• BIST 9693.46
  • Altın 2499.907
  • Dolar 32.5633
  • Euro 34.7694
  • Lefkoşa 20 °C
  • Mağusa 20 °C
  • Girne 20 °C
  • Güzelyurt 18 °C
  • İskele 20 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

Alışılmış Bu Düzen Artık Değişmeli

Hatice İNTAÇ

Kurşuni bulutları izliyorum kırık kalpli penceremden
Dışarıda deli bir rüzgâr 
Dudaklarımda isyankâr küfürler 
Çok gerilerde şimdi sözcüklere kelepçe taktığım, 
Takmak zorunda kaldığım 
O memur günler!. 
O gün; 
Bir yağmur damlası olmak vardı 
Camlardan özgürce süzülen… 
Dilimin ucundaydı da kelimeler 
Dudaklarımdan dökülemediler. 
Dişlerimle kanattım dilimi 
Kana bulandı rakı bardağım 
Sebebini bilemediler 
Veya bilmek istemediler. 
Siz!. 
Süit odalara dadananlar 
En pahalı mekânlarda kadeh kaldıranlar 
Siz!.
Dünyayı kendilerinin sananlar 
Ve cebinde akreple dolaşanlar 
Geberin!. e mi?.     (*)


“Kaç baharı gerçek sanıp kandık söylesenize.. Kaçına "Nihayet" hasretle kucak açtık ve kaçında yanıldık.. Kaç kez ayaz vurmuş dallarımızda filizlerimiz söndü.. Yine de uslanmadık. Yine geveze bir dosta sırlarımızı açar gibi açıldık yalancı bahara... Yalanmış meğer bahar; daha vakti değilmiş, aşkın da barışın da..”  Can Dündar bu dizelerle ne de güzel anlatmış yalancı baharı..
Bugün yazıma,  bundan bir süre önce ataşe olarak görev yaptığım İstanbul Başkonsolosluğunda tanık olduğum, gördüğüm, yaşadığım birtakım haksız ve usulsüz olaylar karşısındaki duygularımı ve isyanlarımı dile getiren; o günlerde yazdığım bir şiirimle başlamak istedim. Bu adada yıllardır hükümet edenlerin, halkın artık tabiri caizse canını burnuna getiren usulsüzlük ve haksızlıklarının, onun bir uzantısı olan bazı dış temsilciliklerde de bir zamanlar yaşandığının bilinmesini istedim. Uzun zaman görev yaptığım o yerde sayısını şimdi hatırlamadığım başkonsoloslarla çalıştım. Aralarında dürüstlüğü, özverisi ve iş bilirliği ile saygıyla hatırladıklarım olduğu gibi; kişisel çıkarlarını ön plânda tutan, insan ayırımı yapıp çıkar sağlayacaklarına yardımcı olurken diğerlerini umursamayan, koltuğunu yitirmemek için yalan söyleyen, iftira eden hatırladıklarım da var.  
Eski evraklarımı karıştırırken aralarından çıkan, o zamanlar alelacele karaladığım bu şiir beni yeniden o günlere taşımaya yetti. Üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin küçük bir kıvılcım yürekte bir yangına dönüşmeye yetiyor bazen. Dünmüş gibi hatırlatıyor bazı olayları ve insanları. Bazı hatırlayışlar yüzünüzde bir gülümseme yaratırken bazılarıyla kaşlarınız çatılıyor, kalbiniz istem dışı isyan ve öfkeyle doluyor. Kendinizi karşı tarafın yerine koyup  “değer miydi” diyorsunuz. Sırf kendi çıkarları görünmesin, duyulmasın diye başkalarına kötülük yapmaya değer miydi?   Mevkiler, koltuklar ne yazık ki üstüne yapışılsa da baki değildir. O saltanat er veya geç bitmeye mahkûmdur. İşte o zaman çevrenizde bir zamanlar kayırdığınız insanlar bile kalmaz. Hele zarar verdikleriniz, haksız yere üzdükleriniz, yaptıklarınız görülmesin, duyulmasın diye haklarında yalan söyledikleriniz, iftira ettikleriniz adınızı bile duymak istemezler. Onların sizi gördükleri yerde yüzünüze olmasa bile yere tükürdüklerini biliyor musunuz?..  Ya siz!  Onlarla karşılaşınca yüzlerine bakabiliyor musunuz?.  Belki de eski saltanatınızın hâlâ geçerli olduğunu sanarak  bakabiliyorsunuz. Utanmıyorsunuz!..  Esasen sizde o duygu olsaydı o zamanlar da olurdu.   
Bu küçücük adada bitmeyen usulsüzlükler, haksızlıklar, gayrı meşruluklar yaşanıyor. Bu yüzden de insanların stresi, haklı isyanı bitmiyor. Nasıl bitsin ki?.. Kaçakçılık, vurgun, kara para, beyaz kadın ticareti, ilkokullara kadar inen uyuşturucu, kodamanların ve yarınını daha da garantiye almak isteyenlerin ortak olduğu kumarhaneler, bet ofisler bu adanın her yanını sarmışsa ve hükümet edenlerin bunları engellemeğe gücü ve isteği yoksa halkın huzursuzluğu biter mi?.  Gerek eski gerekse yeni siyasilerin bazılarını bundan tenzih etsek de ne yazık ki geriye kalan çoğunun hesapları sadece bir koltuk kapmak ve ona yapışmaktır.  
O koltuk ne kadar sihirli bir şey ki oturan ya kişilik değiştiriyor, ya da daha önce gizlediği kişiliğine rücû ediyor. Koltuk onlar için bir milât… O milâttan sonra tek düşündükleri daha neler kapabilecekleri, nasıl daha lüks yaşayacakları, emekli olunca nelerden yararlanacakları.. O koltuğa bir kere oturanın ömür boyu sırtı yere gelmez. Koltuk gitse de hayatları, ayrıcalıkları, refahları garanti..  Baksanıza; eski başbakanların altında hâlâ lüks arabalar, yanında da korumalar varmış. Daha bilmediğimiz, duymadığımız kimlerin neleri var acaba? Oysa bir memur, bir işçi çalışmasa maaşı, gündeliği kesilir, onlarınsa haksız gelirleri ömür boyu sürer. 
Bu nasıl bir adalet, nasıl bir düzen?.. Hadi hepsini görmezden gelelim de bari kıyıp bırakamadığınız o koltuklarda otururken vatandaş için de bir işe yarayın be kardeşim. O da yok.. 
Olumsuzluklara mahkûm edildiğimiz,  nüfusumuzun, onların ifadesiyle üç yüz elli bin bile olmadığı bu ülkecikte  -ki bu sayı hiç de inandırıcı değil- huzurlu ve adil bir yaşama kavuşmanın tek şartı vardır ki o da yaşananların, yaşatılanların farkında olmak ve bu düzene artık dur diyebilmektir. Bunun için de bu üç yüz elli bin yüreğin ve beynin ayni amaç, ayni inanç ve ayni cesaretle birleşmesi gerekir ki;  işte o zaman değil üç yüz elli bin  üç milyon nüfus gücünde oluruz.   
(*)    Sitemkâr dizeler adlı şiirimden. 
 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları