• BIST 8822.84
  • Altın 3007.928
  • Dolar 34.2845
  • Euro 37.163
  • Lefkoşa 13 °C
  • Mağusa 16 °C
  • Girne 17 °C
  • Güzelyurt 13 °C
  • İskele 16 °C
  • İstanbul 13 °C
  • Ankara 4 °C

Uzun Yıllar Önceydi…

Kıvanç BUHARA

Yıl 1969… Uzun bir tren yolculuğundan sonra; Tam üç gün üç gece, demir tekerleklerin raylarda çıkardığı ritmik metal sesleri arasında Bakü’ye indik. Odessa – Moskova yolundan sonra, çocuksu anlatımla, cuf-cufla ikinci kez yolculuk yapacaktık! Ancak Bakü’ye giderken başımıza gelenlerin, yaşadığımız ilginç olayların senaryosu yazılsa… Ağustosun son günleri veya Eylül ayının başlarındaydı sanırım! Moskova soğuktu. Kısa kollu, yazlık gömleklerle gittiğimiz ve çok üşüdüğümüz o devasa kentten ayrılıyorduk! Nazım Hikmet’in sürgünde yaşadığı ve orada öldüğü kenti hep merak etmiştik! Moskova’da kaldığımız beş on gün içinde; Doğu Avrupa ve Karadeniz sınırlarından başlayarak, güneyde İran sınırından uzak doğuda Japonya’ya, Çin’e, Kuzeyde buz denizine ulaşan dünyanın en büyük coğrafyasının başkentini sabahtan karanlıklara kadar gezdik. Her defasında kaybolduk… Metro istasyonlarında, nerede olduğumuzu ve kaldığımız yurdun, şehrin hangi bölgesinde yer aldığını öğreninceye kadar… … bir sabah, Moskova’da yabancı öğrenci kontenjanının dolduğunu ve bizi Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye göndermek zorunda olduklarını söyledi yetkililer! İlk şoku atlattıktan sonra, kendi aramızda bir durum değerlendirmesi yaptık. Erol ( Atakan ), “- Ben Bakü’ye gitmem; ya Moskova’da kalırım ya da geri memlekete giderim” diye inat etti. Ben, Şener (Levent) ve Yaşar (Altay) gitmeye karar verdik! Azerbaycan’da Türkçe konuşulduğunu ve oralarda Müslüman Azerilerin yaşadığını biliyorduk. Bir de Şair Fuzuli’nin Azeri olduğunu! Başka bir fikrimiz yoktu… Ve bir akşam üstü, adını bilmediğimiz kalabalık bir gardan Bakü’ye hareket ettik. Erol’u Moskova’da bırakmıştık. Artık oralarda yapayalnızdı ve biz çok uzaklara gidiyorduk! Moskova’da başına bir şey gelirse, trene atlayıp Bakü’ye yanımıza gelecekti. Hayatımızda ilk defa, bir trenin perona bakan penceresinden birine veda ediyorduk. O anların duygusallığını burada birkaç sözcükle anlatmak o kadar zor ki! Büyük korku ve sıkıntılarla, dört “ devrimci “ arkadaş birlikte yola çıkmıştık bilinmezlere, meçhullere doğru. Ve şimdi yüreğimizin bir parçasını, kader arkadaşımızı yalnız bırakarak gidiyorduk! Tren gardan yavaşça ayrıldıktan sonra birbirimizle uzun süre konuşamadık, sustuk sadece… O sırada kaç tane yarı tarafı boş, diğer yarısı tütünle dolu “kazbek “ sigarası içtiğimizi hatırlayamam! Uzun zaman haber almadık Erol’dan! Mektubun gelmesi aylar sürüyordu. Telefonda konuşmak ise işkenceydi. Birkaç defa denediysek de şehirler arası bağlantı ya “-Alo Erol “ diyemeden koptu, ya  da saatlerce telefon kulübesinde bekledikten sonra aradığımız telefona ulaşılamıyordu. Bir gün Erol’dan bir mektup geldi. Zarfın üzeri, Sovyet devrimini anlatan büyük, renkli pullarla doluydu. Büyük bir heyecanla mektubu açtık… … ve günlerce sürecek suskunluğumuz yeniden başladı. Erol Moskova’da yalnız başına dayanamamış, “- yarın uçakla Kıbrıs’a dönüyorum” yazmıştı! O mektup ne oldu, bilmiyorum. Şener’e soracağım; bu güne kadar sakladı mı o mektubu? ( Devamı var)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları