• BIST 10045.74
  • Altın 2384.185
  • Dolar 32.3542
  • Euro 34.5091
  • Lefkoşa 20 °C
  • Mağusa 23 °C
  • Girne 20 °C
  • Güzelyurt 18 °C
  • İskele 23 °C
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 16 °C

AZ GİTTİK ,UZ GİTTİK, BİR YERE VARAMADIK

Hatice İNTAÇ

Rüzgâr söylüyor şimdi o yerlerde

Bizim eski şarkımızı

Vazgeç, söyleme artık

Hatırlatma mazideki aşkımızı

Bir kış günüydü başladı

O hazin macerası ömrümüzün   (*)  

 

Sabahın çok erken bir saatinde radyo kanallarının birinde yakaladım Muhayyer kürdi makamındaki şarkıyı…  Bir nefes gibi içime çektim ve kalbimin derinliklerine yolladım her sözünü, her nağmesini… Hüzünlü bir şarkı bu!.. Eskiden beri çok severek dinlediğim ve belki de hiç ilgisi yokken, kaybettiğim sevdiklerimi, özellikle de annemi, babamı ve doğup büyüdüğüm Baf kasabasını hatırlayıp duygulandığım; her dinlediğimde gözyaşlarıma söz geçiremediğim bir şarkı! ...

Fedakâr, cefakâr annem!. Bugün yine sana uyandım… Seninle eski günlere daldım, Uzaklarda; şimdi sadece anılarda kalan o yerde adım adım seninle dolaştım. Bugün dört mevsimi seninle yeniden yaşadım. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği o mekânlara anlatılmaz bir özlem duydum... Oysa o yılların çoğu savaş zamanlarıydı. “Göçmen” sözcüğünü o zamana kadar sözlük anlamı ile biliyorduk. Gerçek anlamda göçmenliği yaşamamızın milâdı ise o yılların başlangıcı oldu. 21 Aralık 1963 gecesi panik ve korku içinde evimizden ayrılırken içimizde birkaç gün sonra yine döneriz umudu vardı ama ne yazık ki doğduğumuz o eve bir daha hiç dönemedik. Aşağı Bahçeler Mahallesinde kalan evimizi ancak uzaktan seyrettik. Göçmenliğimiz mahalle değiştirmekle de kalmadı 1974 sonrası terfi etti; bu sefer de kasaba değiştirdi. Önce Güzelyurt sonra başka yerler, şehirler oldu. Ama ne tuhaftır ki ömrümüzün uzun dönemlerini başka yerlerde geçirmemize rağmen biz hep “Baflı” kaldık. Nerelisin sorusunu iftiharla hep “Baflıyım” diyerek cevapladık

Mart ayına sayılı günler kalan bu zamanda babamın bir havan mermisiyle yaralanıp kolunu ve gözünü kaybettiği 0 meşum tarihi; 1964 ün 9 Mart’ını ve ondan sonraki sıkıntılı günleri hatırlamamak mümkün mü? Oralarda bizlerden hatıralarımızdan başka eser bırakmayan zamanların başlangıcı olan o karanlık kış günlerini ve yaşanan mahrumiyetlerimiz nasıl unutulur ki?..   

Tek odalı bir evde kalabalık bir aile olarak barınmak zorundaydık. Toplum olarak mahrumiyet ve sıkıntı içindeydik.  Yiyecek ve su kıtlığı çekiyorduk belki ama ailemiz tamdı o zamanlar. Henüz eksilmemiştik. Yaşadığımız birçok olumsuzluk vardı. Buna rağmen bizi ayakta tutan tek şey kader birliği ve dayanışmanın getirdiği yakınlık ve güven duygusuydu. Önceden tanımadığımız insanlarla paylaşacak; yaşama sevincimizi, umudumuzu ayakta tutacak çok şeyimiz vardı.

Örneğin insanların karamsarlığını biraz olsun gidermek için bir sinema yapılmıştı. Yapılmıştı derken bir binadan bahsetmiyorum. Göçmen olarak kaldığımız okul binasına, tam da bizim odanın dış duvarına bir sinema perdesi asılmış; okul bahçesine de sandalyeler dizilmişti. Okulda barınan bizler üst üste ayni filmleri izlemek zorunda kalsak da bundan rahatsızlık duymuyorduk. Çünkü başka seçeneğimiz yoktu;  öyle olmak zorundaydı. O dar ve kapalı alanda yaşayanların morale de ihtiyacı vardı. Empati yapmayı belki de o zamanlarda öğrendik. Bu paylaşımlar ve fedakârlıklar sebebiyledir ki sonradan adanın, hatta dünyanın her yerine dağılmış olsalar da Baf’lılarda o dayanışma ruhu baki kaldı. Tabi ki her insan için doğup büyüdüğü yer özeldir, değerlidir. Hele ki o yere dönmesi artık mümkün değilse.. Bu yüzden ben de Baf’lı olmayı her zaman bir ayrıcalık sayıyorum.  

                                                               ******

Bir şarkıyla başlayan bu günkü yazı serüvenim ta nerelere kadar gitti;  nereleri, kimleri ve neleri hatırlattı… Bu gün ulaştığımız iç karartan memleket meselelerine sinir olmaktan çok daha iyidir bir şarkıyla duygulanmak ve insan olduğunu hatırlamak… Hele çevremizde, hayatımızda, çıkarından başka bir şey düşünmeyen, insani değerlerini yitirmiş duygusuzlar varken!..

O zor yıllardan sonra artık huzura ve güvene kavuştuk sanıyorduk ama ne yazık ki hiçbir şey umduğumuz gibi olmadı. Önceleri bu durumu bir savaş sonrası hali, bir ganimet sarhoşluğu diye yorumlasak; her şeyin zamanla rayına oturacağını düşünsek de gerek dış etkenler gerekse içteki düzensizlikler ve haksızlıklar başını aldı gitti ve bu günlere kadar ulaştı. Adalet duygusu ve empatiden yoksun olanların sayesinde maalesef genelde mutsuz bir toplum olduk. Nasıl olmayalım ki?..  Bir yanda yıllardır süregelen ve bir türlü çözülemeyen Kıbrıs sorunu; diğer yanda belli kesimler dışında yaşam şartlarından memnun olmayan, ekonomik zorluklarla boğuşan halk!.

Devletin Kıbrıs meselesini çözmekten daha önemli olan iç sorunlarımızın ardı arkası kesilmezken; grevler üst üste gelirken bütün sorunlar yerli yerinde dururken sadece seçime odaklı zihniyete sahip kişilerin idareci olduğu bu yerde halkın refahı ve huzuru mümkün mü?  Gerek kamu gerekse özel sektör hep ekonomik krizde. Marketler her gün yeni etiketlerle fiyat değiştirirken ve maaşlar yıllardır yerinde sayarken, kalabalık aileler her gün mutfak giderlerini bile kısmak zorunda kalırken mutlu olmanın imkânı var mı? Bu sorunları çözmek, halkı rahatlatmak devletin görevi değil midir? Ama nerde?.. Onlar kulaklarını tıkamışlar, halk onların umurunda bile değil. İnsanlar kendi yağlarında kavrulmaya çalışırken onlar çıkarlarını, koltuklarını korumak peşinde. Seçim zamanlarında güya halka iniyorlar, 0nların şikâyetlerini, sorunlarını dinliyorlar, sözler veriyorlar, bol keseden atıyorlar; koltuklarına yayılınca her şeyi unutup keyiflerine bakıyorlar. Kısacası devlet halk için çalışmalıyken bizde tam tersi halk devlet için sürünüyor.

Aramızda bir de rüzgâr gülleri (!..) vardır ki; memlekette o kadar sorun varken onların tek misyonu ortalığı velveleye vermek, kaos yaratmaktır. Mecaz anlamda rüzgâr  gülü,  çıkarı, menfaati nerdeyse, kimdeyse o tarafa meyleden demektir. Her toplumda olduğu gibi bizde de bunlardan çokça var. Bunca sorunun arasında hani derler ya; tavukayağı gibi ortalığı karıştıran parazitler gibidirler. Başkalarının güdümünde olmayı ve onların ağzı ile konuşmayı benimseyecek kadar onurdan yoksun ve esasen kendi hayatlarını bile düzene sokamamış olan bu şahıslar, başkalarına yol göstermeye kalkacak kadar da haddini bilmezdirler. Külhanbeyvari tavırları ile gıcık kaptıran, küfrü bol cümlelerle edebiyata leke düşüren; dün savunduklarına bugün karşı çıkan; iki gün önce peşinden koştuklarını bugün yerden yere vuran,  başkalarını ganimetçi, yiyici diye damgalayan bu tipler, ağacın arkasına saklanıp kocaman gövdesini saklayabildiğini sanan fil gibi kendilerinin kimlerden, nelerden etkilendiğinin ve beslendiğinin bilinmediğini sanacak kadar da aptaldırlar

 

( * ) Şekip Ayhan Özışık )

 

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları