• BIST 9716.77
  • Altın 2435.681
  • Dolar 32.5203
  • Euro 34.8906
  • Lefkoşa 21 °C
  • Mağusa 23 °C
  • Girne 22 °C
  • Güzelyurt 22 °C
  • İskele 23 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 21 °C

Doğu Akdeniz’de “Kontrollü Kaos” Politikası

Yerbilim Mühendisleri Odası Başkanı Oğuz Vadili yazdı...
Doğu Akdeniz’de “Kontrollü Kaos” Politikası

Doğu Akdeniz’de geçtiğimiz hafta oldukça gergin günler yaşandı taraflar çeşitli açıklamalar yaptı. Peki Doğu Akdeniz’de ne var? Hidrokarbon rezervi ne kadar?   Münhasır Ekonomik Bölgeler nasıl oluştu? Kazan kazan formülü olur mu? İşte tüm bunları KTMMOB Yer Bilimleri Odası Başkanı Yerbilim Mühendisi Oğuz Vadilili ile Detay okuyucuları için konuştuk.

 

 

 

  • TÜRKİYE 2011’DEN İTİBAREN SAHADA
  • Türkiye Cumhuriyeti ise Dokuz Eylül Üniversitesi’ne ait R/V Koca Piri Reis Araştırma Gemisi ile 2011 yılında sahada var olmaya başlamıştır. Bölgenin jeolojik yapısının da gereği 2014 yılında Barbaros Hayrettin Paşa ve 2018 de ise Oruç Reis Sismik Araştırma Gemileri ile araziye inmiştir. 2019’dan itibaren ise Fatih ve Yavuz isimli derin deniz sondaj gemileri ile Doğu Akdeniz de faaliyet göstermeye başladı.

 

 

  • GERGİNLİK NEDENİ NE?

 

  • Bölgemizde yaşanan gerginliği sadece MEB üzerinden okumak doğru olmaz. Birçok nedeni vardır muhakkak. Şu an için ise MEB anlaşmazlığı bunun en önemlisi, en görünürde olanı ve cepheleşmenin yaşandığı alan olarak görülmektedir. Bakınız Doğu Akdeniz’de MEB için alanlarının belirlenmesi için bir satranç tahtası 2000 yılında İsrail’in açık denizlerde hidrokarbon keşfetmesi ile kuruldu. Yunanistan bu satranç oyunun ilk oyuncusu olurken karşısında ise yaptığı hamlelerden en çok etkilenecek olan Türkiye yer almıştır.

 

 

  • DOĞAL GAZ MİKTARI SORUNLARIN ÇÖZER Mİ?
  • Şu an için hayır ama orta vadede muhtemelen evet. Doğu Akdeniz olarak adlandırılan alanın tümün henüz %20-25’inin araştırıldığı bilinmektedir. Toplam muhtemel doğal gaz rezervi hakkında da başta USGS’in tahminleri de mevcuttur. Şuan bir boru inşaası için özellikle de Türkiye üzerinden değil de, EAST-MED gibi hayali olarak nitelendirilebilecek projeleri ekonomik hale getirebilecek bir gaz ne miktar ne de maliyet açısından bulunmamaktadır

 

Biraz geçmişten bahsedersek sayın Vadili bölgemizde açık denizde hidrokarbon aranması nasıl başladı?

Doğu Akdeniz de hidrokarbon arama çalışmaları İtalyan Enerji Şirketi’nin (ENI) 1961 yılında Mısır açıklarındaki Belayim sahasında petrol bulduğunu açıklaması ile başlar. Aynı şirket 1967’de yine Mısır’a ait olan Abu Madi sahasında doğal gaz yatakları bulduğunu duyurur. 

Açık denizde ise arama faaliyetleri İsrail’in 1999 yılında kıyılarına yakın NOA sahasında ve 2000 yılında Mari-B olarak adlandırılan alanlarda küçük miktarlarda hidrokarbon yataklarını keşfetmesi ile hız kazanmıştır.

Bu keşifler bölgeye olan ilginin de artmasına, bölgenin jeolojik yapısının daha iyi bilinmesi daha fazla rezervlerin keşfi amacı ile daha önceden de var olan saha çalışmaların hız kazanmasına sebep olmuştur. Süreç içerisinde özellikle Fransa sismik araştırma çalışmalarında sondaj şirketlerine veri sağlanması için önemli roller üstlenir. Jeostratejik nedenlerin yanında bölgenin jeolojik yapısına olan hakim konumları Doğu Akdeniz’e olan ilgilerini de artırmıştır diye düşünüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti ise Dokuz Eylül Üniversitesi’ne ait R/V Koca Piri Reis Araştırma Gemisi ile 2011 yılında sahada var olmaya başlamıştır. Bölgenin jeolojik yapısının da gereği 2014 yılında Barbaros Hayrettin Paşa ve 2018 de ise Oruç Reis Sismik Araştırma Gemileri ile araziye inmiştir. 2019’dan itibaren ise Fatih ve Yavuz isimli derin deniz sondaj gemileri ile Doğu Akdeniz de faaliyet göstermeye başlamıştır.

 

Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Adası etrafında Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) savaşları mı yaşanıyor?

Bölgemizde yaşanan gerginliği sadece MEB üzerinden okumak elbette doğru olmaz. Birçok nedeni vardır muhakkak. Şu an için ise MEB anlaşmazlığı bunun en önemlisi, en görünürde olanı ve cepheleşmenin yaşandığı alan olarak görülmektedir.

Bakınız Doğu Akdeniz’de MEB için alanlarının belirlenmesi için bir satranç tahtası 2000 yılında İsrail’in açık denizlerde hidrokarbon keşfetmesi ile kuruldu. Yunanistan bu satranç oyunun ilk oyuncusu olurken karşısında ise yaptığı hamlelerden en çok etkilenecek olan Türkiye yer almıştır.

Günümüze kadar yaşanan süreçte MEB sınırlarının belirlenmesi için iki farklı bakış açısı ve sınır belirleme yöntemi, taraflarca uygulanmaya başlanmıştır.

Bunlardan ilki 17 Şubat 2003 tarihli Yunan tezine de uygun olan fakat kıyılardan biri ada olunca tartışmaları dünyada halen devam eden, hatta bazı uluslararası mahkeme kararlarınca uygun da bulunmadığı bilinen,  iki kıyı arasında kalan denizi ortadan ikiye ayıran “açıortay hat kuralına” göre Kıbrıs adası adına Kıbrıslı Rumlar ile Mısır arasında çizilmiştir. Bu gelişme üzerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı nezlinde BM Genel Sekreterliği’ne nota verilir.

Nota ile Kıbrıslı Rumlar’ın Kıbrıs Türkler’in de egemenlik hakkı olan esasen Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek taraflı kullanarak hareket etmesine itiraz edilirken bir yandan da  Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve Ege’deki MEB paylaşım tezine de itiraz kayda geçilmek istenir.

Verilen notalar engel teşkil etmemiş olacak ki 17 Ocak 2007 de Lübnan, 17 Aralık 2010 da İsrail ile Kıbrıs adası arasında “açıortay hat kuralına” göre MEB anlaşması yapılmasına devam edilmiştir. “Açıortay hat kuralı” uygulanan tüm bu anlaşmalarda ‘kıyı uzunlukları orantı prensibi’ ne göre daha az alana sahip olacak olan ülkelerin bunu tercih etmesinde Türkiye’nin süreç içerisinde bu ülkeler ile olan diplomatik ilişkilerinin de oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır.

2010 da Kıbrıs Cumhuriyeti adına Afrodit sahasında gerçekleştirilen sondaj da gaz bölgede  bir sonraki safhaya geçmiştir. Artık Türkiye Cumhuriyeti’nin onay vermediği bir mantıkla çizilen meblerde gaz bulunmuştur. Bakınız; yakın coğrafyanızda gerçekleşen sınırlı bir uygulamaya fiiliyatta kayıtsız kalmanız halinde, uygulama zaman içinde örf ve adet kuralı gereği kabul edilebilecek olgunluğa ulaşabilir.

Türkiye Cumhuriyeti kendi deniz yetki alanlarını adaları değil ana karaları muhattap alacak şekilde ‘kıyı uzunlukları orantı prensibi’ mantığı ile çizilmesini talep etmektedir. Adalar ana kara olarak değerlendirilmemektedir. Nitekim ada olmadığından Karadeniz’e paydaş olan ülkeler bu prensip anlayışı ile MEB’lerini belirlemiştir.

Kıbrıslı Rumların 2010 yılında sondaja da başlması ile artık nota vermek yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin stratejisi değiştirerek proaktif bir siyaset uygulamaya başladığı görülmüştür.

2011’in Eylül ayında Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında ‘kıyı uzunlukları orantı prensibi’ ile kıta sahanlığı anlaşması yapılır. Akabinde derin deniz sondaj gemileri satın alınarak bu alanlarda sondajlar yapılmaya başlanır. Böylelikle bu alanlarda Rumların tek başlarına egemen olmadıklarını göstermek ve yine Rumların MEB sınırı belirleme yöntemine onay verilmediğinin mesajı verilmeye çalışılmıştır.

Kıbrıslı Rumlar, Türk Toplumunun yönteminde ve oranında uzlaşı olmasa da doğal kaynaklarda hakkı olduğunu biraz zorlama ile de olsa sonunda kabul etmiştir. Fakat Kıbrıs MEB sınırlarının Türk tezi olan ‘kıyı uzunlukları orantı prensibi’ çizilmesine Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıs adasının tümü için arzu ettiği MEB alandan geriye %31’lik kesim geriye kalacağı argümanı ile hala daha karşı çıkmaktadır. Bunun gerçekleşmesi halinde Örneğin Lübnan ile çizilen MEB den % 4, İsrail ile olandan % 2, Mısır ile olandan ise  % 17 oranıda azalma yaşanacaktır. Afrodit gaz sahası İsrail’e geçecektir.

 

 

Yaşanan süreçte Türkiye-Libya, Yunanistan - Mısır MEB anlaşması bize neyi anlatıyor?

Bir kere ülkeler neyi hedefliyor ve ona ulaşmak için ne yapıyor onu iyi anlamak gerek. Daha önceden de söylediğim gibi Yunanistan adaları da ana kara kabul ederek Ege ve Doğu Akdeniz’de ki tüm MEB sınırlarını “açıortay hat kuralına” göre belirleyip en geniş alana sahip olmak istiyor. Türkiye Cumhuriyeti ise bunun tam tersine adaları ana kara olarak kabul etmeden “kıyı uzunlukları orantı prensibi” göre MEB anlaşması yapıp kazanabileceği en geniş alana sahip olmak istiyor

Bu durumda her iki tarafta birbirlerinin tezlerini “maksimalist” olarak nitelendiriyor. Bölgede her iki tarafda kendi arzuladıkları çekilde MEB anlaşmaları yapmaya çalışıyor adeta bir yarış yaşanıyor.

Türkiye bugüne kadar ‘kıyı uzunlukları orantı prensibi’ ne göre Birleşmiş Milletlerce tanınan bir devletle Libya MEB anlaşmasını yapıp Birleşmiş Milletlere sundu. Yunanistan Mısır ile yenile adaları ana kara kabul edecek şekilde MEB imzaladı. Egemenik tartışmaları içerisinde de olsa daha önceden Kıbrıs, Mısır, Lübnan ve İsrail ile Yunanistan tezlerine uygun MEB anlaşmaları yaptı. Sıra artık yavaş yavaş Yunanistan Türkiye MEB sınırı çizilmesine geliyor.

Dikkat ederseniz şimdi artık ilk günden beri aslında planlanmış olan ama bugün kendilerini daha hazır hissetmelerinden Yunanistan tarafından Lahey Adalet Divanı’na işin taşınması konuşulmaya başlandı. Bunun bugün için konuşulmasının esas nedeni Yunanistan’ın kendi tezlerine emsal göstere bileceği uygulamaların karşılıklı anlaşmalar ile çoğalmasıdır. Buradan murat edilen Lahey Adalet Divanın Türk-Yunan MEB anlaşmazlığını Yunanistan tezine göre belirlemesi beklentisidir. Kanaatimce Doğu Akdeniz’deki uygulamaları Ege için de emsal teşkil edebilecektir düşüncesindedirler.

Türkiye’nin buna sıcak bakabileceğini, bu yolu tercih edeceğini açıkçası düşünmüyorum. Türkiye cumhuriyeti Lahey’e gitme taraftarı olmayacaktır. Zaten yapılan resmi açıklamalardan da bu çok net anlaşılmaktadır. Bir süre daha donanma gücü ile Türkiye durumu kontrol altında tutacaktır. “Kontrolü kaos ortamı” ile durum kontrol altında tutulmaya çalışılacaktır. Gri alanlar bir süre daha denizlerde devam edecektir diye düşünüyorum.

Bu süreç içerisinde diplomatik girişimler ve arabulucular sayesinde iki ülkenin sorunlarının kendi aralarında diplomasi ile çözülmesi arzulanmaktadır. Zaten bu yönde en üst seviyelerde de açıklama ve talepler de gelmektedir.

Günün sonunda iki ülkeden her ikisi de bir şekilde kendi aralarında bu sorunu çözmek zorunda kaldığında veya istediğinde, her uzlaşıda olduğu gibi bir orta yolda, bir orta noktada anlaşılacaktır. Bu da her iki MEB çizme yönteminin dışında uzlaşı ile varılacak olan yeni bir sınır olacaktır. Orta vade de yaşanması muhtemel olan da budur diye düşünüyorum.

 

117673330_720136851884266_5492619429970193575_n.jpg

Mevcut ispatlanmış doğal gaz miktarı yaşanan sorunların çözümüne sebep olur mu?

Şuan için hayır ama orta vadede muhtemelen evet. Doğu Akdeniz olarak adlandırılan alanın tümün henüz %20-25’inin araştırıldığı bilinmektedir. Toplam muhtemel doğal gaz rezervi hakkında da başta USGS’in tahminleri de mevcuttur. Şuan bir boru inşaası için özellikle de Türkiye üzerinden değil de, EAST-MED gibi hayali olarak nitelendirilebilecek projeleri ekonomik hale getirebilecek bir gaz ne miktar ne de maliyet açısından bulunmamaktadır.

Bugün için deniz derinliğinin 3-3,5 km olduğu, deniz tabanından itibaren de bir o kadar sondaj derinliği bulunan kuyu gazından söz etmekteyiz. Bunun kuyu başı maliyetinin 4-4,5 $/Mmbtu seviyelerinde olduğu hesaplanmaktadır. Böyle bir maliyetle bugün için Avrupa ihtiyacı için Rus gazı veya LNG yani sıvılaştırılmış doğal gaz ile rekabet edilemeyeceği görülmektedir.

Yunanistan ile Türkiye’nin kendi gaz ihtiyacını üretici olarak karşılama talebi, bunun içinde olabildiğince geniş ve güney yönüne doğru yer alacak şekilde MEB alanlarına sahip olması gerekliliği ve bu yönde verdikleri mücadele anlaşılamayan alanlarda sorunların çözümüne katkı koyabilir. Sonuçta çözüm ile iki tarafta kazanacaktır. Bu sorunun tek bir kazananı olmaz diye düşünüyorum.

 

Peki Kıbrıs’ta gaz kullanabilirmiyiz?

Pek tabii kullanabiliriz. Doğal gazdan elektrik üretebiliriz. Bunu yaparken de mevcut kullandığımız yakıt olan fuel oil ile yaptığımız elektrik üretiminden de bugün için yaklaşık %30 daha ucuza üretebiliriz. Kullanacağımız gazın maliyetleri açısından boru gazı değil LNG olması gerekmektedir. Bizim ihtiyacımız yıllık yaklaşık 0,5 milyon metreküp civarıdır. Bakınız bugün güney de Vasiliko’da elektrik üretimini yapmak için gaz kullanmayı projelendirmiş durumdadırlar. Onlarda kuyularında ispatlanmış miktarlar olarak 7-8 tcf gaz bulunmasına rağmen maliyetlerden dolayı LNG ithal ederek elektrik üretmek üzere sistemlerini projelendirmişlerdir.

Gazın çevreye de katkısı vardır. Konvansiyonel bir yakıt türü olmasından dolaya yenilenebilir enerji değildir Lakin bileşimi gereği yakıldığında oluşturduğu emisyonlar hem düşük seviyelerdedir, hem de çok düşük maliyetli filtreler vasıtasıyla limit altında tutulabilirler.

Doğal gaz dünyada 15-20 yıl içerisinde gelişmesi ve kullanımı yayılması öngörülen yenilenebilir enerji teknolojilerine kadar fuel oil ile elektrik enerjisi üretilmesi yerine kullanılması öngörülen daha çevreci ve daha ekonomik bir geçiş süreci yakıt türü olarak değerlendirilmektedir. Ülkemiz de siyasi iradenin oluşması halinde bizim de doğal gaz kullanmamamız için bir sebep görmüyorum.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler