• BIST 9722.09
  • Altın 2428.571
  • Dolar 32.5199
  • Euro 34.8
  • Lefkoşa 21 °C
  • Mağusa 19 °C
  • Girne 24 °C
  • Güzelyurt 23 °C
  • İskele 19 °C
  • İstanbul 18 °C
  • Ankara 20 °C

Mizansen ve kağıttan kaplancıklar

Ediz TUNCEL

Omurgasızlık kolay değildi eskiden…

Şimdilerdeyse o kadar kolay ki…

Ne tarafa dönseniz, karşınızda envai türden omurgasızlık abideleri duruyor…

Omurgasız siyasetçi müsveddeleri, omurgasız ve aynı zamanda çakma bilim adamı müsveddeleri, omurgasız eğitimci-akademisyen müsveddeleri, omurgasız doktor müsveddeleri, omurgasız asker-polis müsveddeleri, omurgasız din adamı ve dindar müsveddeleri, ve hepsinden öteye, bunları baştacı eden, sadece insanlığın değil, dünyanın tüm maddi ve manevi değerlerinin başına bunları bela eden omurgasız insan müsveddeleri…

Bunların yüzünden dünya Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından sonra en büyük tehditle karşı karşıya…

Hoş, omurgasız tiplerden laf açılmışken bir örnek vereyim de bir omurgasızın dünya tarihini nasıl değiştirdiğine de şahit olun…

18 Haziran 1815 tarihlerinde Belçika’nın Waterloo kasabası yakınında gerçekleştirilen ve tarihe Waterloo Savaşı olarak geçen savaş, Napoleon Bonaparte liderliğindeki Fransız güçleriyle İngiliz-Prusya ittifak güçleri arasında meydana geldi ve Avrupa’yı 23 yıl boyunca kasıp kavuran güç savaşlarını da sona erdiren savaş oldu.

Napoleon geride çoğunluğu süvarilerden oluşan ve düşmanı yandan kuşatmada kullanılacak artçı bir birlik bırakır ve başına da kendisine körü körüne sadık ama beyinsiz, kukla komutanlarından birini atar.

Napoleon düşmanla karşılaştığında bu birliğe haber uçuracak ve düşmana hangi yönden saldırılacağını bildirecektir.

Ancak Napoleon’un öncü güçleri İngiliz kuvvetleriyle beklenenden önce karşılaşır ve savaşa tutuşur, gerideki atlı birliği uyarmaya fırsat bulamaz, savaşın gürültüsü atlı birliğin bulunduğu yerden bile duyulur, atlı birliğin diğer komutanları birşeylerin ters gittiğini anlar, birlik komutanına derhal harekete geçme isteklerini iletir,  ancak birlik komutanı tahta kafalının tekidir, Napoleon’dan emir gelmedikçe yerinden kıpırdamaya niyetli değildir.

Napoleon kuvvetleri ile İngiliz kuvvetleri kıyasıya çarpışırken İngilizlerin yardımına Prusyalılar yetişir ve Napoleon kuvvetleri darmadağın edilir, Fransız ordusunun dörtte üçü yok edilir, tahta kafalı atlı birlik komutanı ise akşam olduğunda Napoleon’dan hala emir beklemektedir, gelen tek haber de teslim olun haberidir…

Fransız atlı birlik komutanı insiyatif alıp da Prusyalılar savaşa yetişemeden İngiliz birliklerini yandan çevirmiş olsaydı ve Prusyalılar yetişemeden Waterloo Savaşı’nı Fransızlar kazanmış olsaydı, Avrupa’daki güç dengesi Fransa lehine değişecek, sonradan Avrupa’nın süper gücü haline gelen Prusya Almanya’ya dönüşmeyecek, birinci ve ikinci dünya savaşlarını çıkartacak güce sahip olamayacak, bu iki savaşta toplamda yüz milyona yakın insan da hayatını kaybetmemiş olacaktı…

Belki sonrasında, Almanya değil de Fransa dünya savaşları çıkaracaktı, kim bilebilir, ama bilinen kesin birşey var ki, o da basiretsiz, omurgasız bir subayın tereddütlerinin, beceriksizliğinin bedeli tarihte çok daha korkunç olayların yaşanmasına kesinlikle vesile oldu…

Yine de, mizansenin ana hatları hiç değişmedi.

Bugün dünyanın anasından emdiği sütü burnundan getirenler beş süper güçtür; ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa.

Dünyanın en büyük silah satıcıları ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dır.

Soğuk savaş döneminde taraftarlarına trilyonlarca dolarlık silah satan bu beş ülkedir.

Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte sadece Ukrayna’dan 32 milyar dolarlık silah çalındı ve Afrika, Orta Asya, Güney Amerika gibi kıtalarda özellikle ABD, İngiltere ve Fransa istihbarat örgütlerinin organize ettiği yerel savaşlarda kullanılmak üzere satıldı.

En favori hafif silah gerillaların özellikle tercih ettiği, her hal ve şartta tutukluk yapmadan çalışan ve sahibini yolda bırakmayan, yakın muharebede büyük bir başarıyla kullanılabilen Rus yapımı  AK47, nam-ı diğer, Kaleşnikov’du, ki taklitleri diğer ülkeler tarafından da yapıldı ve piyasaya sürüldü.

Dünyanın en büyük ilaç şirketleri ve gerek silah, gerekse diğer teknolojiler konusunda dünyanın en ileri ülkeleri de bu beş ülkedir.

Dünyanın en önemli ve en güçlü, en büyük enerji şirketleri de bu beş ülkenin elindedir.

Dünyanın en güçlü teknolojik altyapısı ile iletişim ve finans sistemleri de bu beş ülkenin tekelindedir.

Bu beş ülke, aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin de beş daimi üyesidir.

Corona virüslerini geliştiren ve patentlerini alan, ayrıca salgının sözde başladığı Wuhan’da biyolojik araştırmalar laboratuarını kuran da Fransız Pasteur Enstitüsü ve Çin’dir, kısmen finansörü de ABD’dir, sözde bu iki NATO üyesi ülke Çin ile sürtüşme halindedirler…

Gündüz kavga eden, gece hırsızlığa beraber çıkan haydut ortakların hikayesi tas gibi karşınızda durmaktadır.

Virüse karşı aşı ve ilaç çalışmalarının başını çekenler de doğal olarak bunlardır.

Bütün dünya bunların ürettiği teknoloji ürünlerini kullanmaktadır.

Bu beş ülkenin haricinde, dünyanın teknoloji bakımından en güçlü iki ülkesi Almanya ve Japonya’dır ki her iki dünya savaşında da bu beşlinin güç birliği sayesinde yenilgiye uğratılmışlar, askersizleştirilmişler, ancak teknolojik açıdan yeniden ayağa kalkmışlar ve dünyanın en güçlü teknolojilerinden ikisini yeniden inşa etmişlerdir.

Bugün bu ikili, diğer beşliyle sürtüşmeden dünya piyasasındaki ekonomik ve teknolojik güçleri paylaşmış durumdadırlar.

Japonya hariç, diğer altı ülkenin gerek siyasi liderliklerinde, gerekse ekonomik liderliği elinde bulunduran hanedanlıklarında,  her ne kadar birbirleriyle zaman zaman savaşmış olsalar da,  yüzlerce yıl öncesinden gelen aile bağları vardır.

Diğer ülkelerde, ki hepsi de bunların kuklası durumundadır,  bunların istemediği hiçbir güç iktidarda kalamaz.

Hedefteki iktidarlar  ya bir taraf tarafından iktidardan indirilir,  ya da iki gücün çatışması arasında kalarak telef olup gider.

Her halükarda, Dolar, Sterlin, Euro gibi dünyanın en güçlü para birimleri de bunların elindedir.

Ortaklaşa yaptıkları virüs operasyonunda, ki dünyanın ilk kontrollü biyolojik savaşıdır, bir taşla sayısız kuş vurmuşlar ve dünyanın ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel dengelerini istedikleri gibi yeniden dizayn etmek için kolları sıvamışlardır.

Birincisi, dünyayı yöneten bu üst akılın Yeşil Kuşak ve Arap Baharı projeleriyle yarattıkları dindar ve kindar nesile artık ihtiyacı yoktur.

Laboratuar ürünü basit bir virüscüğün karşısında, ki mutlaka ki farklı türevleri de vardır, dünyanın bütün dinleri dize getirilmiş ve mabetleri, ibadethaneleri kapatılmış, dinden rant elde eden sahtekar tayfası da kuyruklarını korkuyla kıstırıp deliklerine çekilmişlerdir.

Bu saatten sonra cemaatlerin, tarikatların, aşiretlerin esiri kara cahillere değil, ülkelerinde bulunan dünya nimetlerini uysalca ÜST AKIL’ın hizmetine sunacak ve karşılığında ise pastanın kırıntılarıyla bile yetinmeye hazır ve nazır, kendilerine sunulan teknolojileri cayır cayır kullanan ve ellerinin altında kendilerinden milyon kez daha akıllı cep telefonlarının sağladığı ve bağımlılık yaratan “hizmetlerden” hiçbir hal ve şartta vaz geçmeye niyeti olmayan yeni bir nesile ihtiyaç vardır.

Virüscük veya aynı ad altında olsalar da farklı farklı virüscükler o zemini birkaç ay içinde güzelce hazırlamışlardır.

Birinci, ikinci, üçünü, bilmem kaçıncı dalgayı bırakın bir tarafa, bir seneye kalmadan bu virüscük de tarih olacak, ta ki yerine yenisi ve çok daha ölümcül olanı gelene kadar…

Bu arada, bazı ince hesaplar da yerine gelmiş olacak, tabi ki…

Örneğin İngiltere’de ölümler elli bine dayandı, ölenlerin yüzde doksandan fazlası emekli kesimi, herbiri İngiltere hükümetine ayda bin Sterlinden fazlasına mal oluyordu.

Yani ölenlerin ayda İngiltere hükümetine aylık en az 50 milyon Sterlin, yıllık ise 600 milyon Sterlin yükü vardı.

Bu insanlar on sene daha yaşasalar, İngiltere hükümetine yükleri 6 milyar Sterlin olacaktı, ama öldüler…

İngiltere hükümeti de önümüzdeki on yılda en az 6 milyar Sterlinlik bir tasaruf yapmış oldu, onlara yaşlılıkları boyunca sağlayacağı hizmetlerden de tasaruf etmiş oldu.

Fena para değil hani…

Şimdi ise, geliştirip satacağı aşılardan bir milyar doz satsa, dozu da en hafifinden 20 Sterlin’den olsa, en az 20 milyar Sterlin daha kazanacak.

Diğer taraftan, Türkiye gibi, hesapsız kitapsız işlerle Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olan Suriye bataklığına saplanıp da en az 5 milyon mülteciye ev sahipliği yapan, günlük olarak bunlara en az yüz milyon dolar harcayan, ekonomisi bunlar ve hatalı icraatlar yüzünden çatır çatır çöken, işsizlik dayanılmaz boyutlara ulaşan adım adım iflasa doğru sürüklenen ülkeler de bu aşıyı almak için sıraya girecek, bütçelerindeki son kalan kırıntıları da “kurtuluş” için ilaca yatıracak, ekonomik yönden iyice daralacak, sancılı iktidar değişimleri yaşanacak, kağıttan kaplanların kükremeleri çöken ekonomilerin, isyan çığlıkları atan halkların gürültüsü arasında duyulmaz olacak.

İşte ÜST AKIL böyle sisli ve kaotik havaları sever, kılını bile kıpırdatmadan minicik bir yaratıkla istediği tür savaşları yaratır, istediği tür sonuçları alır.

Arada büyük oyunun bir parçası olarak harcanan “luzumsuz” kurbanların yerini her zaman dolduracak birileri de vardır.

Bunu göremeyen zır cahiller de kafalarını ellerindeki kendilerinden milyon kez daha akıllı olan telefona gömerler, öylece kalakalırlar.

…………………

Şimdi gelelim bizim memleket yönettiğini sanan kağıttan kaplanlara…

Hangi akla hizmettir bilinmez, birkaç ay önce tüm üniversiteleri kapattık, tüm yurtları boşalttık ve en az 50 bin öğrenciyi evine gönderdik, üniversiteleri tamtakır kurubakır bıraktık.

Halbuki görünen köy kılavuz istemezdi, kapanma gelecekti, elimizi çabuk tutup da akılcı davransaydık iş farklı olacaktı, okullar ve üniversiteler açık kalacaktı, normal hayat devam edecekti, bir tek yabancı turist akışı duracaktı.

En azından üniversitelerimizin kampüs ve yurt yapısı, yeni hijyen ve sosyal mesafe düzenlemeleriyle ciddi bir sorunla karşılaşmadan akademik ve sosyal hayatın devamı için olabilecek en ideal durumdaydı, ki hala da öyleler…

Üniversite öğrencileri geriye dönerse, bazı hassas düzenlemelerle üniversiteler normal hayatlarına dönebilirler.

Şubat’ta derhal kapanalım, sınırları kapatalım, gelecek olan bir hafta içinde gelsin, gidecek olan bir hafta içinde gitsin, okullar ve üniversiteler, her yer açık kalsın, oteller de gerekirse yarı kapasite çalışsın, bir üç ay böyle idare edelim, ülkeye sadece acil ihtiyaç, gıda ve ilaç malzemesi gelsin, içe kapanık yaşadığımız süreçte önümüzü görelim, sonra ona göre davranalım dedik…

Demez olaydım, ne faşistliğim kaldı, ne aymazlığım…

Bana sövenler birkaç hafta sonra kuyrukları tutuşunca benden yüz kat daha faşist oldu, orası ayrı mesele…

Ama gol de sağlamından girdi, memleket tam bir kaosa ve korkuya düştü.

Şimdi ise, hangi akla hizmettir bilinmez, bizim memleket idare ettiğini sanan kağıttankaplanlar cart  diye sınırları “sınırsız” şekilde açtı, ipini koparan uçağa ve gemiye atlayıp bizim sorma gir hanına gelmeye başladı.

Kısacası açılım filan olmadı, resmen saçılım oldu, millet dingonun ahırına dalar gibi buraya dalmaya başladı…

Adamın biri ta Kazakistan’dan çıkıp elini kolunu sallaya sallaya buraya kadar gelmiş, içeri dalmış!

Dakika bir, gol dört, gelenlerin arasında 24 saat içinde dört tane pozitif vaka çıktı, anında süreç sil baştan oldu.

Şimdi bunların tedavi masraflarını devlet karşılayacak, sağlık çalışanları potansiyel ölüm tehdidi altında çalışmaya devam edecek, bunların temas ettiği ve muhtemelen bulaştırdığı şahıslar da önümüzdeki günlerde serseri mayın gibi olayı patlatacak.

Bizim kağıttan Kaplan hükümet ülkemize gelecek olanları kategorilere ayırdı ama, hangi şartlarda kimlerin gelebileceğine dair en ufak bir kriter belirlemesi yapmadı.

Dolayısıyla canı isteyen hobbidik uçağa, gemiye atlıyor, tıkış tıkış, üst üste yığılarak bizim sorma gir hanına gelebiliyor.

Daha da vahimi, Sağlık Bakanı elimizde ancak üç gün yetecek kadar pcr test kiti olduğunu açıkladı.

Meğerlim perde arkasında iş başka türlü dönüyor.

Türkiye’den gelecek olan yeni kitlerin parası ödenmiş, ama Sağlık Bakanlığı müsteşarı böylesine olağan üstü ve nazik bir durumda, ihale yasasına aykırı diyerekten gerekli belgeleri imzalamayı reddetmiş.

Kimdir müsteşar? Bakan adına işleri yürüten en üst düzey ita amiridir.

Müsteşar imzalamazsa, Bakan imzalar, olur biter, müsteşara da kapı gösterilir.

Ama Bakan da sorumluluğu Müsteşarın üzerine atıp, imzalamamış, böylece kitler de gelememiş, durum tıkanıp kalmış.

Herhalde böylesi acil bir durumda bir Bakanlar Kurulu kararıyla da bu işi geciktirmeden çözümlerler.

Durum bu kadar vahimken, gündemden düşmeyen bir başka mesele de İskele’deki rant meselesi, ki İçişleri Bakanlığı dibine kadar bu rant meselesinin içinde…

Dünyanın canı ciğeri yanarken, 500 bin insan üç ay içinde feci şekilde ölmüş ve daha kaç yüz bin tanesinin öleceği belirsizken, kısacası dünya can derdindeyken, bizimkiler yağ, bal, börek, rant, koltuk derdinde…

Bizim kağıttan kaplan hükümet, bırakın memleketi ve süreci idare etmeyi, bu kafayla bir mahalle bakkalını bile idare edemez…

Memlekette sürüyle kadar sendika var, sayısını unuttum, en az 70 ve üzeri olması lazım, herbiri de bir siyasi tarikattan öteye gidemeyen siyasi parti bozuntularının  uzantısı pozisyonunda, memlekette yaşanan ve geri dönüşümü de imkansız yıkıma gık demiyorlar, diyemiyorlar, çünkü herbiri farklı bir rant çarkının parçasıdır.

Sivil toplum örgütü denen ne idüğü belirsiz örgütlerin de durumu aynıdır, herbirinin üzerine ölü toprağı serpilmiştir, tipik sorumsuzluk abidesi, çözümü hep başkasından bekleyen, elini asla taşın altına koymayan, sonra da herkesten ve herşeyden şikayet eden Kıbrıslı Türk pozisyonundalar.

Bunlara karşı tek direniş, sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışan az sayıda duyarlı, her türlü siyasi partiden ve sivil toplum örgütlerinden umudu kesmiş vatandaşlardır.

Onların da sosyal medyadaki sesi vız gelir, tırıs gider, aldıran olmaz.

Bu satırları yazarken aklıma Derviş Eroğlu geldi…

Günahlarıyla sevaplarıyla bu memleketi yıllarca yönetti, tek adam, tek lider pozisyonundaydı.

Zaman geldi kendisini acımasızca eleştirdim, zaman geldi yaptıklarını ve duruşunu övdüm.

Uluslar arası siyasi arenada Kıbrıs Türküne büyük bir kazanım getiren, en azından Kıbrıs meselesi denen lanet olası meselede Kıbrıs Türkünün pozisyonunu olumlu şekilde tescilleyen 11 Şubat belgesini de imzalayan oydu.

Eroğlu köşesine çekildikten sonra şimdiki UBP’nin haline bakıyorum da, peh da ne peh, vay da ne vay…

Tatar Başbakan olarak çıkıyor ve İskele’deki ranta hayır diyor, çünkü bu rantın açılımı geri dönüşümü olmayan tahribattır.

Ortağı HP ise, iktidara gelirken verdiği sözleri çoktan unutmuş, tel tel dökülmeye ve rant odaklı partizanlığa tam gaz devam ediyor…

Derviş Eroğlu dönemini mumla arar hale geldik.

Ersin Tatar’ın ve cadı kazanı gibi kaynayan UBP’nin bu saatten sonra yapacağı tek şey vardır, akıllarını başlarına toplayıp, derhal bu hükümeti bozmak ve hemen CTP ile bir hükümet kurmak, memleketi ve ülkeyi HP’nin boyundoruğundan ve neden olduğu yıkımdan kurtarmak…

Hoş, daha kısa süre öncesine kadar  iktidarda olan CTP hükümetin ayağının altından nasıl gittiğini anlamadı bile, o da ayrı bir mesele.

Devleti yönetiyorsun ama ortağının komplolarından bihabersin,  ortağın birlikte yürüttün bakkal dükkanının altını oyuyor, içini boşaltıyor,  farkında değilsin, bu kafayla iktidara gelsen ne olur, gelmesen ne olur…

CTP’nin tek bir artısı, daha köklü bir parti olarak, içinde iş bilen bürokratları ve siyasileri barındırmasıdır.

Bu yüzden, herşeye rağmen,  UBP ve CTP koalisyonu şu an için bu ülke için en doğru tercihdir.

Ya kağıttan kaplan olarak iktidarda kalmaya devam edersiniz ve memleketi tam bir felakete sürüklersiniz, ya da aklınızı başınıza toplar ve bu saatten sonra gemisini kurtaran kaptandır diyerek, oturur hızlı bir şekilde UBP-CTP koalisyonunu kurar, gerekli teknik ekipleri oluşturur, memleketteki pandemi sürecini en az ekonomik kayıpla nasıl atlatacağınızın hesabını yaparsınız.

Ben yine biraz faşist olayım ve diyeyim ki, bir ay sonrasında durum kaostur, köprüleri çoktan yakmış ve geri dönülmez noktaya varmış oluruz.

Kendini akıllı gerisini ahmak, suratlarına taktıkları bir bez parçasıyla ortalığı maskeli baloya çevirdiğinde felakete çözüm bulduğunu sanan çok bilmişler yine bana sövsünler, ta ki bu mizansen ve kağıttan kaplanlar dünyasında topluca cehennem kapılarına dayanıp da sürüne sürüne kapısına gidecekleri ölümle yüzleşene kadar…

 

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları