sorularla kavgadan gürültüden uzak tutulmak, günlük yaşantının mutluluk zırhlarıyla sarılıp sarmalanmak hiçbir yasanın suç saymadığı ve birçok insanın da küçük görmediği bir yaşam biçimi olarak belirir. - Beni düşünmüyorsan çocuklarını da mı düşünmüyorsun? gibi duygusal tepkilerin gözdağlarıyla sıkıştırılmış sorumluluk duygularının sınırladığı insanlar, yaşamlarında bir başka mutsuzluğun gölgeleri ile boğuşup dururlar öylece. Düşündüklerini bir kez bile yüksek sesle söyleyememiş, öfkesini karşısındakinin yüzüne hiç haykırmamış bir insanın bilinç ve duygu dünyasında doğan girdaplar belki de sabah akşam boğmuştur bu kişiliğini. Kendi kişiliğinin katili olmak da güç iştir basbayağı. Susmak.. susmak, hep susmak. Konuşmamak, konuşmamak. Üstlenilen görev budur bütün yaşam boyunca. İnsanları saran küçük çemberler büyüye büyüye, demokrasinin boynuna bir halka gibi  geçer. Suskunluk kural, konuşmak ve eleştirmek de kural dışı olur bir süre sonra. Bir kişiye yapılan haksızlığı her insan yüreğinde ve bilincinde duymalıdır bütün ağırlığınca. Bu sorumluluk bilinci kurulmamışsa her yeni haksızlık bir "kader" gibi benimsenir bütün toplumda. Oysa ne yoksulluk ne de haksızlık "kader" değildir. Yoksulluğun ve haksızlığın nedenleri vardır. Bunları birer birer saptayıp toplumun önünde haykırmak gerekiyor. Toplumdaki her insandan beklenen bu da değildir aslına bakarsınız. Herkes, kendi görevinin sınırları içinde dirençli olabilse bir ölçüde kolaylaşır işler. Yargıçsınız: Önünüzdeki sanığın suçsuz olduğunu biliyorsunuz. Fakat emir almışsınız. Mahkum edersiniz bile bile. Doktorsunuz: Önünüze işkence evlerinden getirilen bir hasta çıkarırlar. Verilen emirlere uyar, sahte raporlar düzenlersiniz. Memursunuz, amirsiniz: Bir altınızdaki memurun sicilini bozmak için verilen emirleri körü körüne yerine getirirsiniz. Belki sivilsiniz. Terfi bekliyorsunuzdur. Belki de albaysınız, generallik sırasındasınız. Hemen bozarsınız sicilleri. Başkalarının mutsuzluğu üzerine kendi mutluluğunuzu kurmak istersiniz. Kimler gelir kimler geçer, böylece... Aynı çarklar insanları öğütür. Dönme dolap gibidir yaşam: Bakarsınız yüksektesiniz, bir bakmışsınız inmişsinizdir o yüksek yerlerden. Geriye sadece insanın kişiliği ve onuru kalmıştır. Bu onuru daha yükseklere sıçrayabilmek için bir "pey akçesi" olarak sürenler önünde sonunda bir insanlık yıkıntısı, bir "enkaz" olarak kalırlar belleklerde. Yirminci yüzyılda uygarca direnişin adıdır "medeni cesaret." Bu konuda çok zengin değil toplumumuz. Bir "kaplumbağa" gibi yaşamayı, bir "sürüngen" gibi beslenmeyi, bir "yılan" gibi yükseklere tırmanmayı hüner saymışız yıllarca. Sorumluluk pınarlarından, bilinç çeşmelerinden gürül gürül akan kişilikleri, köhnemiş yasaların kıskacı altında yaşatmayı tek çıkar yol bilmişiz yıllarca. Karanlıklarla beslenen korkuları, bir tel örgü, bir dikenli tel gibi sarmışız dört bir yanımıza. Yüreksizliğin özürünü bir parça da kendi küçücük dünyalarımızın mutluluğuna sığınarak gidermek istemişiz. Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız. Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de, demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline bir tek taş bile konmuş olamaz. Unutmayalım ki "cesur bir kez, korkak bin kez ölür." Önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir "mezar taşı" gibi suskunluk simgesi olmamasıdır. Uğur Mumcu -Yeniortam, 9.12.1974 ***** Çok Konuşulan cok_konusulan ****** Sosyal Medya Sosyal_medya ***** Facebook'tan Seçtiklerim Ugras Beratli: Bu "zorluk derecesi yüksek maç" lafını bulan gerizekalı spor yazarının dilini eşşek arısı soksun... "Zor maç" diyemez çünkü... Jargon katacak, ciddi adam görünecek, olaya "blimsellik" katacak kuş kadar beyniyle... eninde sonunda bir top ve 22 adam yahu... Nedir yani Marsa roket yollan??? Funda Gülseven: Az kaldı biraz daha sık dişini, tut çeneni Funda! İşimiz mistik güçlere kalınca mecburen totem yaptım!  Bu seçimle ilgili yazmayacağım, konuşmayacağım mümkün olduğunca! Mehmet Onur: Hakim karşısında sus pus olan ve ne söylerse kabul eden, kafa sallayan avukatlar, muvekkillerini nasıl savunabilirler ki. Onun için ben diyorum ki boşuna Tv kanallarında atıp tutup ahkam kesmesinler.  Kişi hak özgürlüklerinden, insan haklarından bahsetmesinler.  Hakim karşısında susan, ama ekran karşısında öten avukatlar, bize artık cesur avukat numarası yapmasınlar. Hele de çocukları savunacaklarında hakimin karşısında susan sözde cesur Tv ekran avukatları... Evet, yeter bu kadar yalanınız yeter! Ulaş Barış  : Hah, şimdi oldu. Kıbrıs tarihi için çok sembol bir yer olan Ledra Palace Otel kumarhane oluyor. Hem de Amerika-Klise ortaklığında...  

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları