• BIST 8876.85
  • Altın 2240.894
  • Dolar 32.3404
  • Euro 35.1251
  • Lefkoşa 20 °C
  • Mağusa 21 °C
  • Girne 21 °C
  • Güzelyurt 19 °C
  • İskele 21 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 12 °C

NARSİSLER VE MEGALOMANLAR

Hatice İNTAÇ

Kış mevsiminin ortasında, Şubat ayındayız. Dışarıdan usul usul yağan yağmurun ve kuytulara sinmiş serçelerin sesi geliyor. Sabahın erken saatlerinde uyanmak ve doğanın sesine kulak vermek huzur insana veriyor.Bazen düşünüyorum; acaba kalabalıktan uzak ortamlarda yaşamak daha mı iyidir diye..  Zaman zaman belki;  ama uzun sürede herhalde bu pek mümkün değil. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır ve elbette ki diğer insanlarla iletişim içinde ve iç içe olmak durumundadır. Sosyal hayatın en temel gereği de zaten budur. Eğer sadece doğa ile baş başa yaşasaydık yaşam tarzımız sadece temel ihtiyaçlarımızı karşılamaktan ibaret olur; dünya medeniyetleri var olmaz, insanlar arasındaki yardımlaşma, paylaşma, toplu hareket edip sorunların üstesinden gelme gibi kolaylıklar da olmazdı. Etrafımızdaki birçok canlıya baktığımızda onların da toplu yaşadığını görürüz. Meselâ koyun ve keçiler sürüler halinde,  kuşlar, göçleri sırasında kafileler halinde hareket ederler. Bundan çıkan sonuç da her varlığın hayatını sürdürebilmesi için etrafında kendi türünden birilerinin olmasına ihtiyacı olduğudur.

 

Toplu yaşamanın pozitif getirileri fazla olmakla beraber negatif yönleri de yok değildir. Bunların başında da insanlar arasındaki fikir ayrılıkları gelir. Bu yüzden insan, kendine daha yakın veya farklı düşüncelere sahip olsa da karşısındakinin inanç ve düşüncelerine saygı duymayı bilenlerle daha çok birlikte olmayı seçer. Arkadaşlıklar ve dostluklar da bu şekilde başlar.

Arkadaşlık ve dostluk toplumsal yaşamın bir ihtiyacıdır. Ancak herkesle dost olmak, dostluk kurmak ve bu dostluğu sürdürmek mümkün değildir. Dostluk kavramı arkadaşlıktan daha ileride, daha güçlü bir bağdır. Gerçek dostluk bencillikten uzaktır, dürüstlüktür, saygıdır, sözünde durmaktır, güvenilirliktir, karşılıksız yardımdır, iyi ve kötü günleri paylaşmaktır. Fakat ne acıdır ki bu nitelikteki dostluklar artık rafa kaldırılmıştır. Günümüz dünyasında dostluklar, ne yazık ki menfaat ilişkisine dönüşmüştür.

 

Bazen yanılgılara düşeriz arkadaş ve dost seçerken. Kendimize kızarız yanılgılarımız için. Ama insani duygularımızdan dolayı anlama olanağımız olmayan, yüzünde maske ile dolaşan ikiyüzlü, riyakâr insanları tanıyamadık diye hayıflanmanın da bir yararı yoktur.  Öyle insanlar vardır ki birine gösterdikleri sevgi ve saygı, o kişiden sağlayacakları menfaatlere endekslidir. Menfaat bitince sevgi ve saygının yerinde yeller esmek bir yana anlamadığınız sebeplerden dolayı size düşman olduklarını da fark edersiniz. Böyle durumlarda hep rahmetli babamın anlattığı bir konu gelir aklıma.  Adamın biri bir başkasına kötülük yapmayı planlıyormuş. Kötülük yapılacak olana söylemişler bunu. O da, “Bana neden kötülük yapsın? Ben ona iyilik yapmadım ki..” demiş.

Peki de her iyilik yaptığımızdan kötülük mü bekleyeceğiz?  İnsani değerleri rafa mı kaldıracağız? Tabii ki hayır!.. Her iyilik yapılanı potansiyel bir düşman görmek tamamen sağlıksız bir düşüncedir. Bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar çoğunlukta ise; dünyadan ve insanlıktan hala ümidimiz var demektir. Arkadaşlarımızı, dostlarımızı kendi değer yargılarımıza yakın insanlardan seçmeye özen göstermek bu konuda en doğru harekettir. Çünkü farklı frekanslardaki insanlar ancak enerjimizi tüketir, bizi aşağılar çeker. Sadece şahsi çıkarını düşünen, başkalarının üzüntü ve ıstıraplarına seyirci kalan ve hatta bundan zevk alan insanlar olsa bile çevremizde, yine de bütün insanları ve dostlarımızı öyle değerlendiremeyiz. Bazen yakın bildiğimiz ama aslında çok uzak; uzak bildiğimiz ama aslında çok yakın insanlarımız da vardır. Mühim olan bunun farkına varabilmektir.    

 

Kişiler arası ilişkilerde yaşanan ve sorunlar bir yana da; ya toplum olarak yaşananlar!..Toplumda yaratılan huzursuzluklar… Bazı insanların toplumu içine sürüklediği kaos!.. .Bir toplumda değişik fikirlerin, görüşlerin olması elbette ki doğaldır ve kaçınılmazdır. Fikir çatışmaları esasen ortak yolu ve doğruyu bulmak için olmalıdır da ama kabul ettirmeye çalışılan görüşlerin arkasında toplumun aleyhine olan kişisel çıkarlar varsa!…  Kişisel çıkarlar maddi menfaat sağlamak olabileceği gibi kişinin karakter yapısına göre de başka sebeplere dayanabilir. Örneğin bazılarının tek gayesi toplum içinde kendini yüceltmek, adını başköşeye yazdırmak, gündemden hiç düşmemek, hayatlarındaki başarısızlıkların üstünü bu yolla örtmek, zayıf karakterli insanları da güdümüne alıp omuzlarda taşınmayı hayal etmektir. Sadece hayal etmek bile onları coşturmaya yeter. Bu karakterin psikolojide birkaç adı vardır aslında. Narsis karakter veya megalomani…

Narsis ve megaloman terimleri benzerlik gösterse de aralarında farklar vardır. Narsis, kendini beğenen, kendine tapan, kendini herkesten üstün gören, hep takdir, ilgi ve özel muamele bekleyen kişidir. Megalomansa büyüklük taslayan kendini herkesten akıllı ve üstün görendir ve psikolojide narsisliğin ilerlemiş safhası olarak tanımlanır. Narsisle megaloman arasındaki en önemli fark; Narsisin beğenilmeye, megalomanınsa güce talip olmasıdır. Uzmanlar megalomaninin şaşırtıcı bir psikolojik durum olduğunu ve kişiyi yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara dayandırarak hezeyana ittiğini belirtiyorlar. Megalomanlar konusunda  yapılan araştırmaları şöyle özetlemek mümkün..

Megalomanların etrafında bol bol şakşakçıları vardır ki onlar da ya çok yakınları veya bir baltaya sap olamamış, bir şekilde hayata tutunmaya çalışan başıboş insanlardır. Megalomanlar, ancak onlar arasında kendilerini bir kral gibi hissederler, aslan kesilirler ve kükrerler. Eleştirilere kulakları hep tıkalıdır. Eleştirenleri asla dikkate almadıkları için bildiklerini okurlar ve bu sebeple de hiç yenilenmezler. Hep aynı söylemleri pişirip pişirip önümüze koyarlar. Kendileriyle ilgili konuları dillerine dolar, hep gündemde tutmak isterler. Onların özgüven sandıkları şey aslında hezeyandan ibarettir. Kendilerini o kadar eşsiz bulurlar ki kimsenin fikrini kendilerininkinden üstün görmezler. Bütün insanlık sanki onlara hizmet etmek için yaratılmıştır. Eskiden insanlar dünyayı nasıl güneş sisteminin merkezi sanırlarsa, megalomanlar da kendilerini evrenin merkezi sanırlar. Oysa onların tek merkezi etrafına almayı başardıklarıyla çevrili küçük bir alandır. Onların kendilerini bir şey sanıp büyüklenmeleri sadece bir aldatmaca, bir kamufledir. Aslında her saniyeleri yarattıkları küçük dünyalarının yıkılacağı korkusuyla doludur.

Bir atasözü der ki;

“Havalara giren birine dokunmayın. Bırakın yükselebildiği kadar yükseldiğini sansın. Ne kadar çok yükselirse gerçeğin ortasına o kadar sert düşecektir. İzleyin ve keyfini çıkarın”

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları