• BIST 8718.11
  • Altın 2246.595
  • Dolar 32.3347
  • Euro 35.1824
  • Lefkoşa 11 °C
  • Mağusa 10 °C
  • Girne 14 °C
  • Güzelyurt 10 °C
  • İskele 10 °C
  • İstanbul 9 °C
  • Ankara 2 °C

Gölgelerdeki tarih ve sonuçları…

Ediz TUNCEL

Türkiye bugün toplamda bir trilyon doları geçen iç ve dış borcuyla batmış bir ülkedir, dış borç yarım trilyon doları buldu ve muhtemelen de geçti…

Ayağa kalkmak için bugün topyekün seferberlik ilan edilse, ekonomide olağanüstü hal ilan edilse, serbest piyasa ekonomisinden karma ekonomiye geçilse ve devlet gücünü ekonomi çarkları üzerinde hissettirse, meyvelerini ancak on sene sonra alabilecek.

Peki bunun ana sebepleri neler, bir bakalım ve ana hatlarıyla sıralayalım:

  1. Elbette ki beceriksiz yönetimler birinci sebep. Son iktidar da buna dahil olmak üzere, gelen giden iktidarların tümü ekonomik akıldan yoksun bir devlet yönetimi sergilediler. AKP iktidarı ise bunların arasında tartışmasız bir şekilde 15 yıl iktidarda kalan ama ülke yönetimi adına en ufak bir beceri sergileyemeyenidir.  Borç borçla kapatıldı,  sonra borcu kapatmak için alınan borcu ödeyemez hale gelindi, devletin bütün özkaynaklarını yabancılara satıldı, memleketin her köşesinin yabancı sermaye tarafından parsellenmesine yol verildi, üretime değil de tüketime dayalı bir düzen kuruldu, yabancı lüks mallara gereksiz yere yüzlerce milyar dolar harcandı, öyle ki en az dört-beş devlet bütçesi kadar para boşu boşuna dışarı kaçtı,  serbest piyasa aklıyla cevizcinin çuvalından oynanırken cari açık akıl almaz boyutta büyüdü,  yabancı sermayenin ülkenin tüm stratejik ve önemli noktalarına yerleşmesine çanak tutuldu, tarımın ve hayvancılığın dibe vurmasına neden olundu, din sömürüsü yapılacak diye toplum kamplara bölündü, din sömürüsünü kapitalist emelleriyle örtüştüren ve hem devletin hem de halkın kanını emen cemaatlerin ve tarikatların ülkenin her tarafına yayılmasına ve devleti ele geçirecek kadar güçlenmelerine göz yumuldu,  devletin içine yerleşen rantçı-dinci oluşumların orduyu entrikalarla fena halde zayıflatmasına sebep olundu, güçlü bir devletin ancak güçlü ve kendi kendine yeten, ithalat yerine ihracat yapan güçlü bir ekonomi, istikrarlı bir siyaset ve güçlü bir ordu ile ayakta durabileceğine bir türlü akıl erdirilemedi.
  2. Amerika’nın tescilli uşağı olan ve ta yüz yıl önce, Wilson prensiplerinin gereklerine uygun olarak Türkiye’yi darbeleme projesinin güncel maşası olan PKK ile mücadele adı altında onbinlerce masum vatandaş hayatını kaybederken bu uğurda bir trilyon dolardan daha fazla para harcandı, Amerika’nın emperyalist emellerine uşaklık yapan ve tam anlamıyla geri zekalı olan, birçoğunun leşleri dağlarda kalan bir çapulcu sürüsü yüzünden ülkenin maddi ve manevi değerleri sürekli erozyona uğradı, bin yıldır aynı topraklarda yaşayan, aynı ülke uğruna Çanakkale’de dedeleri kucak kucağa ölen Türk ve Kürt kökenli vatandaşlar arasında bir düşmanlık oluşturuldu,  ülkenin en zengin petrol ve doğal gaz yataklarının bulunduğu bölge sürekli terör bölgesi oldu, terörist baskısı ve bölge halkını yüzyıllardır pençesine alan ve özellikle de aşiret ve tarikatların güçlenmesine zemin hazırlayan kör cehalet yüzünden Doğu ve Güneydoğu illeri Türkiye’nin hep geri kalan bölgeleri oldu, Kürt kökenlilerin karıştığı adli olaylar akıl almaz boyutlara ulaştı.
  3. AKP iktidarı başına neler geleceğini önceden kestiremedi, Amerika’nın aklına uyarak Amerika’nın Ortadoğu’daki emperyalist emellerine alet oldu, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olayım darken tam anlamıyla bataklığa gömüldü, ülkenin Ortadoğu coğrafyasındaki tüm ticari ve siyasi ilişkileri yerle bir oldu, kaos ve iç savaş yaşayan ülkelerdeki milyonlarca nüfus Türkiye’ye doluştu,  bunlar hayatlarını çalma, çırpma, sömürü, çetecilik üzerine kurdu, Türkiye bir taraftan bunları besler ve milli gelirinin en az yüzde yirmisini bunlara harcarken bunlar Türkiye’nin kendi öz vatandaşının bile sahip olmadığı haklara ve avantalara sahip oldular, bir taraftan devletin sırtında kambur olurken diğer taraftan tek kuruş vergi ödemeden memleketin keyfini çıkarmaya, memleketin her türlü imkanını sömürmeye, soyup soğana çevirmeye başladı, vatandaş ülkenin güvenliği için askere giderken bunlar yan gelip yattılar, denizin keyfine baktılar, vatandaşının karısına kızına göz koydular, bu beslemeler sayesinde memlekette cinayetler, ırza tecavüzler resmen patlama yaptı, görsel olarak o kadar çirkin, o kadar yalaşık ve bulaşık bir görüntü oluşturdular ki Türkiye’nin adı bugünkü genel görünümü itibariyle Arabiye olarak değiştirilse, İstanbul’un da Arapbul diye değiştirilse, yeridir…
  4. Artık hiçbir şekilde güvenilir olmayan, yaptırım gücünün nerde başladığı nerde durduğu ya da kaybolduğu belli olmayan adalet ve hukuk sistemi. Adalet sistemi ülkeye, halka, kamuya zarar vereni değil, gücünün yettiğini yargılar hale geldi. Adaletin güvenirliğini yitirdiği bir noktada at iziyle it izi birbirine karışır, ülkeyi kaosa sürükleyenlerden hesap sorulamaz, kaos her şekilde ülkeye hakim olur.
  5. 21. yüzyılda halkın bir kısmının hala zır cehaletin etkisi altında olması… 20. Yüzyılın başında kurulan Atatürk Türkiyesi daha 1930larda dünyanın medeniyet ve gelişim açısından en örnek ülkesi olarak gösterilirken, dünyanın savaşlardan inim inlediği zamanlarda bile Türkiye her şekilde kendisine yeter ve dışa da ihracat yaparken din sömürüsüne ve zır cehalete dayalı rant sistemi 1950’lerden sonra Amerika’nın Rusya’ya karşı geliştirdiği Yeşil Kuşak projesi (Rus komünizmine karşı kör cehaletten beslenen dinciliği hortlatma) sayesinde Türkiye’yi de sardı ve bugünlere kadar gelindi…Çevresinde olan bitene gözünü kulağını dayayan, bilim yerine kör cehaletin kolaycılığına kaçan ve dinci kapitalizmin çarkları arasında avantasını bulmayı tercih eden, günün sonunda ülkenin her köşesinde mahalle baskısı oluşturan ve tam anlamıyla Atatürkçülüğe ve kurduğu ülkenin laik sistemine düşman olan, göz göre göre Türkiye’nin kuyusunu kazan Arabın abuk subuk kültürünü benimseyen, kendi atalarının toplumsal dayanışmaya ve kardeşliğe dayalı binlerce yıllık kültürünü akıl almaz bir nefretle yok etmeye çalışan, dindar geçineyim derken kindarlığı dindarlıkla bir tutan, bir taraftan medeniyet düşmanlığı yaparken diğer taraftan medeni dünyanın geliştirdiği ve insanlığın hizmetine sunduğu her türlü teknolojiyi ve kolaylığı akıl almaz bir savurganlıkla kullanan bencil, sorumsuz, ruhsuz, verimsiz, rantçı, duyarsız, aç gözlü, haris, doyumsuz, bilinçsizce tüketen  ama sömürü konusunda son derece becerikli ve avantasını koruma konusunda son derece hırçın ve gözü dönmüş bir güruh türedi, ki bunlar en tehlikeli düşmandan çok daha tehlikeli olan iç düşmanlardır…Bunların temizlenmesi ve medeniyetin Türkiye’ye geri dönmesi hiç ama hiç kolay değil, bunun olması için medeni insanların da en az, hatta bunlardan daha fazla mücadeleci olması gerekiyor…

……………….

Şimdi gelelim bize, Kıbrıslılara, Rumlar ve Türkler olarak nasıl battığımıza, daha doğrusu Rumlar çıkarken Kıbrıslı Türklerin nasıl battığına…

Filmi biraz geriye saralım.

Amerikan-İngiliz emperyalist ortaklığı 2. Dünya Savaşı sonrasında dünyayı emperyalist politikaları doğrultusunda yeniden dizayn etmek için kolları sıvarken savaşacakları canavarlar yarattılar,  bölgesel savaşlara giriştiler.

Örneğin daha 1950lerin başında Kore’de savaşa girdiler, arkalarından Türkiye gibi safdirik politikacılar tarafından yönetilen ülkeleri de sürüklediler…

Pek tabi ki bu işin ucu Rusların temsil ettiği ideolojilere o zaman şartlarında hem dini açıdan hem de vizyon açısından ilgi duyan halk kitlelerinin olduğu Kıbrıs’a da uzandılar.

Zaten Kıbrıs o dönemlerde Amerika ve İngiltere açısından tam bir sabit uçak gemisiydi, Doğu Akdeniz coğrafyasında tam bir kaleydi, nitekim Almanlar İkinci Dünya Savaşı sırasında bölgedeki tüm ülkelere bir şekilde girdiler veya saldırdılar da Kıbrıs’a dalmayı pek gözleri yemedi, sadece havadan bombaladılar...

Peki ama, Amerika hem Türkiye’yi hem de Yunanistan’ı askeri ve ekonomik açıdan avucunun içine almışken, Marshall Yardımı ile canının istediği gibi bu iki ülkenin ensesinde boza pişirirken,   Ortodoks-Komunist Rusya ile iyi ilişkiler içine girmeye ve Rusya’nın sıcak denizlere inmesine zemin hazırlamaya pek hevesli olan  Ortodoks-Komunist-Solcu-Sosyalist Rumlara karşı ne yapılmalıydı!!!

Elbette komunizm karşıtı faşist bir oluşum oluşturulmalıydı: EOKA…Etniki Organisos Kiprion Agoniston…Kıbrıslı Gençliğin Etnik Organizasyonu…Tıpkı PKK gibi Amerikan emperyalist emelleri uğruna kendini enayi yerine koydurtan bir güruh…

Bunlar özellikle Rum toplumu içindeki “Rusçulara”, gerekirse de Türk toplumu içinde sola, komünizme, sosyalizme yatkın olanlara dehşet salacaklardı, Amerikalılar ve İngilizler kömürü maşayla tutacaklardı…

Peki ama bunları kontrol edecek, eğer kontrolden çıkarlarsa, hedeften saparlarsa bunlara karşı duracak alternatif bir güç de olmalıydı: TMT…Türk Mukavemet Teşkilatı, anti-EOKA organizasyonu ama özünde aynı kanalda kurulan bir organizasyon…

Her iki ülkenin de askeri ve ekonomik gücü tam anlamıyla Amerikan kontrolu altındayken bu iki yeraltı organizasyonunun İngiliz sömürgesi durumunda olan Kıbrıs’ta, bir sıkımlık canı olan Kıbrıs Türk ve Rum toplumları içinde kendi başlarına buyruk olarak, sözde üç beş kişinin duygusal sebeplerle bir araya gelerek kurulmaları mümkün olabilir miydi!!!

Evet, mümkündü derseniz, güldürmeyin adamı, kafanızı peynir ekmekle yediniz derim…

Velhasıl kelam, TMT ve EOKA sözde birbirini yerken, bu arada da kendi toplumlarında Amerikan-İngiliz emperyalizmine doğrudan veya dolaylı olarak karşı çıkanlara karşı dehşet salarken, Rusya’nın da Kıbrıs üzerinden sıcak denizlerde bir üs elde etmesi zorlaşıyordu, Rusya Aden Körfezi’nde, krallıkla yönetilen ama kısmen laik olan Suriye gibi Arap ülkelerinde kendine girecek delik arıyordu, ki aradıklarını buldu da...

TMT ve EOKA birbirini sözde yerken dedim, çünkü birkaç istisna hariç, TMT ve EOKA mensuplarının gerçek anlamda birbirini öldürdüğü pek görülmüş, duyulmuş şey değildi (ben sadece bir olay biliyorum, üniversitede okuyan Kıbrıslı Türk bir genci acitasyon olsun diye vurarak öldüren fanatik bir EOKA’cıyı gözü kara bir TMT’ci Rum tarafına geçip iş yerinde vurarak öldürdü), ama her iki taraf da diğer taraftan esas rakibini değil, eline geçirdiğini, gücünün yettiğini öldürüyordu, bu yüzden de masumlar çoluk çocuk kadın erkek demeden gözü dönmüş, yaratılan sistemden rant elde eden,  elinde silah var diye kendini Allah sanan çeteciler tarafından katlediliyordu, ki bu alçaklık 74’e kadar sürdü, bu süreçte ise tam da Amerikan-İngiliz ortaklığının böl-yönet politikasına uygun olarak iki taraf arasında atavistik bir nefret yaratıldı, tıpkı bugün Türkiye’de Türkler ve Kürtler arasında yaratıldığı gibi…

Yaratılan sistemden rant elde edenler dedik, neydi bu rant, bir örnekle biraz açalım…

İki toplum arasında uçurum oluşurken ve nefret tohumları ekilirken Türk tarafında Türkten Türke kampanyası diye bir kampanya başlatıldı…

Neydi bu kampanya?

TMT’nin korumasında olan ve rantını paylaşan Türk tüccarlar Rum’dan malı bir liraya alıyor, Türk’e üç liraya satıyordu, eğer bir Türk rantçı tüccara üç lira vermek yerine gider de aynı malı bir liraya Rum’dan almaya kalkarsa, rantçı çete devreye giriyor ve dünyayı kafasına yıkıyordu, dayak yiyerek kurtulursa kendini şanslı sayıyordu…

Yani bizim kahraman vatanseverler ve tüccar bozuntuları gündüz sözde Rumla kavga ederken gece hırsızlığa beraber çıkıyorlardı, rantlarına çomak sokacak olanın da hesabını görüyorlardı…

EOKA’nın korumasında olan rantçı Rumlar daha büyük oynuyordu, Türklerin elinde olan toprakları bedavaya ya da kelepir fiyatına kapatmanın yollarına bakıyordu, baskı altında kalan Türkler bazen mallarını üç kuruşa Ruma satıyorlardı, bazen de tam tersi oluyor, Türkün üç kuruşluk malına beş kuruş vererek Türkün malını elinden alıyorlardı…

Yani Rumun para babalarıyla, sermaye takımıyla,  EOKA kol kola yürüyordu…

Ne tesadüfi bir benzerlik!!!

Türkün sermaye tayfasıyla TMT, Rumun sermaye tayfasıyla da EOKA beraber yürüyor…

Her ikisi de sözde birbiriyle savaşırken, aynı zamanda kendi toplumları içindeki “vatan hainleriyle” ve komünistlerle de savaşıyorlar, rantlarına ters düşen, çıkarlarına çomak sokan herkesin hesabını görüyorlardı…

Bugün, o zamanın artıkları ve uzantıları hem Rum tarafında hem de Türk tarafında sermayeyi ele geçirmiş ve mevcut statükoyu halen yürütür durumda, özellikle Türk tarafı kaos içinde yalpalarken kuzeyde statükoyu yöneten sermaye takımı kaostan en ufak bir şekilde etkilenmemekte, aksine kaostan çıkar elde etmekte, ganimet düzenini gelişen şartlara göre sürdürmektedir...

Manzara açık ve nettir…

Son 70 yılda coğrafyamızda kurulan tüm silahlı terör ya da yeraltı örgütlerinin tümü “anavatanları” Amerika tarafından kurulmuş veya kurdurulmuştur, bir taraftan Amerika’nın beklentilerini yerine getirirken diğer taraftan kendi rant çarklarını da arada döndürmelerine izin verilmiş, son kullanım tarihleri gelene kadar bu şekilde kullanılmışlardır, ve genelde hepsinin de hedefinde görünürde Rusya ve komünizm vardır, ya da görevleri Amerikan emperyalist çıkarları gerekleşene kadar kaos yaratmak ve Amerikan çıkarlarına ters düşenleri hırpalamaktır…

Afganistan: Taliban ve El Kaide…

Ortadoğu geneli, Suriye, Mısır, Filistin, Lübnan ve Irak başta olmak üzere: En az kırk silahlı çapulcu örgütü, IŞİD, El Kaide’nin uzantısı olan El Nusra, PKK/PYD, Hizbullah, FKÖ, Müslüman Kardeşler başı çekenler.

Kıbrıs: TMT ve EOKA.

Türkiye: ASALA, PKK/PYD, Hizbullah, IŞİD,

Bunların tümü de Amerikan ve NATO güçleri tarafından yaratıldı ve beslendi ve son kullanım tarihi gelmemiş olanlar halen de Amerikan koruması altındadırlar.

Radikal ve fanatik dinci terörist örgütlerin tümü Amerika’nın Yeşik Kuşak projesi kapsamında solculuğa, sosyalizme, komünizme ve dolayısıyla da Rusya’ya karşı kuruldu veya kurduruldu.

Tümünün de finans kaynağı ABD bağlantılı silah ve uyuşturucu kaçakçılığıdır, bir de Suudi Arabistan kökenli finanstır.

Türk hacılar Suudi Arabistan’a gider, para verir, şeytan taşlar, Suudi ise aldığı paraların bir kısmını Türkiye’yi tehdit eden Kürt kökenli terör örgülerine verir, son marifeti 100 milyon dolardan fazla bir miktarı PKK’nın uzantısı PYD’ye “hediye” etmek…

Bir başka örneğe gelelim: FKÖ’nün sözde özgürlükçü  lideri, ahlaksızlıkta sınır tanımayan ve çocukları savaş alanlarına süren Arafat öldüğünde silah ve uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği ve İsviçre bankalarında duran serveti tam tamına 6,5 milyar dolardı.

PKK’nın en büyük gelir kaynağı silah ve uyuşturucu kaçakçılığıdır, Amerikan güçlerinden aldığı finans ve silah yardımıdır.

IŞİD, El Kaide, Taliban gibi örgülerin ana gelir kaynakları uyuşturucu, silah ve petrol kaçakçılığıdır…

Örneğin IŞİD’in kontrol ettiği bölgelerde petrol ürünleri Amerikan emperyalizmine uşaklık edenler veya hükmedenler tarafından yarı fiyatından da aşağıya fiyatlarla alındı, petrol tüccarları masum çocukların, sivillerin kanının bulaştığı petrole karını koyarak dünyaya sattı…

Yukarda adı geçen ve burada adı yazılmamış, dünyanın her tarafında peydahlanan sayısız silahlı örgütün iş yaptığı tüccarlar ise nedense hep Amerikan sermayesine ve emperyalist emellerine hükmedenlerdir, kol kola gidenlerdir, veya kendi rantı uğruna uşaklık edenlerdir…

Nedense, tarihin gerçekleri gözümüzün içine içine girmesine rağmen gerçek tarih hep gölgelerde kaldı, uydurulan tarih ve palavra düzeni ise hep ön planda tutuldu…

Bu yüzden de bugün hem Türkiye hem de biz yerle bir olduk, tüm maddi ve manevi değerlerimizi yitirdik…

Burada yazılanları işine geldiği için beğenen, veya gelmediği için beğenmeyen olabilir, ancak manzara ortada tas gibi duruyor…

Ve sonuç…Göz göre göre ve afiyetle yediğimiz kazıklar, bize atılmasına izin verdiğimiz kazıklar da ortada tas gibi duruyor…

 

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları