• BIST 10276.88
  • Altın 2390.367
  • Dolar 32.335
  • Euro 34.7427
  • Lefkoşa 18 °C
  • Mağusa 15 °C
  • Girne 20 °C
  • Güzelyurt 18 °C
  • İskele 15 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 16 °C

Bilgi ile sezgiyi birleştiren kavram  “farkındalık”

Hatice İNTAÇ

2000 yılı yeni bir bin yıla geçişin başlangıcı oldu ki buna  “bin yıl” anlamına gelen “milenyum” dendi. Dünyanın her yerinde insanlar,  bu yeni başlangıcın uyandırdığı beklenti, heyecan ve hatta endişe duygularına kapıldı; sonra da bu duygular zamanla yatıştı ve her şey rutinine döndü.

Araştırmacılar bu yeni döneme girerken dünya ile ilgili araştırmalarını yoğunlaştırdı, astrologlar hummalı çalışmalara girdi, Maya kültürü ve takvimi yeniden didik didik edildi. Varılan ortak sonuç şuydu ki; milenyum denilen bu çağ, her insanın kendi ruhsal benliğinin farkına varması ve mükemmelleşmesi;  dünyada fevkalade bir ruhsal gelişimin habercisiydi ki Maya takvimi de dünyanın ve insanların pozitif bir döneme girdiğine işaret ediyordu.Maya uygarlığı,özellikle astronomi,mimarlık, matematik, hiyeroglif yazısı gibi alanlarda çok ilerlemişti. Mayaların, astronomi ve matematik bilgilerinden yararlanarakve çok ince hesaplar yaparak kullandıkları takvim, bizim bugün kullandığımız Gregorian takviminden daha doğru olan bir tarihlendirme sistemiydi.

Şimdi 2017nin Kasım ayındayız.Aradan geçen bu on yedi yıl içinde bu konudaki araştırmalar daha da yoğunlaştı.Bireysel olarak insanlar dünyanın yaratılışını, kendi yaratılışlarını daha çok sorgulamaya başladı.Medya bu konularla daha çok ilgilenir oldu. Bu bilinçle bazı bilinmeyenler çözülmeye ve fark edilmeye başladı. İçinde bulunduğumuz bu zaman bir anlamda “farkındalık çağı” olarak nitelendirildi. Farkındalığın; diğer bir deyişle farkında olmanın ne olduğunu anlamak için fazla derin konulara girmeye gerek yok. Bizi bu konuda daha çok ilgilendiren kendi farkındalığımızdır. Kendimizin farkında olmak,kendimizi çözebilmek; olayların, dünyanın ve başkalarının da farkında olmak ve onları çözebilmek demektir.

Nedir kendi farkındalığımız?

İnsan ruhunda iç içe bulunan zıt duygular vardır. Sevgi ve nefret gibi, iyi ve kötü gibi, güzel ve çirkin gibi. Fakat bu duygular insanın inanç ve düşüncesine göre yönlenir ve ağırlık kazanır.İnsanoğlu gerek çevresi ile olan münasebetlerinde, gerekse kendi iç dünyasında bir şeylerin doğruluğuna inanarak,o doğrulara göre hareket eder.

Fakat çoğu zaman kendi fikrinde ve davranışlarında ikileme düşer.İşte farkındalık,böyle bir çelişkiden kurtulma ve gerçek doğruyu bulma noktasıdır. Bir söz vardır, der ki;“her şey kendi zıddı ile bilinir” yani kötüyü bilmeden iyiyi, çirkini bilmeden güzelibilmek mümkün değildir. Örneğinsevgi, bir insanın kalbinde gerçek anlamıyla varsa nefret duygusu kaybolmasa daşiddetini kaybeder.Bunun aksi ise, nefret hissinin sevgiye ağır basmasıdır ki bu duyguya sahip olanlar ancak ikiyüzlüler, nankörler ve riyakârlardır.

Her insanın özünde olumlu veya olumsuz tüm duygular mevcuttur. Ancak hangisi daha çok beslenirse ona yönelim daha fazladır. Bunların en başta gelenleri iyilik ve kötülüktür. Bu iki kavramın içeriğinde gerek maddi gerekse manevi bir “alma- verme” ilişkisi vardır ki bu alan ve verenin durumuna ve yapısına göre bir karşılık bekler. Ya memnun eder ya da isyan ettirir. Gerçi iyiliğin makbulü,karşılık beklemeden yapılanıdır, hatta bununla ilgili bir söz vardır “yapılan iyiliği asla unutma, yaptığın iyiliği unut”der.

Ne var ki siz unutsanız bile; nankörlükleri ve hainlikleri ile hatırlatırlar size o iyilik yaptıklarınız.Yapılan iyilikler, fedakârlıklar bir çırpıda silinip hiçe sayıldığında ister istemez nankörlüğü de sorgular insan.Lakaytlıkla karşılık verenler bir yere kadar hoş görülseler de,hainlik ve düşmanlıkla karşılık verene isyan etmemek ve durumu sineye çekmek herkesin harcı değildir.İşte o zaman kendinizi de, ötekini de sorgularsınız.Belki kendinize enayi damgasını vurur ve kızarsınız ama birçok şeyinde“farkında olmak” lûtfuna erersiniz. Gerçekten de;  bilme, algılama, sezme ve anlama unsurları ile davranışlarımızı yönlendiren bir lûtuftur farkındalık.

Farkındalığı insanın kendi varlığının farkında olması  ve kendi ile yüzleşmesi diye de tanımlayabiliriz.Kendi kendimizle yüzleşmek demek, egomuzu ön plandan geriye çekip tarafsızca değerlendirme yapmakdemektir.Çünkü egomuz sürekli bizi korumaya çalışan kalkan gibidir ve çoğu zaman gurur,haklılık,haysiyetgibi kavramların arkasına gizlenip bizi haklı çıkarmaya çalışır.

Bu yüzden egodan arınıp dürüstçe kendimizle yüzleşmeli ve özümüzü keşfetmeliyiz.Kendimizi “öteki”nin yerine koyup tarafsız düşünmek ve karar vermek farkındalığın temel unsurlarındandır. Çünkü her farkındalık,yeni bir “ben” yaratır.Şu ana kadar varolmuş veya varolacak tüm dinleri, felsefeleri birleştiren özün ne olduğunu araştırmaya kalksak altından sadece farkındalık sözcüğü çıkar.

Farkında olmak,her an bilinçli olmak ve içimizde bir merkez doğduğunu hissetmek demektir. Her şey o merkezle ilgili. Farkında olmakzihnin sürekli çalışmasından dolayı zordur ama imkânsız değildir. Bu çok uzun, zor bir yolculuk olsa da bunu başarmak için büyük bir istekle gayret etmek gerekir.  Dışımızdaki ve içimizdeki hiçbir şey dokunulmadan kalmamalıdır. Ancak o zaman ruhumuzdaki enerjiyi hissedebiliriz.Farkında olmaya başladıkça içimizde yeni bir enerji, yeni bir hayat hissederiz.

Bu yeni enerjinin yarattığı güçle bizi baskılayan pek çok şey de çözülüp gider. Onlarla savaşmak zorunda değiliz. Kızgınlığımızla, hırsımızla, hezeyanlarımızla savaşmayız.Artık kendimizin farkındayız ve bu duygu bizde bir merkez yaratır.Bu; dinginlik, sessizlik ve hâkimiyet merkezidir ve içsel bir gücün ifadesidir ki, bu duyguyla kendimizi daha güçlü ve güvenli hissederiz. Enerjimiz yoğunlaşır ve “öz” doğar. Gerçek öz doğarken sahte bir öz duygusu olan “ego” geri plâna itilir. Ego, var olmayan bir şeyi var saymaktır aslında.  “Öz” dengeli bir merkez demektir ve bu merkez sürekli farkında olarak yaratılır.

İnsanın aklı her zaman iki imkânsız şeyi yapmaya çalışır. Ya “keşke” lerle geçmişi yeniden düzenlemeye ya da geleceği kurmaya çalışır. Geçmiş artık gerçekleşmiş ve bitmiştir. Geçmişe dönebilmek ve bir şeyleri düzeltebilmek mümkün değildir. Geçmişin ancak anılarına gidebiliriz.  Geleceği kurmak da mümkün değildir çünkü gelecek, henüz olmamış olan demektir.  Geleceği kuramayız, onu ancak hayal ederiz.  Şimdiki zamanda bu iki olumsuzluğun arasında bocalar dururuz. Oysa “ Dün bitmiştir, yarınsa meçhul, şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır” demiş asırlar önce Mevlâna.

Kendi bilgilerim ve başka kaynaklardan edindiklerimle bütünleştirerek paylaştığım bu“farkındalık” kavramının hayatımızdaki yeri nedir diye düşünmeden edemiyorum. Gerek kişisel gerekse toplumsal olarak doğruyu bulmayı ve doğru kararlar almayı deneyimliyor muyuz yoksa hayatımızı akışına bırakıp sadece günü kurtarmaya ve yarına “Allah Kerim” lerle ulaşmaya mı çalışıyoruz?  İçinde bulunduğumuz bu zamanda ve bu coğrafyada gerek kişisel, gerekse toplumsal olarak neler yaşadığımızın, daha doğrusu neler yaşamaya mecbur bırakıldığımızınfarkında mıyız? Ocak ayında yapılacak genel seçimlere giderken yıllardır yaşadığımız sıkıntıların ve bunları neden ve kimlerden dolayı yaşadığımızın farkında olarak mı sandık başına gideceğiz?  

Ayni olumsuz durumları yaşamak, peşkeşe, hırsızlığa,adam kayırmaya, haksızlığa, hukuksuzluğa rağmen… Sağlık, eğitim ve daha nice sistemin çökmesine, rüşvetle gerçekleşenihalelere, haksız özelleştirmelere, günden güne Kıbrıslı Türk olarak nüfusumuzun azalmasına ve gençlerin göç etmek zorunda kalmasına göz yumarak küçücük çıkarlarımız için yine miyadını çoktan doldurmuş, kokuşma derecesine gelmiş bir sistemi devam mı ettireceğiz? Her seçim öncesinde olduğu gibi vaadleriyle bizi kandırmaya çalışan ama koltuklara oturunca yüzümüze bakmayan palavracılara yine kanacak mıyız? Yıllardır vatandaşının özlük haklarını, ekonomik sorunlarını görmezden gelip sadece kendilerinin ve yandaşlarının çıkarını düşünen bu kan emicilere yine fırsat mı vereceğiz?

Başkalarının ipiyle hareket eden kuklalara, dövizin yükselmesiyle her gün daha da fakirleşen, açlık sınırında yaşamaya mahkûm edilen, vatandaşını düşüneceğine oy toplamak yarışına giren, bunu sağlamak için de usulsüz vatandaşlıklar veren, suçlarından dolayı sınır dışı edilen yabancıları memleketimize yeniden sokmak teşebbüslerine girişen, geçicileri kadrolamak için yasal olmadığını bile bile meclisten yasa önerisi geçirip onları kandırmaya çalışan bu iktidarın devamına yeniden vasıta mı olacağız? Neler olacağını bilmek zor ama şunu iyi biliyorum ki böyle bir yanlışa düşmek kişisel ve toplumsal olarak felaketimize sebep olacağı gibi kendi varlığımıza da büyük bir haksızlık ve saygısızlık olacaktır.

Mevlâna’nın dediği gibi   “dün bitmiştir, şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır”

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları