• BIST 10336.5
  • Altın 2400.893
  • Dolar 32.2647
  • Euro 34.6857
  • Lefkoşa 14 °C
  • Mağusa 16 °C
  • Girne 17 °C
  • Güzelyurt 13 °C
  • İskele 16 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 7 °C

Güle Güle Arslan Mengüç Hoca

Mesut GÜNSEV

Bir gazetecinin en zor yazdığı haberlerden biri, yakın dostunun ölüm haberini kaleme almaktır. Geçtiğimiz hafta saat 03:00’de son gelen mesajlar için kontrolü yapıp yatmıştım. Aslında ortanca kızı Elin’den yakın dostum Arslan Mengüç Hoca’nın artık “hayata tutunmadığı” mesajını almıştık. 6 Ocak sabahı BRT haber merkezinden sevgili Arpalıklı aradığında, kaybından haberim yoktu. Daha sonra, eski bahriyelinin sabaha karşı “vira demir” diyerek, o çok sevdiği maviliklere doğru son yolculuğuna yelken açtığını, dünürü sevgili dostum Nazif Bozatlı’dan öğrendim. Bir süre kendime gelemedim, tam karşımda duran son eseri, hazırlanmasına yıllarını verdiği “Kıbrıs’ın Kadınları” kitabına daldım, gittim. Ruhuna Fatiha okuyup 17 yıldır temsilciliğini yaptığım İHA’ya haberi geçmek için bilgisayarın başına oturdum. Beraber yaşadığımız acı-tatlı anılarla dolu yıllar gözümün önünden geçmeye başladı. Bir türlü kafamı toparlayıp haberi yazamadım. Daha sonra TAK aşağıdaki haberi yayınladı: 919140_10151569100369182_778598095_o “KKTC Dış Basın Birliği eski başkanlarından ve Kıbrıs Türk Basın Konseyi Yürütme Kurulu üyesi, araştırmacı yazar-gazeteci-televizyon programcısı ve öğretim üyesi Arslan Mengüç tedavi gördüğü İsveç’te bu sabah hayatını kaybetti. Mengüç, 2 Şubat 2015’de geçirdiği beyin kanaması nedeniyle, Nisan ayından bu yana, kızlarının yaşadığı İsveç’in başkenti Stockholm’de tedavi görüyordu. Arslan Mengüç’ün, 3 kızı ile 7 torununun yaşadığı İsveç’te gömüleceği öğrenildi. Mengüç’ün, Aralık ayının son günlerinde yayımlanan “Kıbrıs’ın Kadınları-Tarihe Tanıklık” isimli son kitabıyla birlikte 17 kitabı bulunuyor. Mengüç, büyük emek verdiği kitabının ilk cildini, dostlarının gayretiyle, ölmeden önce görebildi. “Kıbrıs’ın Kadınları-Tarihe Tanıklık” adlı kitapta, 94 yerleşim yerinden 229 Kıbrıslı Türk kadınının varoluş mücadelesi dönemine ait anıları, o günlerdeki ve bugünkü fotoğrafları ile yer alıyor. Kitabın basımı, Mengüç’ün kızlarının, KKTC Dış Basın Birliği ile Yönetim Kurulu Üyeliği yaptığı Kıbrıs Türk Basın Konseyi’nin katkılarıyla gerçekleşti. Sanatçı Yasemin Kumral da ABD’den gönderdiği katkıyla basımın gerçekleşmesine yardımcı oldu. Tarihsel süreç içinde sıra takip eden söyleşilerdeki anıların canlılığı ile eski ve yeni fotoğrafların zenginliği, 670 sayfalık kitabı her zaman başvurulacak bir arşive dönüştürdü. “Bizi Bu Günlere Taşıyan Kıbrıs Türk Kadınlarına” ithafıyla yayınlanan kitabın kapak ve grafik düzenlemelerini Erdoğan Uzunahmet yaptı. Okman Printing tarafından basılan kitap, Mengüç’ün bu konudaki çalışmalarının birinci cildi olarak yayına hazırlandı. Dış Basın Birliği Başkanı Züleyha Karaman, Mengüç’ün vefatı nedeniyle yaptığı açıklamada, “KKTC Dış Basın Birliği olarak, Başkanımız Arslan Mengüç’ün vefatından duyduğumuz üzüntüyü belirtir, başta ailesi olmak üzere, tüm dostlarına, basın camiasına başsağlığı ve sabır dileriz” dedi. 6 Mart 1944 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Mengüç, Heybeliada Deniz Lisesi’ne gitti. 1966’da İsveç’e göç etti ve 1971’de Stockholm Üniversitesi’ne bağlı Belgesel Film Okulu’nu bitirdi. İsveç Devlet Merkez Radyosu’nda aralıksız 13 yıl program yapımcısı ve sunucusu olarak görev aldı. Bugüne kadar birçok belgesele imza attı. Televizyon yöneticiliğinin yanı sıra akademisyenlik de yapan Mengüç, 1997 yılından bu yana Kıbrıs’ta yaşıyordu.” BEN BU ADAYA ÖLMEYE GELDİM O 1997 yılının bahar sabahını çok iyi hatırlıyorum. Büromun kapısı çalınmış ve ben yaşlarda bir adam içeriye girmişti. Daha “buyurun oturun” demeye kalmadan, “ben bu adaya ölmeye geldim” dedi. İlk aklımdan geçen, “sabah ,sabah kim bu manyak” düşüncesi oldu. Ancak kahvelerimizi içerken onu bana gönderen çok kıymetli dostumun, bu yönlendirmeyi bilinçli olarak yaptığını anladım. Benim gibi hem bahriye kökenli, hem de İstanbul Kadıköylü hemşerimle daha o gün kopmaz bağlarla düğümlenen dostluğumuzun anıları, hayatımın sonuna kadar yaşamaya devam edecek. Birçok konuda görüş ayrılığına düşmemize rağmen, bilgisine, dürüstlüğüne, azmine hayran olduğum bir ağabeyim – dostum oldu. Dedesi ve babası asker olanların çoğu gibi, daha çocuk yaşta Heybeliada Deniz Lisesi’ne verilmişti. Bahriye’de iki deniz kuvvetleri komutanı çıkaran tek sınıf olan o ünlü 1000ler’e mensuptu. Ancak “özgür ruhu”nun bu mesleğe yatkın olmadığına karar vermiş ve harb okulundan ayrılarak Orman Fakültesi’ne kaydolmuştu. Bu arada, 68 kuşağının başkaldırış hareketinin tam içinde, giderek sol faaliyetleri ile polisin de takibine düşen bir duruma girmiş ve bin bir macera ile kapağı İsveç’e atmış. Hem çalışarak, hem okuyarak dünyanın sayılı akademilerinden İsveç Belgesel Sinema Okulu’nu bitirmiş. Birçok belgesele ve Tunç Okan’ın meşhur Otobüs filmine imza atmış. İlk kitaplarını yayımlamış. İsveç Radyosu’nun Türkçe Yayınlar Bölümü’nü yönetmiş. Evlenmiş, üçü de müthiş sporcu, İsveç Milli Takımı’na yükselmeyi başaran kız evlat yetiştirmiş, akademik kariyer yapmış, “Merhaba” adlı teknesini satmış, evini eşi Lena ‘ya bırakmış ve sonunda bu cennet adaya “ölmeye” gelmişti. Üniversitelerde yetiştirdiği öğrenciler bugün birçok basın-yayın kuruşunda üst düzey görev yapıyorlar. Arkasından gene talebesi olan gazetemiz Detay’ın Genel Yayın Yönetmeni Oshan Sabırlı başta olmak üzere çok güzel yazılar kaleme alındı. İnternette yüzlerce mesaj yayınlandı, yayınlanmaya da devam ediyor. Güzel bir iz bıraktığının kanıtı oldu bu güzel ve anlamlı satırlar. Çanakkale Zaferi’nin kazanımında büyük rol oynayan Nusrat’ın mayın subayı, Beşiktaşlı Yüzbaşı Pehlivan Enver’ in torunu, iki halasını İstiklal Savaşı’nda şehit vermiş Mengücek Oğulları’ndan İstiklal Savaşı Gazisi Albay Mehmet Orhan’ın oğluydu Arslan Hoca. Yoğun mücadelelerle geçen yaşamında, benim bildiğim kadarı ile imzalı 7, imzasız üç evliliğe cesaret edebilen, ayrıldığı eşlerinin hepsiyle de dost kalabilen bir fenomendi benim için. Zaten zaman zaman beni fırçalar, bazen o güzel küfürlerinden birini etsin diye dürterdim. Kadın – erkek ilişkilerine gelince keser atardı zaten, “sen karı mı gördün lan”, o haklıydı hep. Ada’ya gelmesini aklına sokanlardan biri de sevgili gazeteci büyüğümüz Akay Cemal’dir. Yıllarca Kıbrıs sorunu ile ilgili İsveç’ten canlı bağlantı yapmışlar, ama hiç karşılaşmamışlar. “Biz Stockholm’de soğuktan donarken Akay Abi kısa kollu gömlekle gazetesi Halkın Sesi’ne geldiğini, güneşin pırıldadığını anlatırdı. Aklıma Kıbrıs’ı düşüren Akay Cemal’dir” derdi. İsveç’i, ailesini ve işini bırakıp neden buralara geldiğini anlatmamıştı, ben de sormamıştım. Bir gün Güvenlik Kuvvetleri Basın Sorumlusu Mehmet Ali Gökdel’in bürosuna gitmiştik. Bahçedeki incir ağacındaki incirleri gördü, meğer çok severmiş, -bahriyeden kalma alışkanlık domatesli pilavla kuru üzüm hoşafını da çok severdi-ağaca tırmandı, sonrasında dal kırıldı, düştü, dallara takılan kolu çıktı. Apar topar benim arabayla Burhan Nalbantoğlu Hastanesi acil servisine getirdik. Malum çıkık çok acı veren ve çıkan kolun omuz boşluğuna yerleştirilmesi maharet isteyen bir iş. Daha evvelki profesyonel askerlik ve harp tecrübelerimden de biliyorum biraz. Doktorlar muayenelerini yaparken, biri Mehmet doktoru çağıralım dedi. Biraz sonra ameliyat giysileri içinde esmer, tıknaz bir hekim geldi. Dikkatle kolu, bağlantıları, damarları incelemeye başladı. Ben moral vermeye çalışırken, hoca inleyerek doktora anlatmaya çalışıyordu ki, doktorun kolu yoklamasını durdurduğunu ve biraz da şaşkınlıkla, maskenin altından “sen Arslan Mengüç müsün?” dediğini duydum. ”Evet” dedim ben, “Arslan Mengüç’ü tanıyor musunuz? ”Hayır”, dedi. “İlk kez görüyorum!” Sonra, “Arslan Bey”, dedi “ben Mehmet, Stockholm’daki Bulgaristan Türkleri’nden” ve büyük bir beceri ve itina ile ile kolu yerine taktı. Ne diğer doktor, ne ben, ne de Mehmet Ali bu diyalogtan bir şey anlamamıştık. Arslan Hoca’nın gözlerinde ise acıdan mı, mutluluktan mı kaynaklandığını bilemediğim iki damla yaş vardı. Meğer, Bulgaristan Hükümeti’nin Türkler’e uyguladığı asimilasyon ve baskı sürecinde bir grup Türk, bugün de göçmen cenneti olarak bilinen İsveç’e kaçmış. Saklanıyorlar… Ancak İsveç ve dünya kamuoyuna seslerini duyurabilmek için korsan gösterilere ihtiyaçları var. İçlerinden biri Arslan Hoca’ya ulaşıyor. Hoca haberlerde veya belli programlarında bazı cümleleri bilinçli olarak geçiriyor. Her cümle bir zaman, yer ve gösteri şifresi… Tüm kaçak Türkler bu program saatlerini can kulağı ile dinliyorlar. Tabii ki biri de grup liderlerinden Dr. Mehmet… Arslan Hoca’nın sesi beynine nasıl kazınmış ki, yıllar yıllar sonra o sesi tanıyor. Şifre gelince çeşitli bölgelerden göstericiler o bölgede gösteri yapıp sonra ortadan kayboluyorlar.Polis bir türlü bu kaçakları bulamıyorlar…Çünkü Arslan hoca onlara polisin girip arama yapamayacağı tek yere sığınmalarını söylemiş!…Manastırlara…Rahibeler de onlara kucak açmış ..Ele de vermemişler… İsveç istihbaratı uzun zaman ipucu arıyor, ama sırt sırta komşu olan iki binadaki radyodan yayınlanan bu anonsları çözdüğünde, Bulgaristan Türkleri artık rahatlamıştır. Ancak Hoca bu bedeli önce kendisine uygulanan baskılarla sonra da radyodan atılmakla ödüyor ve işsiz kalıyor. Böylece Kıbrıs macerasına karar veriyor. “Bu senin hayatta alabileceğin en büyük ödüldür hoca” demiştim. Kafamda yüzlerce anı uçuşuyor. Güzel adamdın be Arslan Mengüç. Güle ,güle sevgili hocam, o çok sevdiğin ve yelken bastığın Stockholm, Heybeliada ve Kıbrıs’ın mavi denizlerine ilelebet kavuştun. Nurlar içinde yat. Artık demirleme zamanı. Bismillah… funda demir!!!

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları